KişilerKuramlarMarifet Divanı AkademiTerimlerYöntem

Toplumsal Alanlar Teorisi- Darek Layder (Sosyal Teoriye Giriş)

Mehmet Emin Sarıkaya

 

”  Diğerleri ile birlikteyken bir birey olarak bağımsızlığını sürdürmek muhtemelen toplumsal hayattaki temel varoluşsal problemdir. ”

Derek Layder, Sosyal Teoriye Giriş eserinde temel sosyolojik düalizmler üzerinden sosyoloji ekollerini anlatarak bir sonuca, yani kendi teorisi olan Toplumsal Alanlar Teorisi’ne varmaktadır.

İlk olarak Parsons analizi ile başlamaktadır. Parsons’ın çalışması kapitalist toplumu, Marksist analizlerdeki eleştirilere karşı savunma girişimi olarak görülebilir. Parsons sistem teorisi, gerçeklik ve model arasında, gerçeklikte sistemler arası ayrımın bu kadar net çizilemeyeceğine olan vurguda aranmalıdır.

  • Makro-Mikro Bağlantısı

Parsons için bireysel kimlik ile toplumsal sistem arasındaki ilişkiyi sağlayacak kavram toplumsal rol’dür. Kalıp değişkenler olarak ifade edilen dikotomik ilişkiler ise basit bir şekilde bireysel özgürlük yerine rol kalıpları üzerinden sistem analizi imkanı oluşturmaktadır. Ancak bu kalıp değişkenler üzerinden gerçekleşen roller oldukça ideal ve somut değişkenleri göz ardı eden bir yaklaşıma sahiptir. Parsons’ta uyuma olan aşırı vurgu, uyumsuzluğu ve güç eşitsizliği gibi durumları göz ardı eder. Aynı zamanda informal ilişkilerde insanlar belirli ilkelere göre hareket etme noktasında da isteksizdir. Çünkü insanlar ve toplumsal yapılar arası temel bağlantı noktası rol değil pratiklerdir. Parsons her türlü eleştiriye rağmen sistemlerin oluşumsal doğasına olan vurgusu ve toplumun kısmen bağımsız özellikleri olarak etkinlikler ve kurumların ‘’düalist doğasına’’ olan vurgusu ile ontolojik derinliğe sahip bir toplum anlayışı ile ön plandadır.

  • Farklı Marksizmler

Marx’ın düşünceleri, bir bolümü kapitalist toplumların doğasıyla ilgili daha farklı sonuçlara ulaşan çeşitli Marksizmlere yol açmıştır.  Marx insanların (besin, giyim, barınak gibi) maddi ihtiyaçlarının önemini vurgular. Onun ‘materyalizm’i siyasal, ahlaki ve ekonomik düşünceler, değerler ve teorilerin belirleyici etkisini vurgulayan ‘idealizm’le keskin karşıtlık içindedir.

Marx’a göre, toplum mevcut kapitalist evreye ulaşmak için bazı tarihsel aşamalardan -kabile toplumları, antik toplum ve feodal toplum aşamalarından- geçmiştir. Marx işçi sınıfını devrimci çabalan sonucunda kapitalist toplumun aşıp sonunda komünizme geçileceğini umar. Sınıfsal eşitsizlikler ve güç ilişkileri tarihsel olgulardır. Birincil önemde olan ekonomik kurumlar maddi çıkarlar ve sınıfsal ayrışmalar üretir.

Modern kapitalist toplumlar, üretim araçlarına ve böylece mülksüz işçiler üzerinde güce sahip olan ve onları ekonomik olarak sömüren burjuvazinin egemen konumda olduğu iki sınıflı bir modele dayanır.

Yapısal Marksistler ‘burjuva bireycilik’ miti olarak gördükleri düşünceden uzak durur ve bu yüzden ‘nesnel’ bir analiz üretmek için bir ilgi odağı olarak bireyi bir kenara iter. Onlar teori ve kanıt ilişkisi konusunda ’empirisist’ bir görüşten ziyade ‘rasyonalist’ bir anlayışa sahiplerdir. Daha ılımlı ve kucaklayıcı bir bireysel kişilik oluşumu anlayışına sahip başka, daha hümanist Marksizm birimleri de vardır. Foucault ve post-yapısalcılar yapısal Marksizm eleştirisi ile gücün daha ziyade parçalı doğasına ve lokalleşmiş olduğuna vurgu ile karşı çıkarlar.

