AvrupaBatı AraştırmalarıDiasporaDin ve Politika

Marwa al-Sherbini’nin Alman Mahkemesinde Katledilmesinin Yıl Dönümü ve Müslüman Karşıtı Irkçılık (Antimuslimischer Rassismus)

Fatih ŞAHAN M.A. İlahiyatçı/İslambilimci- Almanya'da Artan İslamofobi ve Irkçılık

 

Bundan tam 11 yıl önce 1 Temmuz 2009 yılında Eczacı Marwa El-Sherbini Almanya’nın Dresden şehrinde mahkemede, ceza duruşmasında, İslam düşmanı sağcı ırkçı tarafından 18 bıçak darbesi ile 3 yaşındaki oğlunun ve kocasının gözleri önünde canice katledildi.

Marwa al-Sherbini Olayının Kronolojisi

2008 yılında Eczacı Marwa al-Sherbini Dresden şehrinde çocuğu ile bir parkta oynarken aşırı sağcı Alex W. tarafından “İslamcı” (Islamist) ve “Terörist” diye hakarete maruz kaldı. 13.11.2008 yılında ilk merci olan Dresden Sulh mahkemesinde aşırı sağcı hakaretten dolayı günlük 13 Avrodan 60 günlük para cezasına çarptırıldı. Karar aşırı sağcı ve savcı tarafından bir üst mahkemeye taşındı.

01.07.2009 tarihinde Dresden eyalet mahkemesinde gerçekleştirilen dava görüşmesinde Marwa El-Sherbini şahitlik ifadesinin akabinde aşırı sağcı tarafından bıçaklı saldırıya uğradı. Aşırı sağcı büyük bir nefret ile mahkemede bulunanların, eşinin ve 3 yaşındaki çocuğunun gözleri önünde 18 bıçak darbesiyle Marwa’yı öldürdü. Marwa’nın eşi Elwy Ali Okaz eşinin yardımına koştuğunda, katil eşini de bıçak darbesiyle yaraladı. Böylesi bir nefret duruşmasında sanığın mahkemeye bıçağı nasıl soktuğu elbette sorulması gereken önemli bir husus. Diğer taraftan mahkeme salonunda bulunan polislerin olaya müdahale etmesi beklenirken polis Marwa’nın eşini saldırgan zannederek silahla yaraladı. Marwa ile birlikte doğmamış çocuğu da katledildi.

Farklı sivil toplum kuruluşları, Müslüman dini cemaatler ve resmî kurumlar tarafından 24 Haziran- 1 Temmuz tarihleri arasında Müslüman Karşıtı Irkçılık Aksiyon Haftası olarak çeşitli etkinliklerle Almanya’da toplumun merkezine yerleşmiş olan Müslüman karşıtı ırkçılık ve İslam düşmanlığına dikkat çekilmekte ve bu konuya dair duyarlılık oluşturulmaya çalışmakta.

Kamuoyunun Tepkisi

Marwa’nın mahkeme salonunda duruşmada katledilmesi medyada aynı ton hakimdi. Medyada hakim olan dil yıllardır süregelen ırkçılığın boyutunu göstermesi açısından son derece öğreticiydi. Başlıklar, “Davalı Şahidi Öldürdü” (Angeklagter tötet Zeugin). Almanya’nın en çok okunan bulvar gazetesi Bild’de haberi aynı şekilde görmüş ve şu başlığı kullanmıştı. “Dresden’de Bıçaklı Saldırı: “Davalı Mahkemede Şahidi Bıçakladı”, (Messer-Attacke in Dresden: Angeklagter ersticht zeugin im Gericht). Yaygın medya olayı trajik olarak niteliyor, medya ve siyaset saldırının Müslüman karşıtlığı motifli olduğuna değinmiyordu. Olayın ikinci günü cinayetin motifinden bahsedilmeye başlandı ve bunun ferdi bir olay olduğu Dresden Başsavcısı Christian Avenarius tarafından dile getirildi. Yabancı düşmanlığı saikiyle cinayetin işlendiği belirtilse de katilin Marwa’yı “İslamcı” (Islamist), “Terörist” olarak suçlaması asla gündeme gelmedi. Katil’in annesi Bild am Sontag (BamS) gazetesine röportaj vermiş ve röportajında oğlunun medyanın etkisinde kaldığını ileri sürmüştü.

