Proleterya; Marksist teoride proletarya üretim araçlarına sahip olmayan sınıfın adıdır. Proleter ücret alan işçidir. Proletarya, Feodalizmin çözülmesiyle mülksüzleşen insanların, Emek gücünü belli bir ücret karşılığında satmaktan başka yaşam seçeneği kalmamasıyla ortaya çıkan, üretimdeki konumları itibarıyla belirli bir grup oluşturan kesimin sınıfsal olarak tanımlanmasıdır.
Engels, bütün uygar dünyanın modern proletaryasının en yetkin bilim adamı ve öğretmeniydi. 1844’te devrimci işçi hareketinin oluşumunun en hararetli yıllarında yoldaş edindiği Marx ile tarihsel bir buluşmaya adım atan Engels, uluslararası proleteryanın lideri ve bilimsel sosyalizmin kurucularından biri olarak işçi sınıfının “zeka meşalesi” oldu. Engels, sınıf savaşımına işçi sınıfı saflarında katılmaya genç yaşlarda iken karar verdi. Yoldaşı Marx’la birlikte ürettiği bilimsel çalışmalar ve sınıf mücadelesine sınır tanımaz bağlılığıyla örnek bir devrimci kişilik olarak onurla yaşadı. Lenin’in “Marx, Engels ve Marksizm” kitabında Engels için şu ifadeler yer alıyordu: “İşçi sınıfına kendi hareketini tanımayı, kendi bilincine ulaşmayı öğreten ve hayallerin yerine bilimi koyan Engels’in adı ve yaşamı herkes tarafından bilinmelidir.”
Engels, askerliğini yaptıktan sonra kapitalizmin ana merkezin olan İngiltere’ye gitti. Babasının Manchester’da bulunan dokuma fabrikasında çalışan Engels İngiliz proleteryasının çalışma koşullarını gözlemledi. Engels ve Ermen fabrikasının ticari işlerini üstlenen veliaht Engels, proleteryayı babasının fabrikasında tanıdı. Muhasebe bürosunda bilanço defterleri, ticari belgeler ve banknotlarla başbaşa kalan Engels, Londra’nın Doğu yakasının izbe mahallelerini arşınlayarak yoksulların çektiği sefaleti gözlemleme fırsatını yakından yakaladı.
Engels, İngiliz işçi sınıfının çalışma koşullarını gözleledikten sonra bu gözlemlerini“İngiltere’de Emekçi Sınıfının Durumu “ kitabında topladı. Engels,burada Britanya işçilerine şöyle seslenecekti: “Emekçiler! Alman ülkedaşlarımın önüne koymaya gayret edindiğim bu çalışmayı sizlere adıyorum. Şirketten, ziyafetten, orta sınıfın porto şarabından vazgeçtim, tüm zamanımı siz emekçilere adadım…” Lenin bu eşşiz yapıtı “kapitalizmin ve burjuvazinin müthiş bir suçlaması” olarak betimlemiş ve eseri “Modern proleteryanın durumunu en iyi sergileyen belge” olarak tanımlamıştı.
Kaderin Karl Marx ve Friedrich Engels’i bir araya getirdiği andan bu yana, iki arkadaş yaşamları boyunca çalışmalarını ortak bir davaya adadılar. Ve bu yüzden Friedrich Engels’in proletarya uğruna neler yapmış olduğunu anlamak için, çağdaş işçi sınıfı hareketinin gelişiminde Marx’ın öğretisi ve çalışmasının önemi konusunda açık bir fikre sahip olmak gerekir. Marx ve Engels, işçi sınıfı ve onun taleplerinin, burjuvazi ile birlikte kaçınılmaz olarak proletaryayı yaratan ve örgütleyen mevcut iktisadi sistemin zorunlu bir sonucu olduğunu ilk gösterenlerdir. Onlar, insanlığı, onu halen ezmekte olan kötülüklerden kurtaracak olanın, yüce duygulu bireylerin iyi niyetli girişimleri değil de, örgütlenmiş proletaryanın sınıf savaşımı olduğunu gösterdiler. Marx ve Engels, bilimsel çalışmalarıyla, sosyalizmin, hayalcilerin bir buluşu olmadığının, ama modern toplumdaki üretici güçlerin gelişmesinin nihai amacı ve zorunlu bir sonucu olduğunun ilk açıklamasını yapanlardır. Günümüze kadar olan yazılı tarih, sınıf savaşımlarının belirli toplumsal sınıfların ötekiler üzerindeki birbirini izleyen egemenlik ve zaferlerinin tarihi olmuştur. Ve, sınıf savaşımı ve sınıf egemenliğinin temelleri —özel mülkiyet ve anarşik toplumsal üretim— kayboluncaya dek bu sürecektir. Proletaryanın çıkarı, bu temellerin yıkılmasını gerektirir ve bu nedenle, örgütlenmiş işçilerin bilinçli sınıf savaşımı bunlara karşı yöneltilmelidir. Ve her sınıf savaşımı, politik bir savaşımdır.
