KuramlarMarifet Divanı AkademiMarifet Metinleri

Sosyolojik Bir Teori Olarak Çatışmacılık

Çatışmacılık sosyoloji tarihinin en önemli ve etkili teorik yaklaşımlarından birisidir. Sosyolojik bir kavram olarak çatışma, farklı iki grubun veya bireyin yekdiğerinin fikir veya fiilini devre dışı bırakmak için yürüttüğü mücadelenin adıdır.

Bu teorik yaklaşım, toplumu rekabete, egemenliğe ve çatışmaya dayanarak açıklama çabasındadır. Böylece çatışmacılık toplumsal gerçekliği açıklama konusunda düzenden çok çatışmayı ve farklılaşmayı temel alması nedeniyle işlevselciliğin karşısında yer alan bir yaklaşımdır.

Klasik sosyolojik teorisyenlerden çatışmacılığa en önemli katkılar Karl Marx, Max Weber ve George Simmel’den gelmiştir.

Marx, diyalektik materyalist anlayışına bağlı olarak tarihi ve toplumları sınıfların çatışması üzerinden açıklamıştır. Ona göre sınıflar maddi konumları dolayısıyla bilinç sahibi olmaktadırlar. Bütün toplumsal yapılar ve kurumlar da maddi konumların farklılaşmasına ya da eşitsizliğe göre oluşmuştur. Bu eşitsizlik durumu da toplumlarda bazen açık, fakat çoğu zaman gizli bir çatışmayı sürdürmektedir. Karl Marks, sanayi toplumunun burjuvazi ile işçi sınıfı (proleterya) arasındaki sınıf çatışmasını ürettiğini ve bu çatışmanın ancak bir devrimle aşılabileceğini savunmuştur.

Max Weber, çatışmacı bir sosyolog olarak kabul edilmemesine rağmen bazı fikirleriyle çatışmacı teorilere katkılarda bulunmuştur. Max Weber’in özellikle sanayi toplumlarının bürokratik yapısını ve bürokratik yapıya bağlı olarak yeni egemenlik ve meşruiyet tarzlarının gelişmesini tahlil ettiği çalışmaları çatışmacı teoriye farklı katkılar sağlamıştır.

Georg Simmel ise çatışmanın toplumlarda daima olumsuz olarak algılanamayacağını kabul etmiştir. Simmel’e göre gruplar arasındaki çatışma, ortak bir düşman algısı etrafında grup dayanışmasını ve otoritenin merkezileşmesini de sağlamakta ve grubun bilinçlenmesine ve bütünleşmesine katkı sağlamaktadır. Ayrıca grup içi çatışmalar da zorunlu olarak olumsuzluk üretmemektedir. Bazen grup içi çatışma, grubun gelişmesine katkı sağlayan aynı durumdaki insanlar arasında meşru rekabet imkânını da sağlamaktadır.

Çatışmacı teoriye ilk katkılarda Marksizmin önemli bir etkisi vardır. Özellikle Marks’ın işçi sınıfı ile burjuvazi arasında çıkmasını beklediği çatışmaya ve bu çatışmanın sonucunda oluşacak yeni sosyalist topluma ilişkin öngörüleri, reel sosyalizm meselesi üzerinden tartışılmıştır.

ÇATIŞMACILIK İLE İŞLEVSELCİLİĞİN KARŞILAŞTIRILMASI

İki yaklaşım da birey karşısında toplumsal yapıyı ya da sistemi öncelemeleri açısından birbirlerine benzemektedir. Ancak söz konusu sistemin nasıl var olduğu ve kendi devamlılığını sürdürdüğü konusunda iki teori birbirinden ayrılmaktadır.

  1. İşlevselcilikte toplum, alt sistemleri birbiriyle uyumlu ve denge hâlinde bir sistem olarak kabul edilmektedir. Çatışmacılıkta ise toplum, grupların güç mücadelesi verdiği ve rekabet alanı olarak kabul edilmektedir.
  2. İşlevselcilikte toplumsal farklılıklar toplumun bütünleşmesini sağlayan unsurlar olarak görülmektedir. Çatışmacılıkta toplumsal farklılıklar dengesizliğin ve eşitsizliğin göstergeleridir.
  3. İşlevselcilikte toplumsal düzen normlar, değerler gibi toplumsal ahlak unsurları sayesinde sağlanmaktadır. Çatışmacılıkta toplumsal düzen güç sahibi sınıf ya da grupların alt sınıf ya da grupları kontrol etmesi kabulüne göre açıklanmaktadır.
  4. İşlevselcilikte toplumsal düzenin devamlılığında paylaşılan toplumsal değerlerin yarattığı iç bütünlüğe; çatışma teorisi ise güce vurgu yapmaktadır.
  5. İşlevselcilere göre toplumdaki her unsur istikrara katkıda bulunurken, çatışma teorisine göre genel toplumsal unsurların çoğu çözülmeye ve çatışmaya katkıda bulunmaktadır.
  6. İşlevselciler düzeni vurgulamaktadırlar. Çatışma teorisi toplumsal sistemin her noktasında çatışmaların ve anlaşmazlıkların var olduğunu kabul etmektedir.
  7. İşlevselcilikte toplumdaki her unsurun statik ya da hareketli bir denge hâlinde olduğu vurgulanırken; çatışma teorisinde toplumların sürekli değişme hâlinde oldukları kabul edilmektedir.