Almanya Yahudiler Merkezi genel sekreteri Stephan J. Kramer çok net bir şekilde olayın adını koymuş ve Marwa al-Sherbini’nin öldürülmesinin Müslümanlara yönelik toplumun uç kesiminden merkezine kadar yerleşmiş olan nefret propagandasının bir sonucu olduğunu belirterek Müslümanlarla dayanışma içerisinde olduklarını açıklamıştı.

Müslüman Karşıtı Irkçılık (Antimuslimischer Rassismus) Nedir?

Müslümanlara yönelik ayrımcılığı, nefreti ve düşmanlığı ifade etmek için “İslamofobya” (Islamophobie,), “İslam Düşmanlığı” (Islamfeindlichkeit), “Müslüman Karşıtı Irkçılık” (Antimuslimischer Rassismus) gibi çeşitli kavramlar kullanılmaktadır.

Başlı başına bir ideoloji olarak ırkçılık, “ırksallaştırma” (Rassifizierung) kavramına dayanmaktadır. Irksallaştırma, ırk kategorisinin kullanılması ve bununla bağlantılı birtakım özelliklerin ve niteliklerin kişileri daha doğrusu insan gruplarını belirgin bir şekilde öteki olarak vasıflandırma süreci olarak görülmektedir (Kuhn, Iva: 2015). Yine aynı şekilde ırk kategorisi, ırkçılık ile oluşturulmuş, icat edilmiş bir yapı. Irkçılık, kişileri ve kişi gruplarını değerlendirmeye tabi tutarak sınıflandıran, belirli bir değere göre ayrıştırmaya yarayan bir araç. Irkçılık bir metot olarak insanları sınıflandırmaya ve hiyerarşik bir yapıda ele alınmasına hizmet etmektedir (Kuhn: 2015). Irkçılık aynı zamanda bir ötekileştirme, ötekini inşa etme yapısı olarak da görülmektedir.[1] Buna göre Müslümanlar Almanlardan ayrılmakta, (Onlar bizden farklı), homojenleştirilmekte (Müslümanların hepsi aynı) onlara has bir takım (negatif) nitelikler izafe edilmekte (Müslümanlar kültürleri ve dinleri gereği böyle), insanlar dış görünüşlerinde, isimlerine veya kendilerine izafe edilen kökenlerinden dolayı Müslüman olarak sınıflandırılmaktalar.[2] Böylece Müslümanlar toplumsal kötülüğün metaforu yapılmakta. Müslüman karşıtı ırkçılık insanları belirli bir kültür, din ve köken tasavvurları ile özdeşleştirdiği için ırkçılıktır. Irkçılığın başka bir türü olan Müslüman karşıtı ırkçılık (Antimuslimischer Rassismus) ta din adeta biyolojik bir nitelik, alamet olarak kullanılmakta.

Irkçılık antropolojik olarak insanda var olan bir unsur olmayıp bir analiz perspektifi olarak görülmekte. Buna göre belirli bir hegemonya (egemenlik) şeklini meşrulaştırmak için bir grup icat edilmekte. Bu gruba, zor, tehlikeli, barbar, cinsel dürtüleri ile hareket gibi bir takım olumsuz sıfatlar, nitelendirmeler yapılmaktadır. Barbar, gelişmemiş, kendisi için tehlike oluşturan bu grup ile mücadele edilmesi gerekmektedir. Kendi hegemonyasını, egemenliğini meşrulaştırmak için artık bu kötü ile mücadele edilmesi gerekmektedir. Bu mücadele değersizleştirme, dışlama baskı altına alma, şiddet ve soykırım (Holokaust) olarak ortaya çıkmaktadır.

