TALCOT PARSONS’IN DİN KURAMI
Elif Cansel Bayhan AYBÜ İlahiyat Lisans 4. Sınıf Öğrencisi

1-Parsons’ın din sosyolojisindeki yeri
Parsons, Amerikan sosyolojisi içinde din sosyolojisinin bir disiplin olarak kuramsallaşmasına önemli katkılar sağlayan sosyologlardan birisidir. Akademik yaşantısının başından sonuna kadar din onun temel ilgi alanlarından olmuştur. Parsons, din sosyolojisi alanında Durkheim ve Weber’i kendi kuşaklarının en önemli iki teorisyeni olarak görmüştür. Parsons’ın din sosyolojisinin amacı kuramsal olarak bir Durkheim ve Weber sentezi oluşturmaktır. “Parsons Durkheim’ın dinin ciddiyetli bir yaşam olduğu fikri ile Weber’in gerçeklik ilkesi olarak adlandırdığı şeyi birleştirmeye çalışmıştır” bu sentezle Parsons’ın Durkheim’ın sembolik gerçekçiliği ile Weber’in dünyevî gerçekçiliğini sentezlemekle idealizm ve materyalizm zıtlığını aşmayı amaçladığı söylenebilir. Durkheim ve Weber gibi Parsons da çalışmalarının çoğunda faydacı bireyciliğin ve ekonomizmin eleştirisini yapmış, toplumsallığın temelinde bireysel çıkarların ötesinde aşkın bir faktör bulunduğunu kabul etmiştir. Durkheim ve Weber gibi o da dini “ekonomik arzuların tarihsel bir zorlayıcısı ve yönlendiricisi” görür. Buna rağmen o, Weber’in parasal-ekonomik alanın modern dönemde dinden bağımsızlaştığı ve toplumsallığın merkezine yerleştiği yönünde yaptığı vurguyu kabullenmez. Parsons, Durkheim ve Weber’den farklı olarak, ekonomik faktörleri tarihsel-evrimci unsurların şekillendirdiğini ileri sürer. İnsanî eylem sisteminin evrimselleştiği varsayımı onun yazılarında 1960’lardan itibaren daha da belirginleşir ve son çalışmalarında Hıristiyanlık tarihinin evrimci yorumuna odaklanır. Sibernetik kavramına başvurarak, dinin bir inanç olgusu değil, kültür olgusu olduğunu savunur. Toplumsal sistemlerin enformasyonunun depolanması ve aktarılması anlamına gelen sibernetik bilimi semboller üzerinden kolektif belleğin analizini yaparak derinlemesine bir sosyoloji yapmanın imkânını sunar. Bu yaklaşım en katı materyalist felsefelerde ya da politikalarda bile dinsel değerlerin izlerinin görülebileceği iddiasına sahiptir. Örneğin Parsons’a göre, Komünist Marksizmin biçimlendirdiği ekonomizmde yarı-dinsel belirtiler görülmektedir. Parsons’ın en önemli sosyolojik çalışmalarından biri eylem kuramı bir diğeri ise sistem kuramı geliştirmeye odaklanmış görünmektedir. O, Weber’den toplumun temelinde eylemin olduğu düşüncesini Durkheim’dan farklılaşma ve yapılanma düşüncesini almıştır.
Parsons Sosyolojisinde Din ve Kültürün Kuramsal Yeri
Parsons, dine işlevsel bir yaklaşımla ampirik olmayan normatif bir inanç sistemi olarak bakar. Ona göre din, bir toplumun kültürel inanç sistemi olarak toplumsal bütünleşmede temel etkenlerdendir. Parsons’un din sosyolojisinde dinin modern dünyadaki toplumsal durumu da önemli bir konudur. Denilebilir ki, Parsons’ın din sosyolojisi sekülerleşme teorilerine güçlü bir eleştiriyi içerir. Onun bakışında çağdaş dünyada sekülerleşme sürecinde din elden çıkmamıştır. Fakat Parsons’ın sosyolojisinde dünya dinlerinin uygarlaştırıcı işlevi kapsamlı bir biçimde ele alınmamış; Hıristiyanlığın tarihsel analizi üzerinden Batı uygarlığının insanlık durumunu temsil eden bir zirveye nasıl ulaştığı açıklanmakla yetinilmiştir. Karşılaştırmalı boyutun eksik oluşu, Parsons’a Hıristiyanlık tarihindeki örnekleri genelleştirme imkânı vermiştir. Ona göre, dinsel hareketler, genel değer bütünleşmesiyle ilişkili olduğu ve bir toplumun kültürel geleneğini oluşturduğu için doğal olarak devlet kurumunun yapısını belirleyen ve siyasal alanı düzenleyen değerler karşısında daha üstün bir yere sahiptir.