Görüldüğü gibi çatışmacılık ve işlevselcilik farklı toplumsal gerçeklik kabullerine ve kurgularına sahiptir. Her iki yaklaşımın da makro yaklaşımlar olmasında klasik sosyolojinin de önemli etkisi vardır. Çünkü klasik sosyolojinin ilgisini makro bir gerçeklik olarak topluma çevirmesi, toplumu bir düzenlilik ya da çatışma olarak açıklama çabası, sosyolojinin bir bilim olarak kurumlaşmaya başladığı ilk dönemlerden itibaren dikkat çekmektedir. Bu yüzden, bu iki yaklaşımı sosyoloji tarihinin makro iki ana yaklaşımı olarak kabul etmek mümkündür.

(Toplumun tamamına- makro yaklaşım /tümdengelim

Ufak gruplara- (örn: bir köyde bir mahallede bir toplumun bir biriminde)- mikro yaklaşım/ tümevarım)

RALF DAHRENDORF’UN ÇATIŞMA TEORİSİ

Dahrendorf, Marks’ın çatışma konusunu ekonomi temelinde açıklamasına karşı çıkmıştır. Çatışmanın ekonomiyle ve ekonomik ilişkilere göre şekillenen sınıf yapılarıyla ilişkileri bulunsa bile en temelde çatışma güç ve iktidar ilişkileri etrafında temellenen sosyolojik bir olgudur. Bu yüzden Dahrendorf’a göre, toplumsal bir olgu olarak çatışmanın dayandığı temel toplumsal kurum ekonomi değil, siyasettir. Çünkü siyaset, ideal bir toplum düzene ve yönetim arayışına referansla toplumdaki güç ilişkilerine ve çatışmalarına da kaynaklık etmekte ve yön vermektedir. Böylece Dahrendorf, Marks’ın çatışmayı ekonomi temelli yorumlamasıyla eksik bir yorumda bulunduğunu iddia etmiştir. Ona göre Marks, erken kapitalizm dönemini gözlemlediği ve yorumlarını o dönemi temel alarak yaptığı için öngörülerinde yanılmıştır. Dahrendorf yirminci yüzyıl toplumunu “post kapitalist” toplum olarak adlandırmıştır. Post kapitalist toplumlarda erken kapitalist toplumlardakinin aksine orta sınıflar yükselmişler ve toplumun çoğunluğunu oluşturmuşlardır. Orta sınıfların yükselişi çatışmayı ortadan kaldırmamış tam tersine başka alanlarda ancak özellikle de güç odaklı olarak toplumlarda ve toplumlar arasında devam etmesini sağlamıştır.

Toplumlarda bir çatışma eğilimi var olduğunu savunan Dahrendorf, güçlü toplulukların da güçsüz olanların da kendi çıkarlarını kollayacaklarını ve bu toplulukların çıkarlarının zorunlu olarak birbirlerinden farklı olduklarını iddia etmiştir. O, toplumsal değişmeyi güç ilişkileri üzerinden açıklamaktadır. Güç sahibi olan topluluklar ile güce sahip olmayan ve iktidar karşısında bulunan toplulukların arasında oluşan denge durumu, zamanla değişme eğilimindedir. Güç ilişkileri üzerinden oluşan bu denge durumunun değişmesi aynı zamanda toplumsal değişmeyi de açıklamaktadır. Ancak bu değişme toplumda gücün konumunda ve güce sahip olanların konumlarında bir değişmeye sebep olmaktadır. Çünkü Dahrendorf’a göre toplumsal yapının en önemli belirleyici etkeni gücün dağılımıdır ve çıkarların çatışması güç peşinde olanların güçlü ile çatışma arzuları kaçınılmazdır. Onun çatışma teorisinde güç, “tükenmeyen bir sürtüşme kaynağıdır”.  Teorisinde güce merkezi bir yer veren Dahrendorf, güç için mücadele etmeyi toplumsal hayatın esas unsuru olarak kabul etmemiştir. Onun vurgusu daha çok güç dolayısıyla oluşan toplumsal dayanışmaya ve güç değişimine bağlı olarak makro düzeyde yaşanan toplumsal değişmeyedir.