Irkçılık, doğal ve evrensel değildir, başka bir ifadeyle tarih-dışı olmayıp bilakis insani bir kültür, insani düşüncenin bir ürünü, insani eylemin bir formu olup tamamen tarihi bir fenomendir. Aynı zamanda bu, ırkçılığın dönüşebilir olduğu anlamına gelmektedir. Nitekim ırkçılık, insanlık tarihi boyunca (Geulen, Christian: 2014) değişikliğe uğrayarak farklı formlarda hep karşımıza çıkmaktadır. Almanya’da İslam Düşmanlığı, Müslüman karşıtı ırkçılık günümüzde ırkçılığın en çok yayılan formu olarak karşımıza çıkmaktadır. Irkçılık bütün şekilleriyle (formlarıyla) insan haklarına aykırı olup, ırkçılığa maruz kalan kişinin onurunu hiçe saymakta ve toplumsal barışı tehlikeye sokmaktadır  (Interkultureller Rat 2008).

Müslüman olmak herhangi bir ırk aidiyeti içermediği halde, Müslümanlar, Müslüman olmak ırksallaştırılmaktadır. Müslümanlar homojen bir grup olarak görülmekte ve bir takım olumsuz nitelikler atfedilerek ötekileştirilmektedir. Araştırmalar, Müslümanların ayrımcılığa maruz kalmalarının onların dindarlığı ile ilgili olmadığını ortaya koymaktadır. Müslüman karşıtı nefretin, ırkçılığın kurbanı olmak, bunlara maruz kalmaları Müslümanların dini aidiyeti ve kültürleri neden olarak gösterilmektedir. FDP Başkanı Christian Lindner Türklerin ayrımcılığa maruz kalmalarını onların yeteri kadar uyum sağlamamasından kaynaklandığını ileri sürdü. Bu tür sağcı popülist siyasi dil ve argümanlarla toplumun merkezine yerleşmiş olan ırkçılığın ve Müslüman düşmanlığının nedeni olarak yine Müslümanlar, onların dini ve kültürel farklılıkları gösterilmektedir (Attia, İman. Häusler, Alexander. Schooman, Yasemin; 2014). Açık bir şekilde Müslüman karşıtı nedenlerle gerçekleştirilen şiddetten sonra bile kurbanın din ve kültürüne dair tartışmalar yapılmakta. Müslüman karşıtı ırkçılığın kurbanına, mağduruna suç atfedilmekte, uyumu reddetme iddiası gündeme getirilmekte, onun dini ve kültürel farklılıkları Müslüman karşıtı ırkçılığın nedeni olarak gösterilmekte. Müslümanlara ve Müslüman olarak algılanan insanlara yönelik ırkçılık, ırkçılık olarak algılanmamakta ve buna karşın daha az fark edilir bir şekilde kalmaktadır (Attia, İman/Häusler, Aleyander/Shooman, Yasemin: 2014).

İslam düşmanlığı fenomeni, toplumda yaşayan azınlık vatandaşların, dini, kültürel ve siyasi argüman ve söylemlerle ayrımcılığa maruz bırakan ve dışlayan bir nefret olarak tanımlanmaktadır. (Benz, Wolfgang: 2012) Bu tanımlamaya göre insanların sadece ait oldukları dinden dolayı, Müslüman oldukları için belirli bir nefrete, ayrımcılığa uğramaktalar. Bir araştırma sonucuna göre Almanların yüzde 80’i İslam’ı “fanatik”, ve “şiddet dini”, olduğunu düşünüyor. Bu sonuç elbette ki insanların Kur’an’ın, İslam’ın içeriği ile uğraşmalarıyla elde edilen bir sonuç değil. Belirli bir geleneğe, kültüre, dine ve tarihe dayanan nefret ile oluşturulan korku ve antipati ile düşman imajı kurgulanmakta (Benz, Wofgang: 2012).

