Türk İslam Sentezi
Mahmut KÖKVER- AYBÜ Sosyal Bilimler Ens./ Doktora Öğrencisi
Türk-İslam Sentezi bir görüş olarak 1965 yılından sonra ortaya atılmıştır. Başta Alparslan Türkeş olmak üzere birçok Türk Milliyetçisi ve Milli Selamet Çizgisi bu fikri desteklemiş ve bu konuda demeçler vermiştir. Türk-İslam Sentezi adlı düşünceyi ilk ortaya atan Ahmet Er’dir. Ahmet Er’in ortaya attığı bu görüşü daha sonra Aydınlar Ocağı sahip çıkmış ve savunmaya başlamıştır.
Aydınlar Ocağı’nın temel ideolojisi, 1980’li yıllardan sonra devlet katında resmi politika haline gelen Türk-İslam sentezidir. Milli kültürü, devletlerin varlık ve devamında temel unsur olarak gören Aydınlar Ocağı’nın temsilcileri, Türk milli kültürünü, Türklük ve İslamiyet inancının getirdiği temel özelliklerin oluşturduğunu savunmuşlardır. Bu sentezin bir ayağını Türklerin milli kültürü olan bozkır kültürü diğer ayağını ise İslamiyet dini oluşturmaktadır. Aydınlar Ocağı’nın Ana Nizamnamesinin 4. Maddesi’nde, “Ocak siyasetle uğraşmaz” ibaresi yer almasına rağmen, Türk-İslam sentezinin 12 Eylül’ün resmi ideolojisi olma sürecinde ilk adım Aydınlar Ocağı mensupları tarafından atılmıştır. Ocak, Türkiye’nin 12 Eylül 1980’den sonra “yolunu şaşırmaması” için millet ekseriyeti olarak birtakım mutabakatlara varması gerektiğini düşünüyordu. Bu bağlamda Türk Kültürü dergisinde söz konusu mutabakatların bir dökümünü sıraladılar. Aynı tarihlerde, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu bu mutabakatların milli kültürde “resmi istikamet” olarak benimsendiğini açıkladı. Dolayısıyla Türk-İslam sentezi, topyekûn bir milli kültür politikası ve planı olarak Haziran 1986’da Milli Mutabakatlar Çağrısı adıyla devlet tarafından kabul görerek resmileşmişti. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki tasarı zaten 1973 yılından beri Türkiye’nin; 12 Eylül 1980’den bu yana ise devletin gündemiydi.
Türk-İslam sentezi, Anadolucu milliyetçiliğin dışında resmi (Kemalist) milliyetçiliğin aşırı batılılaşmacı ve seküler tutumuna tavır alan ve bu nedenle eleştirel bir bakış açısı sergileyen bir akımdır. Bu sentezin önde gelen isimlerinden Osman Yüksel Serdengeçti, “Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslüman’ız” sözü ile bilinmektedir. İbrahim Kafesoğlu ise, Türk-İslam sentezi kavramını gündeme getiren ilk kişidir. İbrahim Kafesoğlu’na göre milliyetçilik; kişinin milletine sevgi ve saygı hisleriyle bağlanmasıdır. İbrahim Kafesoğlu’na göre “Bizim milliyetçiliğimiz hakka, adalete saygılı, milli kültürümüzün işlenmesini gözeten, dünya medeniyetinin yücelmesine gücü yettiği ölçüde yardıma gayret eden bir düşünce tarzıdır”.
