Din fenomenolojisi deyince ilk akla gelen şüphesiz Edmunt Husserl ve Alfred Schutzdur.
Bu düşünürlerin din fenomenolojisinin öncüleri olma sürecine gelişlerini sırasıyla incelediğimizde Edmunt Husserl’in öncesinde Leipzig ve Berlin Üniversitelerinde matematik eğitimi aldıktan sonra psikolog-rahip Franz Brentano ve mantıkçı Bernard Bolzana tarafından felsefeye yönlendirildi ardından çeşitli üniversitelerde profesör olarak görev yapmıştır. Yaşadığı dönem 20 yüzyılın başı yani I. Dünya Savaşı ve Faşizmin yükselişi nedeniyle insanlık tarihin kritik bir dönemiydi. Bu uygarlığın bu krizleri Husserl’i derinden etkileyerek onu “Temellere İnme “ yönündeki felsefe arzusunu ortaya çıkarmıştır. 20. Yüzyılın en önemli düşünürlerindendir. Fenomenolojiyi kurmakla da kalmayarak bu yüzyılın varoluşçuluk gibi düşünce okullarının öncülerini de etkilemiştir.(Jean Paul Satre, Max Scheler, Martin Heidegger) gibi. İlgilendikleri alan sadece sosyal bilimler değil, tarih, edebiyat, fen bilimleri, insan bilimleri ve edebiyat eleştirisi gibi alanlarda da etkiler yaratmıştır.
Alfres Schutz’un fenomenoloji ilgilenme serüvenini incelediğimizde, hukuk ve sosyal bilimler okudu ardından toplum felsefecisi olarak fenomenolojiyle yakından ilgilenmiştir. Husserl’in fenomenolojik felsefesini sosyolojiyle tanıtan ve bu felsefeyi G.H.Mead’inki gibi diğer yorumcu düşünce okullarıyla birleştiren Schutz 1960’larda ve 1970’lerin sonlarında fenomenolojik sosyolojiyi Batı dünyasında temel bir “yorumcu” sosyoloji biçimi olarak geliştirdi. Fenomenolojik sosyoloji, pozitivizme, bilim olarak sosyoloji fikrine temel bir meydan okuma haline geldi, etnometodoloji ve Habermascı eleştirel teori gibi başka yorumcu bakış açılarını harekete geçirdi.
Fenomenoloji Alman filozof Edmund Husserl tarafından geliştirilen bir felsefi teoridir ve Alfred Schutz 1960’ların sonları ve 1970’lerde Husserl’in düşüncelerini Mead’inkilerle birleştirerek onu önde gelen “yorumcu sosyolojiye” dönüştürmüştür. Fenomonoloji kelimesinin iki temel anlamı bulunmaktadır. İlk olarak fenomenoloji bir algı nesnesidir. Beş duyu organlarımızla hissettiğimiz veya algıladığımız şeylerdir. Örneğin ağaçlar, dağlar vs. İkinci olarak ise fenomen olağandışı yani açıklayamadığımız normalin dışında bir şeydir. Manevi bir güç, duyular üstü algı, bir UFO.
Tanımları açıkladığımızda ilk tanım, dış dünyanın gerçekte var olduğu ve bu dünyanın duyularımızla, özellikle gözlerimizle algılanabilen kendi gerçekliğine sahip olduğu bilimsel, gündelik bir tanımdır. İkincisi “yorumcu” bir tanımdır; kendine has gerçekliğe sahip olmayan fizik dünyayı duyularımız aracılığıyla anlayarak kendi yorumlarımıza göre yeniden oluştururuz.
Fenomenolojide örneğin gerçekte sandalye, masa diye bir şey yoktur; bunlar sadece belirli anlamlar yüklediğimiz ahşap formlardır. Bizim onları anlayabilmemiz için insan eseri veya doğanın ürünü olan şeylere verdiğimiz isimlerdir. Fenomenolojinin savunmak istediği şey; fizik dünyanın asla değişmeyen ve insanlık için aynı olan ‘gerçek’ bir dünyanın olmamasıdır. Daha ziyade onun varoluşu insanların yorumlarına bağlı olan ‘göreli’ bir dünya olmadığını amaçlar. Örneğin bir eve veya binaya yüklediğimiz farklı anlamları düşündüğümüzde gerçekte bir apartman veya kraliyet sarayı olarak bir bungalov ve konut olarak isimlendirdiğimiz tüm bu nesneler tuğlalardan örülmüş binalardan başka bir şey değildir.
Suç, aşk gibi kavramlar tamamen insanların ortaya çıkardıkları şeylerdir. Varoluşları insanların yorumlarına, yükledikleri anlamlara bağlıdır. Örneğin suç diye bir şey yoktur bu durum tamamen insanın yorumlanışına bağlıdır. (mesela birini öldürmek; cinayet, savunma, kaza, kahramanlık) vs. olabilir. Bundan dolayı insan bilgileri görelidir. Fenomenoloji insan bilincinin ve insanların içinde yaşadıkları dünyayı yorumlama biçimlerini araştırmasıdır. Edmund Husserl’in amacı insanın “yaşantı dünyasının” temellerine inmek ve onun özünü ortaya çıkarmaktır. Alfred Schutz bu düşünceleri toplumun araştırılmasına uygulamaya ve özelde bu kadar göreli, dar değişken olan sosyal dünyamızın bizleri gündelik temelde bir arada tuttuğunu analiz eder.