Müslüman Karşıtı Irkçılık Toplumun Merkezine Yerleşmiş Toplumsal Bir Gerçek

Irkçılık, (Rassismus), İslam Düşmanlığı (Islamfeindlichkeit), Müslüman Düşmanlığı (Muslimfeindlichkeit), Müslüman karşıtı ırkçılık (Antimuslimischer Rassismus) Almanya’da birlikte barış içerisinde yaşamı, toplumsal birlik ve beraberliği tehdit etmektedir. Almanya’da ve Avrupa’da İslam’a ve Müslümanlara karşı ön yargı gittikçe artmaktadır. Avrupa ve Almanya çapında yapılan güvenilir ilmi araştırmalar bunu ortaya koymaktadır.[3] Bielefeld Çatışma ve Şiddet Araştırmaları Enstitüsü aralarında “İslam Düşmanlığı’” nın da olduğu “Gruba Odaklı İnsan Düşmanlığı” (Gruppenbezogene Menschenfeindlichkeit)’na dair düzenli olarak araştırmalar yapmakta. Bu araştırmanın sonuçları İslam’a ve Müslümanlara dair olumsuz ifadelerin kabul görmesinin oldukça yüksek olduğu ve buun toplumsal olarak geniş bir şekilde yaygın olduğu gerçeğini ortaya koydu. (Heitmeyer, Wilhelm: Deutsche Zustände. Folge 10, 2012) Almanya’da Müslüman karşıtı ırkçılığa dair önemli çalışmalar yapan bu konudaki tartışmaların seyrini belirleyen İman Attia ve Yasemin Schooman’a göre: “Aşırı sağcı kesimdeki Müslüman Karşıtı ırkçılığın belirli bir görünümü var ancak günlük ırkçılıkta ve çeşitli toplumsal tartışmaların içerisine yerleşmiş durumda. Müslüman karşıtı ırkçılık, İslam’a ve Müslümanlara dair genel bilgi ve günlük konuşmalarda, Müslüman olarak görünen, algılanan insanların topluma eşit katılımını engelleyen, onların kaynaklarını bloke eden, onlara yabancı ve istenmedikleri duygusunu gösteren sosyal bir pratik olmuş durumda (Attia, İman/Häusler, Aleyander/Shooman, Yasemin: 2014).

Ferda Ataman, yeni sağcıların nefretlerini her şeyden önce Müslümanlara yönlendirdiğini ve böylece toplumun tam merkezini hedef aldıklarını belirtiyor. Avrupa’da ve özelde Almanya’da Müslüman karşıtlığı ve Müslüman düşmanlığı başarılı bir propaganda aracına dönüşmüş durumda. Almanya’da her iki kişiden biri azınlıklardan dolayı kendisinin Almanya’da yabancılaştığı duygusu taşıyor.

Almanya’da İslam düşmanlığı ve Müslüman Düşmanlığı saikiyle işlenen suçlar 2017 Ocak ayından itibaren bu kategoride istatistiklere girmiyordu. 2017 yılından itibaren bu kapsamda işlenen suçlar İslam ve Müslüman Düşmanlığı adı altında nefret suçu olarak kayıt altına alınmaktadır. Buna rağmen resmi kayıtlara girmeyen, karanlıkta kalan olayların sayısı da oldukça fazla olduğu belirtilmektedir.

Alman Merkez Bankası eski yönetim kurulu üyesi Thilo Sarrazin, 2010 yılında yazdığı ve uzun süre Almanya’da Bestseller en çok satan kitaplar arasında liste başı olan “Almanya Kendini Yok Ediyor” (Deutschland schafft sich ab) adlı kitapta, zekânın genetik olduğunu ve eğitimsiz Türk ve Arap göçmenler nedeniyle Alman toplumunun aptallaştığını iddia ederek, ırkçılığı ve Müslüman karşıtlığını körüklemişti. Irkçılığın Alman toplumunun merkezine yerleşmesinde Sarrazin efektinden de söz edilmektedir. Birleşmiş Milletler Irkçılıkla Mücadale Komisyonu’nun (CERD) Thilo Sarrazinin açıklamalarının ırkçı açıklamalar olarak tescil etti. Almanya uzun yıllar bir göç ülkesi olduğu gerçeğine gerek siyaset gerekse toplum olarak gözlerini kapadı.