Din ve siyaset, Parsons’a göre bir toplumun sorumluluğunu yoğunlaştırdığı en önemli iki alanı oluşturur. Siyaset bir toplumun güvenliğinin sağlanması ekonomik bölüşümün gerçekleştirilmesi gibi sorunlarıyla ilgilenir. Din ise “gündelik yaşamın detayları ve ilgileriyle ve özel grupların dayanışmasıyla” ilgilenir. Din ve siyaset kurumunun sorumluluğu her iki kurumu toplumun merkezine doğru kaymaya zorlar. Bu zorlama kurumlar arasında bir gerilim meydana getirir ve her iki kurumun “daha büyük bir genellik içinde yeniden tanımlanma”sına neden olur (Parsons, 1982: 301). Yeniden tanımlanma, din ve siyaset kurumlarının farklılaşmasını ifade eden sekülerleşme sürecini başlatır. Din ve siyasetin ayrışması, engebeli bir biçimde gelişir. Bu ayrışma, Amerika’daki kilise ve devlet farklılaşmasıyla en ileri noktaya ulaşır. Parsons hukuk ilkelerinin temelinin dinsel değerlerde olduğunu düşünmektedir. Kültürel gelenek olarak din, sekülerleşme sürecinde “dinsel değer yönelimlerinin dünyevîleştirilmesi” sayesinde modernite içinde diğer sosyal kurumlar üzerindeki belirleyici rolünü devam ettirir. Bu nedenle, teokratik olmayan toplumlarda da hukuk din tarafından belirlenmeye devam eder. Yani “Hukuk sistemi doğrudan dinsel olarak onaylanmıştır.”
Parsons’a göre toplumun var olması, kolektif değerlerin varlığına bağlıdır, diğer bir ifadeyle toplum ahlâkî bir topluluk olarak tanımlanır. “Dinsel inançlar, ahlâkî topluluğu bir arada tutan ilkeleri sağlarken; dinsel ritüeller, dinsel ilkelere bağlılığı yükseltir”. Ritüeller tarafından pekiştirilen dinsel idealler hem rasyonel önermeleri hem de akılcı olmayan sembolleri kullanarak insan eylemine anlamlılık kazandırır. Parsons’ın din ile ahlâk arasındaki ilişkiye çok fazla önem verme nedenlerinden biri, onun kapsamlı bir gönüllü eylem teorisi kurma çabasıdır. Bireyler genel değerleri, adalet ve eşitlik üzerine normları içselleştirerek kendi eylemleri ile başkalarının eylemlerini uyumlu hâle getirir. Parsons’ın “aktörün dış dünyayı anlamaya yönelik çıkarımlarıyla ilintili insan davranışı” olarak tanımladığı sosyal eylem, her aktörün diğerlerini anlamasını sağlayan sembolik bir mekânda gerçekleşir. Toplumsal değerler ve normlar aktörün eylemi üzerinde yönlendirici bir etkiye sahiptir. Akademik sosyoloji içinde değerler sosyolojisinin veya ahlâk sosyolojisinin gelişimi, göreceli olarak geç kalmıştır. Parsons’ın tüm sosyolojisini Durkheim ve Weber tarafından başlatılan değerler sosyolojisini devam ettirme çabası olarak görebiliriz. Ona göre sosyolojik analizin temelini değerler oluşturur. Durkheim’ın modern toplumun ihtiyacı olan ahlâkî kuralları belirleme gibi hedefi, onu sosyolojiden bir ahlâk bilimi oluşturma gibi normatif bir ilgiye yöneltmiştir. Weber ise modernleşme sürecine ve kapitalizmin doğuşuna etkide bulunan değerlerin anlaşılmasına din sosyolojisinde