ROLAND ROBERTSON
Bekir ŞAHİN- bekirsahin@artvin.edu.tr
Aberdeen ve Pittsburgh Üniversiteler’inde Küreselleşme üzerine dersler veren Robertson 1938 yılında doğmuştur. Bir Sosyoloji Profesörü olan Robertson 1988’de Din Sosyolojisi Derneği Başkanlığı da yapmıştır. Immanuel Wallerstein veya Fredric Jameson gibi materyalist odaklı teorisyenlerden daha çok fenomenolojik ve psiko-sosyal bir yaklaşıma odaklanmıştır. Robertson’a göre, modern veya postmodern dönemin en ilginç yönü, küresel bir bilincin gelişmesidir. 1985’te küreselleşme terimini sosyolojik bir makale başlığı altında kullanan ilk sosyologdur.
Roland Robertson’un küreselleşmeye ilişkin literatüre temel katkısı şüphesiz kültüre öncelik vermiş olmasıdır. Özellikle küresel ekonominin ve ulus aşırı medya ağının kültürel sınırları ortadan kaldırdığı ve böylelikle küresel bir kültüre yol açtığına yönelik analizler göz önüne alındığında Robertson’un analizleri hayli önem taşımaktadır. Kültüre merkezi bir rol vererek Robertson bir taraftan köklerini modernitenin oluşturduğu bir küresel kültürün oluşumunun önüne geçerken diğer taraftan da farklılıkları ortadan kaldırmayı amaçlayan küresel hegemonyaya meydan okumaktadır. (Balcı, 2006: 25)
Robertson, küreselleşmeye ilişkin analizlerinde ekonominin merkezi rolünü yıkmaya, bir başka ifade ile “kültürün ikincilliğine” son vermeye çalışmaktadır. Robertson’a göre, küreselleşmeye yönelik analizlerde kültür her zaman “ikincil bir olgu” olarak ele alınmış ve tüm küreselleşme tartışmaları ekonomi temelinde yapılmıştır. Bunun nedeni, ekonominin temalaştırılmasının ve dinsel olanın yanı sıra sözde dinsel olanların da bu temalaştırmayı anlamlı hale getirme çabalarının analistlerce göz ardı edilmesidir. (Balcı, 2006: 28-29)
Roland Robertson küreselleşme tezini 5 farklı evreye ayırmış, her bir evreyi kendine özgü dinamiklerinden hareketle açıkmaya çalışmıştır.
Birinci evreyi “oluşum evresi” olarak tanımlarken, ikinci evreyi “başlangıç”, üçüncü evreyi “yükseliş”, dördüncü evreyi “hegemonya için mücadele”, beşinci evreyi ise “belirsizlik evresi” olarak tanımlamaktadır.
Robertson’a göre, küreselleşmenin oluşum evresi Avrupa’da onbeşinci yüzyılın başlarından onsekizinci yüzyılın ortalarına kadar süren dönemdir. Bu evrede ulus topluluklar yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı. Katolik kilisesinin etkinlik alanı genişlemesine rağmen, birey anlayışları ve topluma yönelik düşünceler öne çıkmaya başladı. Güneş merkezli dünya kuramı ve modern coğrafya etkinlik alanı kazandı, miladi takvimin kullanım alanı yaygınlaştı. Küreselleşmenin başlangıç evresi ise Avrupa’da onsekizinci yüzyılın ortasından 1870’lere kadar sürdü. Bu evrede üniter devletler düşüncesinde radikal değişiklikler görüldü; Uluslararası ilişkiler resmi boyutta temsil edilmeye başlandı, birey bilinci oluştu, çok daha somut bir insanlık anlayışı yerleşti. Uluslararası ve ulusötesi düzenlemeler yapıldı, iletişime ilişkin yasal sözleşmeler ile iletişimle uğraşan aktörler hızla arttı. Avrupalı olmayan toplumların “uluslararası topluma” kabulü sorunu tartışılmaya başlandı. 1870-1920 arası, küreselleşmenin yükseliş evresi oldu. Bu evrede “modernlik” sorunu ilk defa baş gösterdi. Avrupalı olmayan birkaç toplum, “uluslararası topluma” kabul edildi. İnsanlık hakkındaki düşünceler uluslararası düzeyde gündeme geldi ve bu düşüncelerin uygulamaya sokulması girişimleri hız kazandı. Olimpiyatlar ve Nobel ödülü gibi toplumun tamamına hitap eden yarışmalarla iletişim küresel boyutlara taşındı ve ilk dünya savaşı da küreselleşmenin yükseliş evresinde çıktı. (Özkan, 2004: 18)