Toplumda yaygın olan İslam ve Müslümanlara karşı ön yargının müsebbibi olarak yine bazı Müslümanların yapmış olduğu terörist eylemler gösterilmektedir. Ancak İslam’a karşı olan antipati, 11 Eylül 2001’deki terörist saldırılardan veya 2 Kasım 2004’te Theo van Gogh’un öldürülmesinden kaynaklanan yeni bir olgu değildir. İslam düşmanlığı, yüzyıllardır Avrupa ruhunun derinliklerinde yanan ve çirkin yüzünü bugüne kadar hiç kaybetmemiş tarihsel bir lekedir (Schneiers, Thorsten Gerald: 2010).

Irkçılık ile Etkin Mücadele

Devletin ayrıştırıcı ve güvenlik eksenli İslam politikaları Müslüman karşıtı ırkçılığın devlet eliyle toplumda kalıcı hale gelmesine sebebiyet vermektedir. İslam Almanya’ya ait değildir, Müslümanlar dinlerini anayasanın ön gördüğü değerlere uygun bir şekilde dinlerini modernize etmeliler gibi bir takım siyasi söylemlerle, Müslümanlara karşı ön yargılar toplumda pekiştirilmektedir.

19 Şubat’ta Hanau’da dokuz göçmen kökenli insanın öldürüldüğü ırkçı saldırının ardından göçmen derneklerinden gelen açık mektup neticesinde Almanya’da federal hükümet bünyesinde aşırı sağ ile mücadele kabine komisyonu oluşturulması kararlaştırdı. Komisyon ilk toplantısının ardından Ekim ayına kadar kapsamlı bir yasa tasarısı hazırlayacak.

Irkçılık ile mücadele anlamında bir diğer önemli gelişme Federal Hükümetin Müslüman karşıtı ırkçılık ile mücadelede bağımsız bir komisyon kurulması. İçişleri bakanı Seehofer (CSU)’in açıklamasına rağmen bu konuda henüz bir gelişme olmaması, Sol Parti (Die Linke) tarafından eleştirilerek, Federal Mecliste hükümetin İslam düşmanlığı ve Müslüman karşıtı ırkçılık konusunda cevaplaması için büyük ve kapsamlı bir soru önergesi verdi.

Irkçılık ile mücadele komisyonun açıklandığı ulusal uyum zirvesinde Başbakan Merkel yaptığı konuşmada ırkçılık ve İslam karşıtlığını eleştirdi, toplumsal barışın önemine vurgu yaptı.

Hanau’daki terör saldırısı sonrasında yaşanan tartışmalara değinen Merkel, “Bu olayın adını koymak önemli. Bu bir aşırı sağcı eylemdir. Lafı dolandırmaya gerek yok” açıklamasında bulundu. Göç ve Uyumdan Sorumlu Devlet Bakanı Annette Widmann-Mauz’da aşırı sağcı terörün tehlikelerine dikkat çekmiş ve, “Aşırı sağ şiddet şu anda ülkemizdeki en büyük tehlikedir” demişti. Widmann-Mauz, “Irkçılığı tanımamız, adlandırmamız ve onunla mücadele etmemiz gerekiyor” dedi.

Müslüman karşıtı ırkçılık elbette sadece Müslümanlara karşı ön yargılardan oluşmamaktadır. Tarihsel, kültürel ve dini arka planı olan Müslüman karşıtı ırkçılık aynı efekte sahip olsa da farklı kaynaklardan beslenmektedir. Alman toplumunda İslam algısı kendi yaşam tarzı için bir tehdit olarak görülmektedir.

Müslüman karşıtı ırkçılık sadece aşırı sağ kesime indirgenemez. Toplumun merkezine yerleşmiş olan ve Müslümanların okulda, eğitimlerinde, meslek edinmede, iş bulmada, iş yerlerinde, devlet kurumlarında, ev kiralama vb. daha birçok alanda günlük ırkçılığa maruz kalmaktalar.