özel bir önem vermiştir. Parsons’ın din sosyolojisi modernliğin ihtiyaç duyduğu değerleri belirleme gibi bir Durkheimcı çizgi üzerinden gitmez. O, daha çok Weber gibi modernleşmeye yön veren değerleri anlamaya çalışır. Weber sadece modernleşme ve kapitalizmin oluşum evresindeki dinsel değerlere odaklanıyor görünmekte ve sonrasında ise kapitalizmin ve modernitenin değerlerinin rasyonelleşmenin etkisi altında dinden tamamen bağımsızlaştığını varsaymaktadır. Kısaca Parsons Durkheim’dan toplumsal bütünleşmenin anlaşılmasında ekonomik olmayan kaynaklara bakılması gerektiğini, Weber’den de ekonomi kurumları üzerinde dinsel değerlerin belirleyici etkisinin olduğunu öğrenmiştir. Parsons’a göre, kolektif değerler ve normlar kişinin amaçlarının akış yönünün tersinde müdahale de bulunur. Bireyin kültürel olarak içselleştirdiği ahlâkî yükümlülükler toplumsal baskının özü hâline gelir. Ancak burada katı bir determinizmden ziyade bir gönüllülük durumu söz konusudur. Bireyin bilişsel yapısı eylemi gönüllü bir seçim konusu hâline getirir. Parsons’a göre dinsel semboller, akıl ile ilgisi olmayan ve doğruluğu veya yanlışlığı ampirik olarak belirlenemeyen, akıl-ötesi (nonrational) bir içeriğe sahiptir. Parsons 1950 lere kadar bu kuramı geliştirmeye odaklanmıştır.
Toplumsal Eylemin Yapısı’nda Parsons’ın değerler sosyolojisine güçlü bir vurgu yaptığı görülür. Ona göre, bilimsel sosyolojinin temel amaçlarından biri, değerler sosyolojisinin geliştirilmesi olmalıdır. Toplumsal düzen, ancak bir genel değerler kültürünün paylaşılmasıyla mümkündür. Bireyin eylemini toplumsal kılan bu “ortak değerler kültürü”dür. Bir toplumun ampirik sorunlara ve varoluşsal sorulara verdiği cevaplar, diğer bir ifadeyle bireyin yaşantısına anlam kazandıran bilgi ve değerler kültürel sistem içinde depolanarak yeni kuşaklara aktarılır. Bireyin eyleminin anlamlı olması, bireyin kendi eylemini tanımlayacak bir ortak değerler sistemine başvurmasıyla mümkündür. Parsons’a göre her eylemin aktör, amaç, bağlam ve ilişki türü olmak üzere dört unsuru bulunur. Eylemin gerçekleştiği bağlam aktörün kontrolünün dışında kalan ögeler içerebilir, buna rağmen, aktör eylemi için gerekli araçları seçme konusunda nihaî karar vericidir. Amaç-araç ilişkisi, seçim yapılacak araçları sınırlandıran bazı unsurları devreye sokarak “eylemin normatif yönelimi”ni oluşturur. Seçme olasılıklarını azaltan böylesi bir yönelim, birey herhangi bir kişisel çıkar kaygısı taşımadığında, yani “onur için” veya “ilke adına” hareket ettiğinde oluşur. Burada bireyin, araçlar arasında seçim yapma imkânını kısıtlayan bir ön tercihte bulunması Parsons’ın gönüllü eylem kuramı ile uyum içindedir. Aktörün normatif yönelim içinde hareket etmesi veya ahlâk kurallarına uyması Durkheim’da olduğu gibi Parsons’da da toplumsal düzenin korunmasının ön koşulunu oluşturur.