  • Anlamlar Durumlar ve Deneyimler

Sembolik etkileşimci, fenomenoloji ve etnometodoloji gibi hümanist sosyal teorilere göre yapı kavramı yanlış bir düşünmeden ibarettir. Bu nedenle bu ekoller düalizmlere karşıdır. Toplum basitçe bişeyler yapan insanlardan oluşur. Mead, sembolik etkileşimciliğinde dış etkenlerden ziyade insanın iç benliğine, refleksivitesine, esnek ve yaratıcı tepkilerine odaklanır. Blumer ise yorumlama üzerine değişikliğe uğrayan, toplumsal etkileşim ile oluşan ve insan davranışlarını belirleyen anlam üzerine yoğunlaşmaktadır. İnsani güdüler bu çerçevede gerçekliği sorgulamadan uyulan toplumsal olarak kabul edilebilir davranışlardır. Bu bağlamda kendisini oluşturan bireylerden bağımsız bir yapı olarak toplum fikri reddedilmektedir. Gofmann’a göre bireyler toplumdaki rollerini ifade ederken izleyici önündeki oyuncular gibi kendi benliklerinin dışında hareket edebilirler. Sembolik etkileşimciler duygu, bilinçdışı ve irrasyonalite ile ilgilenmedikleri, toplumsal dünyanın küçük ayrıntıları ile gereğinden fazla ilgilendikleri, güç eşitsizliklerini göz ardı ettikleri için eleştirilmişlerdir.

  • Algılama ve Başarma

Bireylerin dünyaya ilişkin yaşanılan deneyimleri nasıl algıladıklarını ele alan fenomenoloji, Schutz’da anlamın özneler arasılıkla ortya çıkması, birbirimizle ortak bilgiler, karşılıklı perspektifler ve tipleştirici dil kapasiteleri sayesinde kurduğumuz ilişki oalrak tanımlanır. Fenomenoloji ve etnometodoloji geleneksel sosyolojik yaklaşımların ötesine geçtiğini iddia etse de aslında onları tamamlar. Makro ve yapısal düzen fikrini reddeden Garfinkel toplumsal düzenin bireylerin farklı ortalardaki bireysel etkinlikleri çerçevesinde oluştuğunu ifade eder. Berger ve Luchmann’ın Gerçekliğin Sosyal İnşası toplumun nesnel yanlarının önceden var olduğunu kabul ederek işe başlar ancak bireyleri yapının kontrolünde mekanik birimler olarak tanımlamaktan uzak dururlar. Ancak bu yaklaşımlarında esas dikotomik problemin çözümünü sağlayamazlar. Bu bağlamda fenomenoloji, sembolik etkileşimcilik ve etnometodoloji sosyolojinin ilgisini deneyimin önemine, bağlama göndermeliliğe, anlamın özneler arası oluşuna, lokal pratiklere yönlendirse de sosyal problemlerin asıl kaynağını görmezden gelme yanılgısına düşmektedir. Ancak lokale olan bu ilgi indirgemeci bir yaklaşımı berberinde getirmektedir.

  • Köprüleri Yıkmak ve Yakmak

Foucault, bu köprüleri yıkan veya yakanlardan biri olarak tanımlanabilir. Foucault, güç ilişkilerini anlayabilmek adına merkezden özneyi alarak yerine söylemi getirir. Böylece öznenin etrafında gerçekleşen ilişkiler daha ne t açığa çıkacaktır. Bu çerçevede çalışmalarında 17. Yydan itibaren ortaya çıkan gözetime dayalı disipline edici gücü inceler. Bedene de odaklana Foucault biyo-iktidar kavramı ile beden üzerinde söylemleri kovuşturur.  Gücün lokalleşmesi vücudumuzdaki damar ağları gibi toplumun her yanına yayılan bir denetimi beraberinde getirir. Marksizmin ön görüsünü genişleterek sömürüyü toplumun farklı birimlerinde izler. Ancak Foucault’un açıklamalarında ki bu akışkanlık sabit iktidar ilişkilerini açıklamada sosyoloğun önüne bir perde gibi inmektedir. Benliğin doğasına dair sonraki açıklamaları bireysel kimliğin söylemler tarafından belirlendiğine dair öngörüleri ile çelişmektedir. Foucault’da özneler arasılığın bağımsız etkinliği dikkate alınmamaktadır.