Marwa al-Sherbini’nin Alman mahkemesinde canice katledilmesinde olduğu gibi, Müslümanlara yönelik, şiddet ve terör eylemlerine dönüşebilmektedir. Bu durum azınlık olarak sadece Müslümanlara yönelik veya Yahudilere yönelik bir tehdit olmaktan ziyade Alman toplumuna, toplumsal ve siyasi düzenine yönelik bir tehdit olarak da karşımıza çıkmaktadır. Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier, Ramazan Bayramı mesajında Müslümanlar ve camilere yönelik saldırılara dikkat çekerek Müslümanları korumanın devletin olduğu kadar toplumdaki her bireyin de görevi olduğunu belirtti.

Almanya Federal Anayasayı koruma dairesinin en son raporunun kamuoyuna duyurulması ile ve göreve geldiğinde İslam Almanya’ya ait değildir açıklamasında bulunan, daha önceki federal seçimlerde bütün sorunların anası göçtür açıklamasında bulunan, halen mevcut hükümetin kurulması ile içişleri bakanlığına aynı zamanda İmar ve Yurt Bakanlığı[4] ibaresini de getiren Hristiyan Sosyal Birlik Partili içişleri Bakanı Horst Seehofer (CSU) Almanya’daki en büyük tehdidin aşırı sağcılık olduğu açıklamasında bulundu. İçişleri, İmar ve Yurt Bakanının bu açıklaması, kendi başına örgütlendiği ortaya çıkan aşırı sağcı bir terör örgütünün 10 eyalette 10 camiye saldırı hazırlığında iken emniyet güçleri tarafından yakalanması, Hanau’da aşırı sağcı teröristin masum insanları (göçmenleri) katletmesi, Alman ordusunda son yıllarda ortaya çıkan, X gününde bir iç savaş için hazırlık yaptıkları ve organize oldukları ortaya çıkan onca olaydan sonra oldukça geç kalmış bir açıklama olarak kayda geçmektedir.

Almanya’nın İslam Politikaları Müslüman Karşıtı Irkçılığı Toplumda Pekiştiriyor

Toplumda olduğu gibi ilmi alanda da Devlet ve İslam tartışmalarında güvenlik boyutu önemli bir rol oynamakta.

Almanya’da İslam ve Müslümanlara dair konular güvenlik boyutu, ulusal güvenliğin bir konusu olarak ele alınması, toplumda Müslümanları genel zan oluşmasını pekiştirmekte. Eyaletlerde İslam din dersini başlatırken siyaset Müslüman gençleri aşırılıktan önlemek ve İslam din dersini sözde merdiven altı camilere, aşırılara bırakılmaması gerektiğini gerekçe göstermekte. Yine aynı şekilde İslam ilahiyat merkezlerinin kurulmasını da “İthal İmamlar”ın önüne geçmek için ilahiyat fakültelerinin açılması gerektiği siyasi bir argüman olarak ileri sürüldü. Bütün bunlar Müslüman dini cemaatlerin toplumda yabancı olarak ele alınmasını, toplumsal barışı ve milli güvenliğe tehdit eden bir unsur olarak algılanmasını pekiştirmekte. Bunun bir sonucu olarak Müslüman dini cemaatler Eyaletlerde anayasandan kaynaklanan bir hak olan kurumsal din özgürlüğünden mahrum bırakılmakta, diğer dini cemaatlere, kiliselere ve Yahudi cemaati ile eşit muamele görmemekte. Müslüman dini cemaatlerin eyaletlerde dini cemaat olarak tanınma, İslam din dersine muhatap olma ve manevi rehberlik hizmetlerini verme gibi tamamen dini cemaate ait olan ve buralarda devletle iş birliğini ön gören alanlardan, haklardan anayasaya, Alman devletine sadakat, kadın-erkek eşitliği, demokratik değerlerin kabulü gibi Müslümanlara yönelik mevcut ön yargılardan hareketle ileri sürülen bahanelerle Müslümanların kurmuş oldukları dini cemaatlerin tanınma süreçleri geciktirilmekte. Yine devlet bu alanlarda Müslüman dini cemaatlere alternatif aktörler oluşturmakta ve dini cemaatin alanlarını kendi belirlediği “İyi Müslümanlar” la şekillendirmekte. Diğer taraftan aşırı sağcı AfD partisinin eyaletlerde ve federal düzeyde yükselişi bahane gösterilerek, Müslüman dini cemaatlerin kurumsal din özgürlüğü akamete uğratılmaktadır. Bu durum şimdilerde sosyolojik bir vakıa olarak göçmenlikten, yerelliğe geçisin apaçık bir göstergesi olan yeni camii inşaatında da bahane olarak ileri sürülmektedir. Yerel seçimlerde, eyalet seçimlerinde ve federal seçimlerde aşırı sağcı parti AfD’nin yeni cami inşaatını siyasi olarak araçsallaştıracağı ileri sürülerek Müslümanların yeni ibadethane inşa etme talepleri geri çevrilmekte.

