İbn-i Haldun derki:
” Âlimler eser telif etmede esas alınması gereken amaçların sayısını yedi olarak belirlemiş ve bunların dışındakileri kabul etmemiştir. Bu amaçlar şunlardır:
Birincisi: Bir ilmin konusunu ortaya koymak, onu bölümlere ve fasıllara ayırmak ve meselelerini araştırıp çözümlerini ortaya koymak. (Bütün bu çalışmaları ve araştırmaları ortaya koyan) muhakkik bir alim, bunun faydasını genelleştirmek için, elde ettiği sonuçları başkalarına ulaştırmak ister ve onları kitap sayfalarına aktarır_ Böylece daha sonra gelenler de bundan faydalanırlar. Fıkıh usulündeki durum buna örnektir. Lafzi şer’i deliller konusunda ilk olarak İmam Şafii konuşup onları özetlemiş, sonra hanefiler kıyası ilişkin meseleleri, hiçbir hususu dışarıda bırakmayacak şekilde tam olarak ortaya koymuşlardır. Böylece onlardan sonra günümüze kadar insanlar bu ilimden yararlanmaya devam etmişlerdir.
İkincisi: Eskilerin söylediklerini ve eserlerini bilmek isteyen bir alim, (bunları okuyup araştırmaya başladığında) söylenenlerin kapalı ve anlaşılmaz olduğunu görür. Sonra Allah, söylenenlerin anlaşılmasını ona kolaylaştırır ve o da bunları anlayıp idrak eder. O, bu eserlerin başkalarına da kapalı ve anlaşılmaz geleceğini düşünerek ve kendi ulaştığı sonuçlardan başkalarının da faydalanmasını istediğinden bunları yazar. Bu, akli ve nakli ilimlere ilişkin kitapların açıklanıp şerh edilmesi metodudur. Bu tür eserler, kitap telif etmenin kıymetli bir bölümünü oluşturur.
Üçüncüsü: Sonradan gelen bir alim, fazilet ve şöhret sahibi eski alimlerden birinin, bir yanlışını veya hatasını bulur ve hiçbir şüphe taşımayan kesin delillerle bunu ispat eder. Sonra da bunu, kendisinden sonrakilere ulaştırmak ister ve yazıya döker. Çünkü içinde hatalı görüşün yer aldığı eserin çağlar boyunca her tarafa yayılmış olmasından, eserin müellifinin şöhretinden ve insanların onun bilgisine güvenmelerinden dolayı, söz konusu hatayı ortadan kaldırmak mümkün olmaz. Bu yüzden hatayı bulan alim, bunun açıklamasının bilinmesi için bu hususu kitaplaştırır.
Dördüncüsü: Bir ilim dalının konusu bölümlere ayrıldığı için, ona ilişkin bazı meseleler ve konular eksik (ve dışarıda) kalmış olabilir. Bunu anlayan alim, (bu hususta bir eser telif ederek) o meseleleri ve konuları söz konusu ilim dalına ekler ve eksikliği giderir.
Beşincisi: Bir ilmin konuları ve meseleleri belirli bir düzen ve sistem içinde tertip edilmemiş olabilir. Bunun farkına varan alim, bütün meselelere ve konulara çeki düzen verip, her birini olması gerektiği bölümlere yerleştirir.
Sahnun’un, İbn-i Kasım’ dan rivayet ettiği “El-Müdevvene”deki ve İmam Malik’in öğrencilerinden Utbi’nin rivayet ettiği “El-Utbiyye”deki durum böyledir. Bu eserlerde fıkıh konularına ait pek çok mesele olmaları gereken yerlerde değildir. Sonra İbn-i Ebu Zeyd “El-Müdevvene”ye çeki düzen vermiş ve bütün meseleleri ve konuları olmaları gerektiği bölümlere yerleştirmiştir. “El-Utbiyye” ise eskisi gibi kalmıştır. Onun için bu eserin her bölümünde, başka bölümlere ait meselelerle karşılaşıyoruz. Bu yüzden insanlar, bu eser yerine, önce lbn-i Ebu Zeyd, ondan sonra da Beradii tarafından düzene konan El-Müdevvene’den yararlanırlar.
Altıncısı: Bir ilim dalına ait meselelerin, başka ilim dallarının konuları arasında dağınık bir şekilde bulunması (ve o ilim dalı, bağımsız bir branş olarak ortaya çıkmamış olması). Sonra fazilet sahibi bir alim bu ilim dalının meselelerinin ve konularının tamamının farkına varır ve bunları bir araya toplar. Böylece diğer ilim dalları gibi, bu ilim dalı da, insanların, üzerinde düşündükleri bağımsız bir branş olarak ortaya çıkar.
Belagat ilmi bunun örneğidir. Abdulkahir Cürcani ve Ebü Yusuf Sekkaki, nahiv ilmiyle ilgili kitaplarda dağınık bir şekilde bulunan bu ilim dalının meselelerini bir araya toplamışlardır. Cahiz de bu meselelerden pek çoğunu “El-Beyan ve’t-Tebyin” isimli kitabında bir araya toplamıştı. Böylece insanlar bu ilim dalının konularının farkına varmış ve onu diğer ilim dallarından ayırarak bağımsız bir branş haline getirmişlerdir. Sonra bu sahada meşhur eserler telif edilmiş ve bunlar Belagat ilminin esaslan haline gelmiştir. Sonraki alimler o kitaplardan bu ilmi alıp öğrenler ve öncekilerden daha ileri seviyelere ulaşmışlardır.
Yedincisi: llim dallarının ana kaynaklarında olan bazı eserlerin çok uzun ve ayrıntılı olması. Bu durumda, tekrarlar çıkarılarak (ve ayrıntılar özetlenerek) onların kısaltılması için eser telif edilir. Ancak bu durumda, ilk müellifin amaçlarının bozulmasına yol açacak zaruri hususların çıkarılmamasına dikkat etmek gerekir. İşte, bir eser telif etmede esas alınması ve gözetilmesi gereken amaçlar bunlardır.
Bunların dışında kalan amaçlar için kitap telif etmeye hem ihtiyaç yoktur ve hem de bu, akıllı insanların nazarında tutulması gereken yolun dışına çıkmak demektir. Örneğin, daha önce yazılmış başkasına ait bir eseri, lafızlarını değiştirmek, sonra gelen bir hususu öne almak veya tersini yapmak gibi karıştırmalarla kendisine mal etmek; bir ilimde kendisine ihtiyaç duyulan bir hususu ondan çıkarmak veya ona hiç de gerek olmayan bir husus eklemek; doğru olanı yanlış olanla değiştirmek; veya hiçbir faydası olmayan bir şey için eser yazmak gibi. Bu, cahillerin, utanmazların ve küstahların yapacağı bir şeydir. Onun için Aristo, bu amaçlan baştan sona saydıktan sonra şöyle diyor:
“Bunların dışında kalanlar gereksiz ve aç gözlülüktür.” Bu sözü ile cahillik, utanmazlık ve küstahlığı kastediyor. Akıllı bir kimsenin yapmaması gereken şeyleri yapmaktan Allah’ a sığınırız. Allah, en doğru olana eriştirir.”
Kaynak: KENDİR, H (2004). Mukaddime İbn-i Haldun. C. II. Ankara: Yenişafak Yay. ss. 780- 781.