Parsons’ın din sosyolojisinin iki önemli amacı bulunur: Birincisi dinin eylem sistemi üzerindeki kültürel etkilerini açıklamaktır. İkinci amaç ise dinin insanlık durumunun amaçlı (telic) yönelimine, diğer bir ifadeyle insanlığın/toplumsallığın evrimine etkilerini açıklamaktır. Bu din sosyolojisi kültür ile din arasında sıkı bir bağı öngörür ve dini kültürün merkezine yerleştirir. Parsons’a göre kültürel yönelimin dört temel unsuru ideolojiler, dinsel inançlar, sembol sistemleri ve pozitif uygulamaları güçlendirme mekanizmalarından oluşur.
İdeolojiler ve dinler insan eylemlerinin iyi ya da kötü olduğunu değerlendirme fırsatını verir. Bu nedenle Parsons bu iki inanç sistemini “değerlendirici inançlar” kategorisine yerleştirir. Dinsel sembolleri de “değerlendirici sembolizm” kategorisine yerleştirir. “Anlamlı uyum kalıplarının sembolleştirilmesi” olarak ifade edilen dinsel semboller, kolektif bütünleşmenin rasyonel-ötesi araçlarını oluşturur
Sistem Kuramı: Kültür Sisteminin Başat Konumu:
Parsons, kültür, kişilik ve toplumsal yapı arasındaki ilişkiyi sistematik olarak kuramsallaştırmak için azami düzeyde çaba harcayan sosyolog olarak bilinir. Ona göre her yapı kendi içinde bütünlüklü bir sistemi oluşturur. Böylece kültür sistemi, toplum sistemi ve kişilik sistemi sosyolojiye farklı düzeylerde ve farklı olguları analiz etme imkânı sağlar. Onun çabası Sosyal Sistem kitabında doruğuna çıkar. Parsons bu kitapta genel bir değerler sosyolojisi oluşturmaya çalışır.
Toplumsal sistem, “insanlar arasındaki etkileşimlerden oluşur. Bu sistem kıt kaynaklar ve hedefler nedeniyle aktörler arasındaki potansiyel çatışmanın olduğu bir alandır”. Toplumsal sistem toplumsal aktörler arasındaki olası gerilimleri meşrû eylemi tanımlayan roller aracılığıyla çözer. Toplumsal yapının en önemli birimi roldür.
Kişilik sistemi, tercihler, arzular ve istekler gibi ihtiyaç eğilimlerinden meydana gelir. Birey ihtiyaçlarına ulaşmanın uygun yollarını ve hangi ihtiyaçların öncelikli olduğunu toplumsallaşma sürecinde öğrenir. İhtiyaçlar arasında oluşturulan hiyerarşi toplumsal düzenin sağlanmasına katkıda bulunur.
Kültürel sistem, “rol beklentilerini belirler ve insanlara birbirleriyle iletişime geçme ve kendi eylemlerini eşgüdümleme olanağı sunar”. Kültürel sistem içinde üç etkinlik türü yer alır: bilişsel semboller, anlamla ilgili semboller, ahlâkî standartlar ve normlar (Smith, 2007: 45-6). Kültürel sistem içinde yer alan din, sosyal eylemi motive edici sembolleri ve düşünceleri sağlar
Bu üç sistem arasında kültür sistemi, “kontrol sistemi” işlevini üstlendiği için başat konuma yerleştirilir. Parsons’a göre toplumsal sistem, kişilik sistemini denetler; kültürel sistemler de sembolik araçlar ve toplumsal roller üzerinden toplumsal sistemler üzerinde bir denetim kurar. Parsons, kültür sistemine, tüm toplumsal sistemin devamlılığını sağlama gibi gizli bir işlev verir. Parsons’ın sistem modelinde kişilik sistemi ile toplumsal sistemin kültürel sistem üzerindeki etkisine yer verilmez.