Engels’in bu görüşleri, şimdi kurtuluşları için kavga veren bütün proleterler tarafından benimsenmiştir. Ama kırklarda, iki arkadaş zamanlarının sosyalist yazınına ve toplumsal hareketlerine katıldıklarında, tamamen yeniydiler. Siyasal özgürlük savaşımına kralların, polis ve din adamlarının despotizmine karşı savaşıma katılan, yetenekli ve yeteneksiz, dürüst ve dürüst olmayan birçok kimse vardı, bunlar, burjuvazinin çıkarları ile proletaryanın çıkarları arasında uzlaşmaz karşıtlık olduğunu göremiyorlardı. Bu kimseler, işçilerin bağımsız bir toplumsal güç olarak hareket etmeleri gerektiği düşüncesini kabul edemiyorlardı. Öte yandan, yalnızca yöneticileri ve egemen sınıfları çağdaş toplumsal düzenin adaletsizliklerine ikna etmenin yeterli olacağına ve o zaman yeryüzünde barışın ve evrensel refahın kolayca kurulacağına inanan, kimi de deha sahibi, birçok hayalci vardı. Savaşımsız bir sosyalizm düşünü görüyorlardı. Ensonu, o zamanın sosyalistlerinin hemen hepsi ve genel olarak işçi sınıfının dostları, ancak, sanayinin gelişmesi ölçüsünde büyüdüğünü korkuyla izledikleri proletaryayı bir çıban olarak görüyorlardı. Bu yüzden de, tümü, sanayinin ve proletaryanın gelişmesini durduracak, “tarih tekerleğini” durduracak araçlar arıyorlardı. Marx ve Engels, proletaryanın gelişmesi konusundaki genel korkuyu paylaşmıyorlardı; tam tersine, bütün umutlarını proletaryanın sürekli büyümesine bağlıyorlardı. Proleterler ne denli çoğalırsa, devrimci sınıf olarak güçleri o denli büyük, sosyalizm o kadar yakın ve o kadar olanaklı olacaktır. Marx ve Engels’in işçi sınıfına yapmış oldukları hizmetler, birkaç sözcük içinde şöyle ifade edilebilir: onlar, işçi sınıfına kendini bilmeyi, kendi bilincine ulaşmayı öğrettiler, ve boş hayallerin yerine bilimi koydular.
İşçilerin burjuvaziye ve hükümetlere karşı mücadelesinin 1830’larda çeşitli ülkelerde önem kazanması ve 1848 ihtilallerinde Avrupa’da zamandaş olarak gelişmesi ve bu süreçte gelişen enternasyonalist eğilimler, kapitalizmi savunanların karşı tedbirlerini getirdi. Hükümetler, kapitalizmin yol açtığı kötü çalışma ve yaşama koşullarının iyileştirilmesinden başka çarelerinin kalmadığını görerek, başka ülkelerin sömürülmesi sayesinde aktarılan kaynakların bir bölümünü bu amaçla kullanma yoluna başvurdular.Kapitalizmin mezar kazıcılığından kapitalizmin payandalığına İşverenler ve hükümetler, belirli büyüklükteki bir pastanın paylaşılmasında çıkan sorunları aşabilmek amacıyla, pastayı büyütme konusunda işçileri ikna ettiler.Pasta büyütülebilirse, herkesine payına düşen, bir iç çatışma yaşanmadan artırılabilecekti. Pastayı büyütmenin bir yolu emek üretkenliğini artırmak, diğer yolu başka ülkeleri sömürgeleştirerek buralardan kaynak aktarmaktı.Avrupa’nın gelişmiş kapitalist ülkelerinin işçi sınıfları, ülkede paylaşılacak pastanın bölüşümünde iki seçenekle karşı karşıya kaldılar.Kendi ülkelerinin sermayedarlarıyla mücadele ederek ve onların payını küçülterek kendi paylarını büyütmeye çalışabilirlerdi. Bunun zorlukları ve riskleri büyüktü. Yenildikleri ve ezildikleri 1848 ihtilalleri işçiler için çok pahalıya mal olmuştu.