İslam ve Müslümanlar toplumun bir parçası olarak da görülmediği için toplumda mevcut Müslüman karşıtı ırkçılık devlet kurumları ve toplum tarafından bu şekilde kabul görmemekte. Bundan dolayı devletin de Almanya’nın toplumsal barışını tehdit eden Müslüman karşıtı ırkçılığa dair belirli bir stratejisi de yok. Bununla birlikte Müslümanların da devlete yönelik talepleri dışında içinde bulundukları toplumda, günlük hayatın her alanında Müslüman olmaktan kaynaklanan ayrımcılık, nefret ve ırkçılığa karşı geliştirdikleri bir stratejileri de yok. Irkçılığın ne olduğu, ırkçılığı tanıma, ırkçılığın dilini, argümanlarını, yapısını dayandığı, tarihi, kültürel ve dini arka planı bilme vb. konular Müslümanlara oldukça yabancı. Irkçılık ile etkin mücadele aynı zamanda kişinin kendi perspektifini değiştirmesi, kendisini, kendinde var olan ırkçılığı ve almış olduğu eğitimi de sorgulamasından geçmektedir.

 

Fatih ŞAHAN M.A.

İlahiyatçı/İslambilimci

[1] https://www.bpb.de/politik/extremismus/radikalisierungspraevention/302514/was-ist-antimuslimischer-rassismus

[2] https://www.bpb.de/politik/extremismus/radikalisierungspraevention/302514/was-ist-antimuslimischer-rassismus

[3] https://www.chathamhouse.org/expert/comment/what-do-europeans-think-about-muslim-immigration

[4] https://www.dw.com/tr/almanya-t%C3%BCrk-toplumundan-yurt-bakanl%C4%B1%C4%9F%C4%B1-tepkisi/a-42536592

Daha Fazla Göster

Andcenter Editör

Çankırı İli, Orta İlçesi Kalfat Kasabası’nda 1993 yılında dünyaya geldi. İlköğretimi kendi köyünde tamamladı. 2007 senesinde Tevfik İleri Anadolu İmam-Hatip lisesine kayıt oldu. 2011 senesinde Tevfik İleri Anadolu İmam-Hatip Lisesi'nden mezun oldu. Aynı sene Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesine başladı. 2016 yılında Ankara İlahiyat’tan mezun oldu. Aynı sene Ankara Sosyal Bilimler Enstitüsü Din Sosyolojisi bölümünde yüksek lisansa başladı. Yüksek Lisans eğitimini Ankara Yıldırım Beyazit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Din Sosyolojisi Bölümü’nde tamamladı. Şuan aynı enstitüde doktora eğitimine devam etnektedir. Gaziantep ili, Şahinbey ilçesinde 2017-2018 Eğitim-Öğretim yilinda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenliği görevini yaptı. Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Sosyolojisi Anabilim dalında Arş. Gör. olarak çalışti.Suan Ankara Yıldırım Beyazit Üniversitesi İslami ilimler Fakültesi'nde araştırma görevlisi olarak çalışmaya devam etmektedir.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
Kapalı