Milliyetçiler Derneği, Fetih Cemiyeti, Muallimler Birliği, Aydınlar Ocağı, Türkiye Milli Kültür Vakfı, Türk Edebiyatı Vakfı gibi birbiriyle yakın ilişkisi bulunan dernekler ve vakıfların da etkisiyle Türk-İslam Sentezi doğmuştur. Bu sentez birçok kaynaktan beslenip çeşitli kanallardan akarak bir havuzda toplanan İslamcı, Türkçü ve memleketçi akımların bileşkesidir. İslamı, sosyo politik alandan kopararak Türklükten ayırmaya çalışan resmi ideolojiyi restore etmeye yönelik, resmi ideolojiden çok sola karşı oluşmuş fikir olan Türk-İslam Sentezi’nin bu sebeple sadece Muharrem Ergin ve İbrahim Kafesoğlu’na bağlanması doğru değildir. Türk-İslam Sentezi, 1970 yılında kurulan Aydınlar Ocağı tarafından formüle edilmiş ve programlaştırılmış bir halde Türkiye’deki siyasal gündemle girmiş; özellikle de 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrasında siyasal ve toplumsal alanda belirli bir güç kazanarak hegemonikleşmeye yönelmiş bir ideolojidir. İbrahim Kafesoğlu’nun geliştirdiği şekliyle Türk-İslam Sentezi düşüncesi, 12 Eylül sonrasında iki yıllık bir süreç içinde devletin resmi görüşü olarak formüle edilmiştir. Bir 12 Eylül kurumu olan Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurulu, bu özel milli teoriyi devlet görüşü olarak kutsamıştır. Türk-İslam Sentezi, Beşinci 5 Yıllık Kalkınma Planı’na “Ek Belge” olarak girmiş Milli Kültür Raporu ile resmi belge haline gelmiştir. Aydınlar Ocağı’nın 12 Eylül’e kadar savunduğu ekonomi, kültür, eğitim vb. politikaları 1980-1983 cunta sürecinde ve izleyen ANAP iktidarları tarafından da kapsamlı bir biçimde uygulanmıştır”.
1983’ten sonra ise Turgut Özal’ın ANAP’ında rehber bir ilke haline gelmişti, ancak bu ideoloji orada, Batı’ya yetişmek için teknolojik yenilik yapma konusundaki güçlü inançla birleştirilmişti”. Bu noktada Türk muhafazakârlığının Batı’nın sadece tekniğinin alınması ve kendi kültürümüze sahip çıkılması şeklindeki geleneksel savının farklı bir formatta tezahür ettiği değerlendirilebilir. Türk-İslam Sentezi, 1970’lerin sonlarında sağ siyasette MSP’de ve Alparslan Türkeş’in MHP’sinde hayli tutulmaktaydı. Ancak MSP/ RP/İslami hareket ile MHP/MÇP/Ülkücü hareket üzerinde ideolojik hegomanya kuracak bir güç haline gelemedi; bir ortak payda arayışı olarak bu iki çizgi tabi kaldı. Ancak şu var ki, MHP çizgisi, Türk-İslam Sentezi’nin siyasal/ideolojik etkileri ile ayrışma tehlikesini 1980’lerin ortalarında çok yakıcı biçimde yaşamıştır. Tanil Bora’nın da ifade ettiği gibi MHP’de yaşanan sıkıntılar ve devamındaki ayrılıkların sebeplerinden birisi de fikri anlamdaki farklılıklardı.
BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu Türk-İslam Sentezi’nin hangi anlamda kullanıldığının önemine işaret etmektedir. BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu Türk-İslam Sentezi ile alakalı yazdığı yazısında endişesini şöyle izah etmektedir:
“Türk-İslam Sentezi şeklinde vazedilen görüşler henüz sistematik bir karakter kazanmamıştır. Bundan dolayı da farklı algılanış biçimleri vardır. İyi niyetli bir yaklaşım olduğuna inanmamıza rağmen çok önemli bazı kavramları bu şekilde ifade etmenin bizi eklektizme götüreceği yönünde bazı endişelerimiz vardır. Yani Türk- İslam Sentezi olarak vazedilen görüş henüz bir bütünlük kazanamamıştır. Görebildiğimiz kadarıyla demokrasi ve sivil toplum gibi boyutları eksiktir. Bizimle her konuda müşterek görüşlere sahip arkadaşlarımız, zaman zaman dünya görüşlerini “Türk-İslam