Bir Müslüman çoğunluklu ülke düşünün ki cihatçılığın yayılmasını varoluşsal bir tehdit olarak görüp onu yenilgiye uğratmak için kendi halkını kurban etmeye dahi razı ve istekliydi. Farz edin ki bu, büyük nüfusu, güçlü ordusu ve bolca doğal kaynağıyla cihatçı tehlikeyi kendinden uzak tutan bir ülkeydi. Yine farz edin ki coğrafi olarak Müslüman dünyanın tam kalbindeydi; öyle ki her biri farklı düzeylerde istikrarsızlığı tecrübe eden Kafkaslar, Ortadoğu, Orta Asya ve Güney Asya’ya gücünü yayacak şekilde ideal bir noktadaydı. Son olarak düşünün ki bu ülke, bir zamanlar -Soğuk Savaş yıllarında SSCB’ye karşı Amerikan çevreleme stratejisinin mihenk taşı olmuş- ABD’nin bir müttefikiydi ve tekrardan bir müttefike dönüşebilirdi.
Yazının devamını okumak için TIKLAYINIZ