  • Makro ve Mikronun Ötesinde Yanlış Problemleri Terk etmek

Bourdieu, habitus kavramı ile etkileşimci ve fenomenolojik yaklaşımları birleştirmeye çalışmıştır. Habitus, nesnel bağlam ve dolaysız etkinlik durumlarını birleştirmeye çalışır. Böylece nesnel toplumsal bağlamı da teorisine katmaktadır. Bu anlamda davranışın dış toplumsal bağlamı olarak geleneksel yapı anlayışını sürdürmektedir. Habitus, bu anlamada daha çok Giddens’ın teorisindeki yapı kavramının rolünü yüklenir. Yani insanların etkinliklerini gerçekleştirmek için başvurdukları kaynaklardır. Böylece eylem potansiyelini de sınırlar.

Dorotha Smith’in feminist sosyal teorisi, gündelik hayattaki dışsal eşitsizlikleri kabul etmekle birlikte bir özne olarak kadın ve eylemine odaklanır. Alexandre Jefrey ise sosyal davranışı ancak kolektif olgular üzerinden açıklayabileceğimizi ifade etmektedir. Bu anlamda yeni işlevselcilik olarak tanımlanan akıma yaklaştığı ifade edilebilir.  Randall Collins ise makro yapıların mikro karşılaşmaların neticesinde oluşacağını ifade eder. Ancak makro ve mikro yapılar birbirine indirgenemeyecek temel farklara sahiptir.

  •  Toplumsal alanlar teorisi

 

 Toplumsal gerçekliğin bütün yönleriyle değerlendirilmeye çalışıldığı bir teoridir. Layder, bu teoriyle makro-mikro, faillik-yapı ve birey-toplum düalizmlerine bir çözüm bulma girişimine dâhil olmuştur. Onun için birey ve toplum, birbirinden tamamen bağımsız ve ayrı iki gerçeklik değildir. Bunlar, toplumsal gerçekliğin yalnızca farklı yansımalarıdır. Ve toplumsal gerçeklikte birbiri ile ilişkili alanlardan bahsedilebilir. Bu çerçevede toplumsal gerçekliği sadece uzlaştırılması veya sentezlenmesi gereken yapı-faillik gibi düalizmlere indirgeyen kuramlar ve Foucault (Postmodernler), sembolik etkileşimciler, fenomenologlar, Giddens, Elias, Bourdieu, Berger ve Luckmann gibi düşünürleri de içine alan geniş bir yelpazenin fikirleri tartışılarak reddedilir. Faillik-yapı düalizmini aşmaya çalışan ama onun yerine ‘söylemsel pratikler’ (Foucault), ‘toplumsal pratikler’ (Bourdieu), ‘figürasyon’ (Elias), ‘yeniden üretilen toplumsal pratikler’ (Giddens), ‘müşterek eylem’ (S. Etkileşimcilik), ‘lokal pratikler’ (Fenomenoloji) gibi kavramları koyarak bütünleştirmeci bir yaklaşımla toplumsal gerçekliğin derinlik, zenginlik ve karmaşıklığını kaybeden görüşlere karşın bir çözüm önerisi sunulmaktadır.

Bu çerçevede oluşturulan toplumsal alanlar teorisinin ana başlıkları şu şekildedir:

 

  1. Psiko-biyografi Alanı Psiko-biyografi katmanı, bireyin toplumsal varoluşunu ve kişisel özelliklerini kapsar. Bu alan kişinin özel deneyimlerinin bir haritasıdır. Layder, özellikle rasyonel seçim teorisinde olduğu gibi, bireyi sadece rasyonel esaslara göre davranan bir varlık olarak görmenin hatalı bir yaklaşım olduğunu söyler. Kişinin davranışları çok genel bir kavram olan toplumsal eyleme indirgenmemelidir. Kişisel deneyimlerin izleri, psiko-biyografi ile toplumsal alanda takip edilerek bireyler arası çeşitlilik atlanmamış olacaktır.

 

  1. Durumsal Etkinlik Alanı Psiko-biyografiyle yakın ilişkide olan durumsal etkinlik, toplumsal etkileşimin pratik boyutunu oluşturur. Yani, toplumsal etkinlik “‘yaşanılan zamanda’ insanlar arasındaki ilişkilerin pratik odağını temsil eder ve aslında toplumsal gerçekliğin öznel ve nesnel boyutlarıyla dolayımlanır. Durumsal etkinlik bir uğrak anı olarak kişilerin öznel, dışsal ve durumsal hallerinin bir kar(ş)ı(la)şımını ifade eder. Yani s. etkileşimciler yahut fenomenologların dediği gibi anlam sadece karşılaşmaya özgü değildir. Öncesinde kişinin mental durumu ve dış etkenler de oldukça önemlidir. Aslında bireylerin duyguları, güçleri ve karşılıklı etkilerinin karşılaşma anında gerçekleşen kompleks bir karışımıdır. Kişi açısından durumsal etkinlikler kabul, tasdik, katılma ve onay görme arzusunun karşılanmasını içerir.