Modernite-Din İlişkisi
1960’lara kadar din olgusuyla kuramsal olarak ilgilenmiş olan Parsons, bu tarihten itibaren tarihsel ampirik ilgilere yönelerek dinin insanlığın veya uygarlığın evrimindeki rolünü anlamaya odaklanır. Onun tarihsel din analizi Hıristiyanlık üzerinden gerçekleştiği için sınırlı kalmıştır. Ancak kendisi Hıristiyanlık analiziyle elde ettiği bulguları ısrarlı biçimde genelleştirme amacında olmuştur. Batı’nın (özellikle de Protestan toplumların) din deneyiminin tüm insanlığın izleyeceği dinsel evrimin ileri basamaklarını veya gelişmiş bir örneğini oluşturduğu iddia edilir. Küresel bir yaklaşımla bilimsel ilgisini “insanlık durumu”na odaklandıran Parsons’a göre kültürel, toplumsal ve kişilik eylem sistemleri amaçlı (telic) ve evrimci bir yönelime sahiptir. Parsons, bu dünyayı yadsıyan bir din anlayışıyla değil, Weber gibi bu dünyayı onaylayan ve biçimlendiren bir anlayıştan hareket ederek, dinin modern toplumlardaki yerini anlamaya çalışmıştır. Ona göre, modernliğin zirvesinde olan Amerikan toplumu Weber’in tanımladığı “Protestan Ahlâkı”nı başarıyla temsil eder. Antik Yunan ve Hıristiyan öğretisindeki bireycilik ilkesi, modern Batı liberalizminin köklerini oluşturur. Onun amaçlı ve evrimci tarih algısı, modernleşmenin ilerleme ilkesine güçlü bir vurgu yaparak, “tarihsel değişimin iyimser ve modernist” görüşünü pekiştirir (Turner, 2014: 289). Parsons’a göre toplumsal evrimin en belirgin özelliklerinden biri, Durkheim’da olduğu gibi “farklılaşma”dır (Coser, 2008: 492). Farklılaşma kavramı Durkheim için meslekî uzmanlaşmayı ifade ederken, Weber için sosyal kurumların birbirinden ayrışmasını ifade etmektedir. Parsons’ın literatüründe farklılaşma daha çok Weberyen bir anlam içerir.
Ona göre Protestanlıkta din ile devletin farklılaşması, dini dinsel olmayan bir çevrede soğurulmaktan koruyarak daha güçlü kılmıştır. Bu farklılaşma dinsel kurumların ve pratiklerin seküler veya dünyalı çevrelerin etkisinden bağımsız kalmasını sağlayarak, güçlü bir ahlâkî temel oluşturmasını sağlamıştır. Din ile devletin ayrışması dinsel buyrukların siyasal buyruk olarak algılanma sürecini sonlandırmış, ancak inananların sosyal sorunlara ilgisinde bir azalmaya neden olmamıştır. Parsons’a göre Protestanlık, bireysel sorumluluk, çilecilik ve rasyonalizme yaptığı vurguyla ve din ile siyaseti ayrıştırmasıyla Batılı kapitalist uygarlığın temellerini atmıştır. Weber Kapitalizm analizinde “Batı’nın biricikliği”ne vurgu yaparken, Parsons sosyolojisinin vurgusu, “Amerikan zaferciliği” üzerinedir (Turner, 2014: 267). Parsons’ın coşkulu Amerikan modernliği savunusu son dönem yazılarında daha belirgin hâle gelmiştir. O, yirminci yüzyılın ikinci yarısında dünya toplumlarına ve insanlığa sıkıntı veren sorunların çözümünün “Hıristiyanlığın erken dönemlerinde görev olarak tanımlanmış olması”nı vurgulayarak Amerikan zaferciliği ile Hıristiyan zaferciliğini birleştirmeye çalışır veya Hıristiyanlığa küresel bir misyon yükler. Parsons’a göre din-siyaset ayrışmasının Amerikan toplumundaki önemli sonuçlarından biri, mezhepsel çoğulculuk formudur. Mezhepsel çoğulculuk, mezhep üyelerinin toplumun genel düzenleyici normlarını çiğnemediği ve başka mezhep üyelerinin dinsel özgürlüklerine saygılı olduğu sürece kendi dinsel bağlılıklarına göre davranabileceklerini ifade eder (Parsons, 1991a: 34). Bu ilke, modern toplumların içerme (inclusion) ve siyasal katılım sürecine kaynaklık etmiştir. Mezhepsel çoğulculuk bir toplumu sadece ötedünya yönelimli dinsel organizasyonların disfonksiyonel etkilerinden korur. Amerikan örneğinde görüldüğü gibi, dinî hoşgörü ve denominational (mezhepsel) çoğulculuk kalıpları sosyal birliği bozan etkilerin asgarîye indirildiği bir yapı oluşturur. Böyle bir sistemde devlet, sadece başarı-amaçlı değerlere hizmet eden bir kolektivite görünümü verir. Böyle bir toplumda dayanışma aile-ev, sınıf, topluluk, etnik grup, dinsel mezhepler ve ulus boyutlarında gerçekleşir. Kolektif siyasal sorumluluğun kurumsallaşma sorunu bu çeşitlilikten kaynaklanan önemli bir risktir.
