SELEFİLİK BİZE NEYİ VAAD EDİYOR ?
Selefilik sadece modern İslam düşüncesinin değil, dünya siyasetinin de en popüler konusudur.
Ortaçağ İslam dünyasındaki selefi kavramının anlamı ve karşılığı ile günümüzde sahip olduğu biçim ve içerik arasındaki farkı belirtmek amacıyla günümüzdeki selefiliğe noe-selefilik denilmektedir.
Bilinçli ya da bilinçsiz biçimde bir düşünce ve inanç sistemine bağlı olan kimseler, bazı değer yargılarını, davranış biçimlerini, kimlik özelliklerini “hakikate sahip çıkmak” ve “kendini bozulmalardan korumak” adına gizler. Felsefe ve teoloji alanında gerçekleştirilen kurgulamalar, inşa ve inanca yapılan eklemeler yoluyla manevi güce dönüşür. Bu aşamadan sonra kültürel ve tarihsel karar, tarih üstü bir varlık olarak ortaya çıkar. Onun insani ve toplumsal bir bir şey olduğu unutulur. Tarihten, değişimden bahsetmek küfür ya da hiç olmazsa dinin saflığını bozma çabası olarak görülmeye başlar. Tarih boyunca bütün dogmatik ve radikal eğilimler , bu unutuşun sonucu olarak ortaya çıkar. Dogmanın gücünün en yoğun hissedildiği alanlar din,sanat, felsefe ve tarihtir. Bu alanda ortaya çıkan farklı ya da muhalif bir yorum sert bir biçimde tepki görür. Çünkü kültür,tarihsel ve insani yönünün görülmesini istemez.
Kültürel ve tarihsel olanın doğasını fark eden toplumların yaşadığı şey bir nevi aydınlanmadır. Aydınlanma, tüm toplumların boyun eğmesi gereken evrensel ve tek tip bir içerik değildir. Her toplumun kendi değerleri bağlamında gerçekleşen bir keşiftir. Bu keşif, toplumun önce tarihsel kökleri ile yüzleşmekten ve onların dibinde yatan tarihsel ve insani niyetleri, amaçları ve özlemleri görmekten geçer.
İslam düşüncesinde böyle bir aydınlanma yaşanmasının önünde 2 büyük zihinsel engel vardır. İlki geleneği “olması gereken”, “başka türlü olması mümkün olmayan” bir yapı olarak gören aşırı gelenekçi ve tutucu yaklaşımdır. Bu yaklaşım,bilme ve anlamanın yerine bağlanma ve sadakati ikame eder ve gelenek içindeki çeşitliliğin fark edilmesinden doğacak olan farklı gelenekselcileri de imkansız kılmakta ve en çok da koruduğunu iddia ettiği geleneğe zarar vermektedir. Gerçek bir aydınlanma geleneğe ihtiyaç duyar , geleneği aşmak için onun eleştirel ve yaratıcı okumalarının yapılmasına ihtiyaç duyar.
Bir diğer problem ise , tarihi tüm içeriğiyle katlayıp bugün ile altın çağ arasındaki farkı bir anda ortadan kaldıran, sadece zaman değil mekan algımızı da kaldırıp atan antikültürel anlayıştır. Dini bozan bidatlerle mücadele etmekle kültüre karşı koymak arasındaki farkı belirlemek kolay olmamaktadır. Hatta çoğunlukla dini, bozulmalara ve sonradan ortaya çıkan sapmalara karşı koruma duygusu kültürel çeşitliliğin ve entelektüel özgürlüğün önünde en büyük engel olmaktadır.
Kutsalı yaymayan,aksine belli bir zaman-mekan bağlamında yoğunlaştıran , tarihi aşağılayan, zamansal hareketlilik ve mekânsal çeşitlilik karşısında teolojik bir öfke besleyen, bunları aslına dönüştürmek için kutsal savaş veren anlayışa selefilik denir.
İslam geleneğinde selefiliğe yönelik bir eliştiri gelişmediği için bu yönde kullanılabilecek bir üslup mevcut değildir. Esasen İslam dünyasında mezhepler ve ekoller arasındaki mücadele , politik iktidar mücadelelerinin hemen tüm olumsuz ve yıkıcı oyunlarının sergilendiği bir tablo ortaya koymaktadır. Mezhepler ve ekoller arasındaki rekabet felsefi,teolojik ve düşünsel bir tartışma olma özelliğini hiç elde edememiş ya da koruyamamıştır. Bu nedenle dini problemler hakkında yapılan tartışmaların bir anda bir iman-küfür meselesine dönüşmesi ve tarafların birbirlerine en sert suçlamaları kolaylıkla yöneltivermeleri, düşüncenin dinsel alana girmesini ve işlevsel kullanılmasını neredeyse imkansız hale getirmektedir. Oysa Kur’an insanı akletmeye davet eder. İslam’ın kurucu metni olan Kur’an’ın insanın iki temel yetisi olan akıl ile imanı karşıtlık değil dayanışma ve destekleme ilişkisi üzerinde ele alması çarpıcıdır. Bu yaklaşım, İslam’ın kendine olan güveninin de bir ifadesi sayılmalıdır.
Selefilik sorunu, İslam düşüncesinden ve geleneğinden bağımsız ve steril biçimde kendi başına ele alınabilecek bir konu değildir. Onun kendi ideolojisi ve değerlerinin yanında i diğer İslami kimlikler üzerinde yarattığı etkiyi ve ona karşı geliştirilen tepkiyi de geniş bir bağlamda çoklu okumalar eşliğinde incelemek gerekmektedir. Selefilik olarak kendini ifade eden kaygı köklere dönmek olarak nitelendirilebilir. İslam’ın özüne dönmek,ilk ve özgün haliyle onu anlamak ve yaşamak arzusu, Selefi metinlerde de açıkça bir hedef olarak vurgulanmaktadır. Köklere ve temellere literal olarak vurgu yapan tutucu eğilimler her gelenekte bulunur. Sorun onun bulunması değildir. Asıl sorun ona ihtiyaç duyulacak düzeyde diğer okuma biçimlerinin yetersiz kalması ve tıkanmasıdır. Genel anlamda sorun düşüncenin kendini yenileyememesi ve realiteyle başa çıkmakta yetersiz kalmasıdır.
Bu makalede yazar selefiliğin çağdaş Sünni paradigmanın önünde ciddi bir bariyer olduğunu belirtmektedir. Eğer düşünsel ve teolojik olarak onunla yüzleşir ve kendini yenileyerek çıkarsa İslam düşüncesi açısından büyük bir başarı elde edilebilir. Selefiliğin yoğun politik ve teolojik baskısı ile baş edemeyip altında kalırsa, selefiliğin tahakkümü altına giren bir Sünnilik, mezhep çalışmaları arasında tüm imkanlarını tüketecektir.
Hazırlayan: Merve Betül Çiftçi