Sentezi” olarak ifade edebiliyorlar. Bununla “sentez” kavramına yüklediğiniz felsefi ve metodolojik anlamlar bir tarafa bırakılacak olursa, Müslümanlığı varoluş sebebi, Türklüğü de hayatın bir gerçeği olarak kabul ediyorsanız eğer, bu yaklaşım, bizim de onaylayacağımız bir yaklaşım olacaktır. Tersine “Sentez” kavramına diyalektik bir yaklaşımla anlam yüklerseniz, Türk-İslam Sentezi tutarlı bir dünya görüşü olamaz. İşin ideolojik boyutunun dışında bir de siyasi boyutu var. Eğer Türk-İslam Sentezi resmi ideolojinin zaman zaman başvurduğu eklektik bir çıkış yolu ise, bunu kabul etmemiz mümkün değildir. Yani, sistemin tıkandığı noktalarda, emniyet sübabı olarak kullanılıyorsa, böyle bir yaklaşımın sağlıklı olduğu söylenemez. Türklük ve İslamiyet birbirinin tezleri değil ki, buradan bir sentez çıkartalım. Bu itibarla, “Türk-İslam Sentezi” değil, Türk-İslam Ülküsü diyoruz”. Şair ve Sosyolog Dilaver Cebeci Türk-İslam Sentezi’nin Türklerin İslam’la tanışmasından beri olduğunu ve bu olmasaydı Türklerin özünü bulamayacağını belirterek Türk-İslam Sentezi ile alakalı şunları söylemektedir:
“… Tarihimize baktığımız zaman Türklük ile İslam dini her daim yan yana olmuştur. Adı daha önce söylenmemiş olmakla beraber, tarih boyunca bu iki mefhum hep beraber olmuştur. Türklerin İslam’la karşılaşmalarından itibaren meydana çıkan bu terkip günümüze kadar varlığını korumuştur. Bazıları Türklerin Müslümanlığı kabullerinden sonra bazı özelliklerini kaybettiklerini zannederler. Halbuki durum tam tersidir. Eğer Türkler bugün hala mevcut iseler bunu İslam dinine borçludurlar. Asırlardan beri bütün Türk devletlerinde her şeye hâkim olan İslam inançları ile Türk töreleri bizi bugüne kadar getirmiştir. Yani Türk- İslam Sentezi bizim asırlardır yaşamakta olduğumuz normların veciz bir ifadesidir. Bu mefhumu yeni ortaya atılmış gibi göstermeye çalışan cahil ve maksatlı çevreler, milli varlığımızı Avrupa kültürü içinde boğmayı planlamaktadırlar. Türk milleti bu sentez içende büyük hamleler yaparak, hakkın, doğrunun ve güzelin düşmanlarını kahredeceğini bildiklerinden, Türk’e ve İslam’a karşı Haçlı Seferlerinin Piyer Lermit’liğine soyunmuşlardır. Fakat ilahi ve sosyal kanunlar hükmünü icra edecektir.
Türk-İslam Ülküsü
Türk-İslam ülküsü BBP’nin temel görüşünü yansıtan en önemli fikirlerden biridir. BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu: “Arvasi Hoca Türk-İslam Ülküsü isimli üç ciltlik eseriyle bu gençliğe büyük ışık tutmuştur. Yani gerçek manada davanın kitabını Arvasi Hoca yazmıştır” diyerek Seyyid Ahmet Arvasi’nin yazmış olduğu Türk-İslam Ülküsü isimli eserin BBP’nin fikri anlamda temel görüşü olduğunu belirtmiştir. Seyyid Ahmet Arvasi’nin vefatından sonra BBP’nin gençlik teşkilatı olan Nizam-ı Âlem Ocakları her yıl “Seyyid Ahmet Arvasi Anma Paneli” düzenleyerek Seyyid Ahmet Arvasi’nin fikirlerinin tabana yayılmasını sağlamışlardır.
Seyyid Ahmet Arvasi Türk-İslam Ülküsü adını verdiği üç ciltlik kitabını çeşitli gazete ve dergilerde yazdığı yazıların belli başlıklar altında toplanması ile 1979 yılında hazırlamıştır. Bu kitapta Seyyid Ahmet Arvasi Türk-İslam Ülküsü kavramını seçme sebebini şöyle açıklamıştır: “Din ve millet zıt değerler değildir. Bu sebepten sentez; tez ile antitez arasında olacağına göre yıllardan beri kullandığımız Türk- İslam Sentezi yerine Türk-İslam Ülküsü sözü daha uygun olur düşüncesi ile kitabımızın adını Türk-İslam Ülküsü olarak seçtik. Bunu ısrarla kullanacağız”.