 

  1. Toplumsal Ortamlar Alanı Toplumsal ortamlar, durumsal etkinlikle ilişkili olarak, durumsal etkinliğin dolaysız ortamını oluşturur. “Toplumsal hayatın sistemsel (yapısal) boyutlarını geçmiş toplumsal etkinliklerin hâlihazırda davranışı etkileyen yeniden-üretilen sonuçlarını- içerirler. Toplumsal ortamlar statü ve rollerin icra edildiği ve kişilerden beklentilerin olduğu ortamları ifade eder.

 

  1. Bağlamsal Kaynaklar Alanı Toplumsal alanlar teorisinin en dıştaki alanı olan bağlamsal kaynaklar, aynı zamanda tüm diğer bileşenleri de kapsamaktadır. Layder, bu alanı iki unsur üzerine kurar: Maddi kaynakların eşitsiz dağılımı ve kültürel kaynakların tarihsel birikimi. Maddi kaynakların eşitsiz dağılımı, sınıf, statü gibi değişkenlere göre farklılık gösterir. Kültürel kaynakların tarihsel birikimi ise, adetler, bilgi, moda, popüler kültür gibi değişkenlerden oluşur. Marksist bir literatür üzerinden bağlamsal kaynaklar üzerinde toplumsal ilişkilerin yükseldiği maddi ve kültürel altyapılar olarak nitelenebilir.

 

Toplumsal alanlar teorisi öznel, özneler arası ve nesnel olguların aynı toplumsal gerçekliğin farklı yüzleri olduğunu ileri sürer. Bu çerçevede toplumsal alanlarda eylemin kısıtlayıcılarından bahsedilebilir ancak bu kısıtlayıcılar öznel veya nesnel durumlara indirgenmemelidir. Toplumsal güçler bizleri daima doğrudan birşeye zorlamaz. Bizim psiko-biyografimiz bu güçlerin sunduğu fırsat veya tehditlere atılma veya kabul etme isteğini barındırbilir. Yine alanlar teorisine göre bireyin toplumsal gerçekliğe katıldığı yeniden üretim, yeniden icat değildir. Örneğin karşılıklı konuşurken dil yeniden üretilirken yeniden icat edilmez. Bu yönüyle yine öznelliğe ve nesnelliğe indirgenemeyecek bir süreci ifade eder. Bu teoriye göre kişi zorunlu olarak toplumsal olsa dahi iç psişik benliği ile bu zorunluluktan bir ölçüde bağımsızdır. Güç ilişkileri de Layder tarafından farklı bir somutlaştırmayla dile getirilmiştir. Güç, toplumsal alanların tamamında vardır, ancak varlık gösterdikleri toplumsal alanlarda etkileşim halindedirler ve az ya da çok toplumun her alanı güçten etkilenir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Daha Fazla Göster

Andcenter Editör

Çankırı İli, Orta İlçesi Kalfat Kasabası’nda 1993 yılında dünyaya geldi. İlköğretimi kendi köyünde tamamladı. 2007 senesinde Tevfik İleri Anadolu İmam-Hatip lisesine kayıt oldu. 2011 senesinde Tevfik İleri Anadolu İmam-Hatip Lisesi'nden mezun oldu. Aynı sene Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesine başladı. 2016 yılında Ankara İlahiyat’tan mezun oldu. Aynı sene Ankara Sosyal Bilimler Enstitüsü Din Sosyolojisi bölümünde yüksek lisansa başladı. Yüksek Lisans eğitimini Ankara Yıldırım Beyazit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Din Sosyolojisi Bölümü’nde tamamladı. Şuan aynı enstitüde doktora eğitimine devam etnektedir. Gaziantep ili, Şahinbey ilçesinde 2017-2018 Eğitim-Öğretim yilinda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenliği görevini yaptı. Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Sosyolojisi Anabilim dalında Arş. Gör. olarak çalışti.Suan Ankara Yıldırım Beyazit Üniversitesi İslami ilimler Fakültesi'nde araştırma görevlisi olarak çalışmaya devam etmektedir.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
Kapalı