İkinci seçenek, onları 1848’de yenenlerle işbirliği yaparak başka ülkeleri sömürmek, sömürgelerden aktarılan kaynaklarla ülkede bölüşülecek pastayı büyütmek ve böylece sermayedar sınıfın payına göz dikmek zorunda kalmadan kendi paylarını mutlak anlamda artırmaktı.Bu seçeneğin zorlukları ve riskleri, ancak ülkenin bütünleşik gücünün sömürge edinme savaşlarında veya sömürgelerin yeniden paylaşılması savaşlarında yenilmesi durumunda büyüktü. Galip çıkılan savaşlarda ölen işçiler ise ödenmesi kaçınılmaz bir bedel olarak kabul ediliyordu.
Bu durumu F.Engels, İngiliz işçi sınıfının “burjuva proletarya”ya dönüşmesi olarak ifade etmektedir. Bu sömürüden yararlanan işçi sınıfının yalnızca bir kesimi değil, bütünüdür.
F.Engels’in 7 Ekim 1858 tarihinde K.Marx’a yazdığı mektupta şöyle deniyordu: “İngiliz proletaryası gerçekte giderek daha fazla burjuva oluyor; öyle ki, tüm ulusların en burjuvası olan bu ulus, gözüktüğü kadarıyla, nihai olarak, bir burjuvazinin yanı sıra bir burjuva aristokrasiye ve bir burjuva proletaryaya sahip olmayı amaçlıyor. Tüm dünyayı sömüren bir ulus için tabii ki bu belirli bir ölçüde geçerli nedenlere dayanmaktadır.” Engels, bu mektubunda, “İngiliz proletaryasının burjuvalaşması”ndan söz ediyordu.
Marx’ın 11 Şubat 1878 tarihinde Wilhelm Liebknecht’e yazdığı mektupta da aynı yaklaşım hakimdi: “İngiliz işçi sınıfının ahlakı, 1848 yılından beri yaşanan çürüme döneminde, bir süreç içinde giderek daha da derin bir biçimde bozuldu ve (İngiliz işçi sınıfı, Y.K.) sonunda büyük Liberal Parti’nin, yani kapitalistlerin uşağının kuyruğu olmaktan başka bir şey olmadığı bir noktaya geldi.”
Engels’in ticarethane ile sınıf savaşı arasındaki yaşamını tüm canlılığıyla ortaya koyan kitap (mektuplardan seçmelerin yer aldığı) “Büro ile Barikat Arasında” adıyla yayımlandı. Engels’in Marx’a, yoldaşlarına ve aile üyelerine yazdığı mektuplar onun özverili, mütevazı, neşeli ve disiplinli kişiliğini yansıtan birer belge niteliği taşır. Paris’te sürgün olan yoldaşı Marx’a muhasebe bürosunda yazdığı mektuplarıyla seslenir: “Bu bezirganlık çok korkunç şey, Barmen çok korkunç, proleteryaya karşı çalışan bir burjuva olarak daha da korkunç…”
Engels babası tarafından düzenli olarak tertiplenen dinsel törenlere karşı duyduğu öfkesini Marx’a şu cümlelerle anlatıyordu: “Evimizde din mevsimi açılmış bulunuyor. Benim ruhumu avlamak için yapılan bu şölenlerden haberin yok. Dikkatimi bu lanet olası ticarethaneye bağlamalıyım, yoksa benim ihtiyar tüm ödeneği keser.” Mektubun sonuna dipnot ekleyerek, Marx ailesinden borç tutarlarını postalamalarını ve olası borçlanmalara karşı fazladan sterlin ekleyeceğini iletiyordu.
KAYNAKÇA:
NIMTZ, August H. Demokrasi Savaşcıları Olarak Marx ve Engels. çev.Can Saday. İstanbul : Yordam Kitap, 1. Basım, 2012.
YURTSEVER, Haluk. Kapitalizmin Sınırları ve Tolumsal Proletarya. İstanbul: Yordam Kitap, 1. Basım, 2012.
Evrensel. “Proletaryanın sönmeyen meşalesi: Engels”. Erişim:30.04.20. https://www.evrensel.net/haber/358540/proletaryanin-sonmeyen-mesalesi-engels.