Seyyid Ahmet Arvasi kitabında Türk-İslam Ülküsü’nü şöyle açıklamıştır: “Türk Milliyetçiliği, İslam’ın iman ve şuuru içinde yücelmeyi gaye edinen ve Türkün mutluluğunu burada arayan bir harekettir. Bu iddia değil, milletimizin vicdanında yatan bir gerçeğin teşhis ve tespitidir. Türkü tanıyanlar, bunu da bilirler. Ancak Müslüman Türk’ün bu hususiyetini nakte ve oya tahvil ederek yaşamaya alışmış istismarcı çevreler bertaraf edilmelidir. Türk-İslam Ülküsüne inanan insanlar iman, aşk, aksiyon ve karakter adamıdır. Bu niteliklere sahip olanlar Türk-İslam ülkücüsü olurlar”. Ülkücü Hareketin doğuşundan bugünkü çizgisine gelmesinde (Türkçülük çizgisinden İslami zemine kaymasında) şüphesiz ki, Seyyid Ahmet Arvasi’nin çok büyük katkısı vardır. Seyyid Ahmet Arvasi, Türkçülüğü İslam’la yoğrulmuş Anadolu insanında geçerli tesirinin az olacağını idrak edince İslam’la sentez yapılması gerektiğine kendini inandırmış ve tamamıyla Türkçülük olan davayı “Türk-İslam Sentezi” platformuna çekmeye başlamıştır. Hatta bu tabiri ilk olarak Arvasi değil, yine onun mücadele arkadaşlarından ve 1960 İhtilali’ni yapanlardan Ahmet Er tarafından ortaya atıldığını bizzat kendisi belirtmiştir. Belirli bir müddet davayı “Türk-İslam Sentezi” olarak lanse eden, hatta bu hususta Hergün gazetesinde aynı isimle meselenin stratejisini çizen Seyyid Ahmet Arvasi, daha sonra sentez fikrinin getirdiği zararları göz önünde bulundurarak “Türk-İslam Ülküsü” şeklinde değiştirmiştir.
Ülkücü tabanda İslam’a yöneliş sürecinde en önemli kaynak Seyyid Ahmet Arvasi’nin yazdığı Türk-İslam Ülküsü eseridir. Bu eser Ülkücü hareketin İslamlaşma sürecinde kullanılan terminolojinin ve ideolojik tutumların formüllerini oluşturmuştur. Daha sonraki süreçte ülkücü kesimin kendisini ifade ettiği isim halini almıştır. Seyyid Ahmet Arvasi’nin Hergün gazetesinde “Türk-İslam Ülküsü” başlığı ile yazdığı makaleler MHP’yi biraz daha İslam’a yaklaştırmıştır. Bu fikriyat özellikle 1969 kongresinde MHP’de belirgin olarak kendini göstermiştir. Artık ülkücüler Türk-İslam Ülkücüleri olarak anılmaya başlanmıştır. Ülkücülerin hayalleri de “Orta Asya bozkırlarında değil İlay-ı Kelimetullah’ı dünyaya yaymak için Tuna boylarında at koşturan Türkler” olarak değişmiştir.
1977 yılında Ülkü Ocakları Derneğine başkan olarak seçilen Muhsin Yazıcıoğlu kurultay salonunda Ülkücülere temel slogan olarak “Kanımız aksa da zafer İslam’ın”, “Müslümanlar Küfre karşı tek yumruk”, “Çağrımız İslam’da dirilişedir”, “Türk’üz, Müslüman’ız, İslam’ın eriyiz” gibi sloganları belirlemiştir. Ülkücü hareketteki bu değişimin en önemli sebeplerinden birisi Türk- İslam Ülkücülüğü kavramının Ülkücüler arsında yer bulmasıdır. Bu sloganlar o dönemden beri Ülkü Ocaklarının ve Muhsin Yazıcıoğlu’nun fikri ve ideolojik yapısındaki değişimin, daha sonraki MHP-BBP ayrımındaki fikri ve ideolojik farklılığı göstermesi açısından önemlidir. Muhsin Yazıcıoğlu yazdığı makalesinde Türk-İslam Ülküsü konusunda şunları söylemiştir: “İnsanların huzuru ve milletler arası barış ve sükûnet, ancak Türk Milleti’nin güçlenerek, İslam’ı hayat nizamı olarak cihana yaymasıyla mümkün olacaktır. Ülkücü gençlik olarak Nizam-ı Alem inancı ile çalışıyoruz. Bu inançla dikenli yollarda çıplak ayaklarımıza aldırmadan yürüyecek ve her türlü engeli aşacağız. Sonuçta ölebiliriz belki, ama cihat ruhu bizi mutlak zafere götürecektir. Buna inanıyoruz, çünkü gücümüzü İslam’dan alıyoruz”.
Kaynak:
Ömer UMUR; “Türk Siyasi Tarihinde BÜYÜK BİRLİK PARTİSİ”, Maarif Mektepleri Yayınevi, Ankara. (sy 280-286)
Hazırlayan:
Mahmut KÖKVER