Dahrendorf’a göre çatışma ve uzlaşma, toplumun iki yüzünü oluşturmaktadır ve sosyolojik teorinin de çatışma ve yapısal-işlevselcilik şeklinde ikiye ayrılması gerekmektedir. Buna göre bu iki makro sosyoloji teorisi, toplumun en önemli iki yönünü araştırmaktadır. Dahrendorf, bu iki makro teoriden bir tanesinin toplumu bütünüyle açıklamasının mümkün olmadığını iddia etmektedir.

GEORGE SİMMEL’İN ÇATIŞMA TEORİSİ

Marx sonrası çatışma kuramcılarından Simmel, çatışan kişi ve gruplar arasındaki ilişki biçimine odaklanmıştır. Ortak çıkarlara sahip dost topluluklarla farklı çıkarlara sahip hasım topluluklar arasında net bir ayırım yapılamayacağını söyleyen Simmel, birbiriyle bazen kesişen, bazen örtüşen, çatışanlarla çatışmayanların aynı grubun üyesi olduğu bütünleşmiş bir toplumsal yapıdan bahsetmektedir. Çatışmayı sürekli bir oluş/durum şeklinde tanımlayan klasik çatışmacılar karşısında, “toplumsal eylemin daima ahenk ve çatışma, sevgi ve nefret” içerdiği konusundaki ısrarı Simmel’i özgünleştirmektedir. Toplumsal temas ve karşılıklı bağımlılığın farklı derecelerinin çatışma sürecini doğrudan etkilediğini ifade eden Simmel, daha sonra sosyoloji geleneğinde önemli bir ekol olarak ortaya çıkan Chicago Okulu’nu da doğrudan etkilemiştir.

Simmel çatışmayı anomi yaratan bir durum olarak değil, bir tür birlik sağlama yolu olarak görmekte ve değerlendirmektedir. Ona göre çatışma, bireylerin sayısız amaçlarına (ör: evlilik, iş, oyun, politika, din vb.) toplumsal bağlamda ulaşma aracıdır. Üyeleri arasında yaklaşım ve uzaklaşma eğilimlerinin ayrılmaz bir biçimde iç içe girmediği hiçbir toplumsal birim yoktur. Tam anlamıyla merkezci ve uyumlu bir grup… Hem empirik olarak gerçekdışıdır hem de hiçbir gerçek yaşam sürecini göstermez. Toplumsal çatışma bir amacın aracıdır. Bütün çatışmaların ve sorunların mutlaka çözüleceğini düşünmek, düpedüz cahillik olur. Hayatın tarihi ve düzenlenişi içinde çatışmaların da sorunların da herhangi bir çözümden bağımsız olarak yerine getirdikleri başka işlevleri vardır. Bu nedenle kesinlikle anlamsız değildirler.

LEWIS COSER’IN ÇATIŞMA KURAMI

Simmel’in görüşlerini takip eden Lewis Coser, teorik yaklaşımında işlevselcilik ile çatışmacılık arasındaki ilişkiye odaklanmıştır. O, Dahrendorf gibi güç ve baskı kavramlarını temel alarak bir çatışma teorisi geliştirmemiş; çatışmanın nasıl işlevsel bir sistem olarak toplumsal gerçekliği ürettiği meselesine odaklanmıştır.

Coser’in çatışma teorisine olan katkıları iki noktada öne çıkmaktadır:

  1. Toplumsal çatışmayı grup çıkarlarına karşı olan faktörlerden daha başka faktörlerin sonucu olarak ele alması;
  2. Çatışmanın toplumsal kökleri ile ilgili olarak fazla bir şey söylemez, ancak çatışmanın farklı muhtemel sonuçları arasında ayrım yapması.

Coser, çatışmanın kökenlerini tartışırken, insan psikolojisi ve duygularının oynadığı roller üzerinde çokça durmuştur. İnsanlarda saldırgan veya düşmanca ‘güdüler’ bulunduğu hususunda Simmel ile aynı fikirdedir ve yakın ve sıkı ilişkilerde hem sevgi hem de nefretin bir arada bulunduğunu vurgular. Ona göre, yakın olmak, gücenme duygularının gelişmesine bol fırsat sağlayacak demektir ve böylece çatışma ve anlaşmazlık, mutlaka dengesizlik durumu veya bozuşma işaretleri olmayıp, insan ilişkilerinin bir parçasıdır. Düşmanlık ve çatışmanın alacağı şekiller, ilgili toplumsal yapıların farklılıklarına göre değişkenlik gösterir. Örneğin, çocukların ebeveynleri ile yaşadıkları çatışma; şiddet bakımından devletler arasında yaşanan çatışmalardan farklıdır, ancak aynı zamanda çocukların ekonomik bağımsızlıklarını elde etmiş olup olmadıklarına, çocukların yetişkin rollerine ulaşma yollarının açık olarak belirlenmiş olup olmadığına, çekirdek aile dışındaki diğer aile fertlerinin pratik ve duygusal destek sağlayıp sağlamadıklarına vs. bağlı olarak farklı yapılarda ve farklı durumlarda farklı sonuçlar doğuracaktır. Coser, bu noktada, böylesi ‘yapısal’ faktörlerin insanların duyguları ile olan etkileşimleri üzerine yoğunlaşır.