Robertson’un küreselleşmenin dördüncü evresi olarak tanımladığı “Hegemonya için mücadele” evresi 1920’lerin ortalarından1960’lı yılların sonuna kadar sürdü. Bu evre daha çok bir önceki evre olan “yükseliş” evresinin kırılgan terimlerinin hazmedilme ve yoğun tartışmaların yaşandığı bir dönem olarak resmedilir. Büyük savaşların ardından kutuplaşmalar “Milletler Cemiyeti” ve “Birleşmiş Milletler” gibi somut adımları beraberinde getirdi. Ulusal bağımsızlık ilkesi kabul edildi ve Üçüncü Dünya billurlaşmaya başladı. Küreselleşmenin beşinci evresi olarak tanımlanan “belirsizlik” evresi ise 1960’ların sonunda başladı, 1990’ların başında krize girdi. Bu evrede soğuk savaş sona erdi ve “hak ve özgürlükler” teması ön plana çıktı. Küresel kurumların hareket kabiliyeti etkinliğini artırdı, kitle iletişim araçlarının sayısı, hızı ve yaygınlığı akıl almaz derecede arttı. Toplumlar çokkültürlülük ve çoketniklik sorunuyla bu evrede daha fazla karşılaştılar. İnsan Hakları küresel bir sorun haline geldi, uluslararası sistem daha fazla akışkanlık kazandı. İnsanlığa ve çevreye ilişkin kaygılar bu evrede daha fazla arttı. İnsan Hakları küresel bir sorun haline geldi, uluslararası sistem daha fazla akışkanlık kazandı. (Özkan, 2004: 18-19)
Robertson’un küresel alan modeli, dört ana unsurun (Ulus toplumlar, uluslararası ilişkiler, bireyler ve insanlık) her birindeki değişimleri, bunların arasındaki ilişkilerdeki değişimler ile beraber değerlendirme eğilimindedir. Robertson, küreselleşme sürecini, bu artzamanlı bakış açısıyla yakından bağlantılı görmektedir. (Özkan, 2004: 20)
Robertson’ın kültürü küreselleşme analizlerinde merkezi hale getirmesi, küreselleşmenin küresel bir kültür üretmeyeceği anlamına gelmemektedir. Çünkü o küreselleşmeyi “dünyanın tek bir mekân haline gelme süreci” yani küresel bir köy olarak tanımlamaktadır. Bu durumda, küreselleşme kaçınılmaz olarak küresel bir kültürün oluşumuna yol açacaktır. Fakat bu kültür, “aynılaştıran” değil, normatif bağlayıcılığı olmayan ama dünyaya ilişkin genel bir söylem üreten bir kültürdür. (Balcı, 2006: 30-31) Bir başka deyişle, küreselleşme, bugün daha çok Kuzey-Batılı zengin ülkelerin siyasal, toplumsal ve kültürel olarak yoksul ülkeler karşısındaki hegemonyacı üstünlükleri şeklinde kullanılmaktadır. Söz konusu ülkelerin koydukları kurallara uyanların küreselleşme çerçevesi içerisinde değerlendirileceği, uymayanların ise dışlanıp yok sayılacağı mantığı ağırlık kazanmaktadır. (Talas-Kaya, 2007: 150-151)
Robertson, küreselleşme sürecini kapsayıcı bir şekilde açıklamaya çalışırken öncelikle sosyo-kültürel süreçleri ön plana almaktadır. Robertson’a göre küreselleşme olgusu kendisini oluşturan toplumsal, kültürel ve ekonomik süreçlerden bağımsız değildir. Küreselleşme, modernitenin dinamizmine özgü bir dizi süreçten meydana gelmektedir ve kavram olarak da dünyanın küçültülmesi ve bir bütün olarak dünya bilincinin pekiştirilmesini ifade etmektedir. (Dumanlı Kürkçü, 2013: 3)
Kültür olgusunu küreselleşmeye tartışmalarına dâhil ederek Robertson’ın literatüre iki önemli katkı yaptığı söylenebilir. Birincisi, ekonomi merkezli bir okuma ile küreselleşmenin, siyasal sınırları aşan bir medeniyet ürettiği, yani kültürler arası sınırları ortadan kaldırarak küresel tek bir kültürün üretilmesinin önüne geçmiş olmasıdır. Robertson, ikinci olarak, küreselleşme analizinin merkezine kültür olgusunu koyarak, “farklılıkların sürdürülebilirliğini” hatırlatmakta, bu bağlamda “küresel hegemonun mutlaklığı”nı sorunsallaştırmakta ve “değişim olasılığı”nın halen var olduğuna dikkat çekmektedir. (Balcı, 2006: 34)
Eserlerinden bazıları şunlardır:
Globalization: Social Theory and Global Culture,
Religion and Global Order The Global Faces of Religion,
The Sociologicallnterpretation of Religion
Global Modernities
Meaning and Change: Explorations in the Cultural Sociology of Modern Societies
Theory of Modernity: Parsons Perspective
Robertson’ın ana çalışmaları Küreselleşme üzerine: Sosyal Teori ve Küresel Kültür (1992) Global Modernities’dir .
KAYNAKÇA
https://en.wikipedia.org/wiki/Roland_Robertson (Erişim Tarihi: 26.03.2020)
BALCI A. (2006), Küreselleşme ve Kültür “Roland Robertson”, Bilgi Sosyal Bilimler Dergisi/Dergipark, ss. 25-36.
DUMANLI KÜRKÇÜ D. (2013), Küreselleşme Kavramı ve Küreselleşmeye Yönelik Yaklaşımlar, İstanbul Kültür Üniversitesi, Sanat ve Tasarım Fakültesi, İletişim Sanatları Bölümü.
ÖZKAN A. (2004), Küreselleşme ve Avrupa Birliği İle Bütünleşme Sürecinde Türkiye, İstanbul: Tasam Yayınları.
TALAS M. KAYA Y. (2007), Küreselleşmenin Kültürel Sonuçları, Türklük Bilimi Araştırmaları, Dergipark.