Schutz’un gündelik sosyal düzende üç anahtar unsur belirler
- Sağduyu bilgisi- kendi toplumumuz içinde nasıl yorumlar yapacağımız ve davranacağımız konusundaki ortak bilgi stokları.
- Tipleştirmeler-bilgi stokları içinde inşa edilen nesneler(ev,insan) ve deneyimler (nefret, kabus) ortak sınıflandırma.
- Karşılıklılık-diğerlerinin dünyayı bizim gibi görmesini sağlayan ortak kabuller.
Bu üç unsur; gündelik hayatın görünür düzenini ortaya koyar. Sosyalleşmeyle öğrenilerek onlara uyum sağlar ve gerektiğinde onlara ilişkin algılarımızı değiştiririz.
Sosyal bilimcinin rolü onun özünü anlamaktır. O, bunu başarabilmek için, hiçbir şeye mutlak gözüyle bakmadan aksine dünyayı veya özel bir sosyal durumu görmeye çalışarak, tutumlarını askıya ve paranteze almalıdır.
Fenomenolojinin ilgi odağı kendimize ait dünyalarımız vardır. Gündelik dünyamız öyle olduğunu hissettiğimiz zamanlarda bile orada, soyut ve bizlerden bağımsız bir şeyler değildir. Sosyal dünya; bizim dünyamız, bizim ilişkilerimiz, eylemlerimizdir ve sosyal dünyayı sosyal dünya yapan şey bizim anlayışlarımızdır. Hepimiz kendi dünyamızda yaşarız, ancak bu dünyayı diğer insanlarla her gün paylaşır ve bilincimiz ve duygudaşlık sayesinde dünyayı onların gözünde benzer şekilde algılayabiliriz.
Schutz,”Gündelik bilgilerimiz asla sabit değildir, sürekli akış halindedir ve onların bakım ve onarıma ihtiyaçları vardır” der. Bunun sebebi kendisinin Naziler yüzünden ülkesi Avusturya’yı terk etmek ve isteği dışında ABD’de yaşamak zorunda kaldığından yola çıkarak Schutz kültürler arası iletişimin güçlüklerinin ve ortak bir dil konuşulduğunda bile ortak anlayışlar geliştirmenin ne kadar zor olduğunu ve yanlış anlamalarının fazlasıyla görüldüğü ve çatışmanın ortaya çıkma ihtimalinin yüksekliğinin fazlasıyla farkındadır.
Fenomenolojik sosyoloji, 1960’lardan itibaren bilimsel sosyolojiye ciddi bir itirazla, ana-akım sosyolojiyi derinden etkiledi. Bu yaklaşım, kendi sosyolojik okulunu geliştirmekten çok, etnometodoloji gibi farklı ‘yorumcu’ anlayışlar doğurmuş ve Marksizm gibi mevcut sosyolojilerde yorumcu ve öznel unsurları harekete geçirmiştir. Etnometodoloji, bireylerin gerçekliği kavrarken veya zihinlerinde yeniden kurarken, çok sıradan ve rutin hale gelmiş
Günlük ilişkilerde bile sorgulamadan, çoğunlukla da bilinçsiz olarak kabul ettikleri kural, inanç ve değerleri çözümlemeyi konu edinen disiplindir. Yani etnometodolojiye göre gerçekte toplumsal bir düzen yoktur, üyeler bir düzen algıladıkları için toplumsal düzen varmış gibi görünür. Toplumsal düzen bu toplum üyeleri tarafından yaratılmış bir kurgudur. Fenomenolojik kuram ve yöntemi daha bilimsel sosyolojiden ayıran şey nitel araştırmaya, sezgi ve ve öznel faktörlere vurgusudur. Fenomenoloji modern sosyoloji üzerinde büyük bir etki ortaya koymuştur.
DİN FENOMENOLOJİSİ
Din Fenomenolojisi dinî fenomenleri, o dinin mensuplarının düşünceleri çerçevesinde betimlemek suretiyle dinin tecrübi yönüyle ilgilenir. Fenomenolojik görüşe göre din, farklı bileşenlerden oluşmaktadır ve dinin doğru anlaşılması amacıyla dinlerin farklı geleneklerindeki bu bileşenler incelenmelidir. Din araştırmalarına fenomenolojik yaklaşımın gelişmesi büyük oranda aşağıdaki bilim adamları ile olmuştur.
- Chantepie de la Saussaye,
- Kristensen
- Van der Leeuw
- Mircea Eliade Eliade
. Fenomenolojik düşünce bilimsel, dini ya da felsefi olsun bilginin nasıl mümkün hale geldiğini bizlere göstermektedir (Priest, 2003: 570)