Coser’e göre toplumsal çatışma toplumsal değişime yol açar. Fakat daha fazla ilgilendiği husus, çatışmanın toplumsal ya da grupsal iç bütünlüğü, iç dayanışmayı ve kimliği koruyup geliştirmedeki rolüdür. Bu yönüyle, yani grup birliğinin sağlanması ve korunması hususu daha ziyade işlevselcilikle ilişkili bir konu olarak karşımıza çıkar. Coser da ilgi düzeyinde işlevselcilere yaklaşır. Bir grubun/cemaatin devam etmesi ve birlik halinde kalmasının mutlaka istenen bir şey olduğu ya da çatışmanın grup/cemaat için bir işleve hizmet etmek amacı ile ortaya çıktığı şeklindeki işlevselci yaklaşımları benimsemez. Birlik, Coser’e göre, çatışmanın mümkün sonuçlarından sadece bir tanesidir.

Coser, grup/cemaat içi çatışmalar ile grubun/cemaatin dışında olan çatışmalar arasında ayrım yapar. Dış çatışmanın, grubun kimliğinin tespit edilmesi açısından gerekli olduğunu düşünür. Başka bir deyişle, dış çatışmanın grup bilincini ve bir toplumsal sistem içindeki diğer gruplar ile kendisi arasındaki farklılıkları ayrıştırarak ve kuvvetlendirerek, grup kimliğini yerleştirdiği görüşündedir. İç çatışma konusunda Durkheim ve Marx’ı takip eden Coser, ‘sapkın’ olarak nitelenenlere karşı mücadele etme örneğinde olduğu gibi, iç çatışmanın ‘doğru’ davranışı belirleyen normları içermesi nedeniyle, bir grubun/cemaatin kimliğini tanımlamakta önemli olduğunun altını çizer. Coser, bir grubu/cemaati tanımlama veya bütünlüğünü koruma konusunda iç çatışmanın rolünü tartışırken, bu rolün, iç çatışmanın grubun ‘temel değer ve ilkeleri hakkında olmaması şartıyla geçerli olduğunu da ayrıca belirtir. Bu çerçevede, ‘düşmanca iddiaların ifadesi’ne izin vermeyen katı bir toplumda iç çatışmanın, temel prensiplere doğru yöneleceğini ve dolayısıyla da toplumsal açıdan bölücü, dağıtıcı bir hal alacağını vurgular.

NOT:

Coser’a göre çatışma kendi başına sadece negatif olarak anlaşılamayacak bir denge unsurudur. Toplumsal grubun negatif referans noktası olarak öteki ile olası çatışma hali, grup içi bütünleşmeyi artırmaktadır. Eğer ki çatışmanın yaşandığı toplum kişilerin veya grupların düşüncelerine ket vurmuyorsa yaşanan ufak çaplı çatışmalar toplumu yıkıma uğratacak büyük patlamaları engellemektedir.

Büşra KOÇAK-AYBU İİF 4. Sınıf Öğrencisi

Daha Fazla Göster

Andcenter Editör

Çankırı İli, Orta İlçesi Kalfat Kasabası’nda 1993 yılında dünyaya geldi. İlköğretimi kendi köyünde tamamladı. 2007 senesinde Tevfik İleri Anadolu İmam-Hatip lisesine kayıt oldu. 2011 senesinde Tevfik İleri Anadolu İmam-Hatip Lisesi'nden mezun oldu. Aynı sene Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesine başladı. 2016 yılında Ankara İlahiyat’tan mezun oldu. Aynı sene Ankara Sosyal Bilimler Enstitüsü Din Sosyolojisi bölümünde yüksek lisansa başladı. Yüksek Lisans eğitimini Ankara Yıldırım Beyazit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Din Sosyolojisi Bölümü’nde tamamladı. Şuan aynı enstitüde doktora eğitimine devam etnektedir. Gaziantep ili, Şahinbey ilçesinde 2017-2018 Eğitim-Öğretim yilinda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenliği görevini yaptı. Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Sosyolojisi Anabilim dalında Arş. Gör. olarak çalışti.Suan Ankara Yıldırım Beyazit Üniversitesi İslami ilimler Fakültesi'nde araştırma görevlisi olarak çalışmaya devam etmektedir.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
Kapalı