SONUÇ
“Parsons’ın din sosyolojisi çalışmaları analitik, teorik ve ampirik-tarihsel materyalleriyle çok önemli bir sentez” oluşturur (Tiryakian, 1982: 352). Parsons’ın dinî değerlerin siyasal ve iktisadî meseleler üzerindeki etkisine yoğun ilgi duyması onu Durkheim ve Weber sosyolojisine yakınlaştırmış, hatta birbirine zıt gibi görünen bu iki sosyolojiyi sentezlemeye yöneltmiştir. Onun eylem kuramı, Weberci bir çizgi izleyerek ve Weber’in değer yönelimli rasyonel eylem tipine sürekli vurgular yaparak, eylemin nonrational boyutunu açıklamayı sosyolojinin merkezî ilgisi hâline getirmiştir. Sistem kuramı ise Durkheimcı bir çizgi izleyerek kültür sisteminin (ve dolayısıyla dinin) diğer sistemler ve sosyal kurumlar üzerindeki başat konumunu sosyolojinin gündeminde tutmuştur. Parsons, toplumsal bütünleşme kalıplarına, dinî sembolleri, değerleri ve inançları dâhil eder. Bu unsurlar sosyal ilişkilerin kurumsal yapılanmasında her zaman mevcuttur. Dinin sosyal sistemin oluşumundaki işlevini açıklamak Parsons’ın sistem kuramının odağında yer alır (Robertson, 1982: 311). Parsons’ın din sosyolojisi, kuramsal olduğu kadar insanlık ve uygarlık tarihi, modernite içinde Amerikan toplumunun yeri gibi konularda ampirik bir boyuta sahiptir. Din konusuna 1960’lara kadar kuramsal olarak yaklaşmış, daha sonra tarihsel olguların ve süreçlerin analizini ön plana çıkarmıştır (Robertson, 1982: 310). Kuramsal boyutun aşırı kavramsallaştırılmış olmasına rağmen, ampirik boyutta Amerika’nın yirminci yüzyılın ikinci yarısındaki konumunu meşrûlaştırma ve insanlık durumu için bir model hâline getirme çabasından dolayı oldukça seçici olduğu bilinmektedir. O, Hıristiyanlık tarihi üzerinden evrimci bir dünya/insanlık/uygarlık tarihi ortaya koymaya çalışmıştır (Erkilet, 2015: 123-4). Din sosyolojisine önemli katkılar sağlamış olan Parsons çeşitli nedenlerden dolayı yeterli ilgiyi görememiştir. Bun nedenler arasında din konusuna bütüncül bir ilgi duymaması, din sosyolojisi alanında monografik bir metin bırakmamış olması, geliştirmiş olduğu kuramın 1960’lardan itibaren popülerliğini yitirmesi gösterilebilir. Tüm bunlara karşın Parson’ın din sosyolojisinde Weber-Durkheim sentezini yapması din sosyolojisi için oldukça önemlidir.