Materyalizm nedir?
Materyalizm kelime anlamı itibariyle maddecilik alımına gelmektedir. Kelimenin kökeni Latincedir. Varlığı madde olarak tanımlayan materyalizm, gerçekliği somut verilere dayandıran ve somut verilerle savunan felsefi bir düşünce ve disiplin yapısıdır. Maddecilik, idealizm düşüncesinin karşıtı olan bir felsefi akımı olmaktadır. Metafizik olguların ve soyut olguların tamamını reddetmektedir. Başlangıçta materyalizm felsefe akımı olarak ortaya çıkarken daha sonradan zaman içerisinde ideolojik bir düşünce şekline dönüşmüştür. Materyalizm düşünce akımı Diyalektik materyalizm ve Tarihsel materyalizm ideolojik düşünce yapılarının temelini oluşturur. Bunların haricinde klasik ve bilimsel olarak nitelendirilen akımlar ve ekoller de bulunmaktadır.
Marx’ı savunanlar için toplum ve tarih bilimi olarak tarihsel materyalizm benimsenmektedir. Bu düşünce akımına göre, maddi hayatın siyasal, toplumsal, düşünsel sürecini belirleyen tarihsel materyalizmdir. Engels ve Marx diyalektik materyalizmi savunan filozoflardandır. Diyalektik materyalizm düşünce yapısı eleştireldir. Diyalektik materyalizmin belirgin özellikleri vardır. En önemli özelliği sınıfsal olmasıdır. Yani proletaryaya hizmet eder. Ayrıca, Diyalektik materyalizm felsefesi pratiğe dayanmaktadır.
Materyalizmin Kurucusu ve Temsilcileri Kimlerdir?
Materyalizm felsefesinin, Antik Yunan tarihine kadar bir geçmişi bulunmaktadır. Maddecilik felsefesinin kurucuları Enpedokles, Demokritos ve Leukippos olmaktadır. Ünlü düşünür atom felsefe ilkesini kurmuşlardır. Kurdukları atom felsefe ilkesi, Materyalizmin temel ilkesini oluşturmaktadır. Atom felsefesine göre ruh maddeden oluşur. Ruhlar, maddeler gibi son bulmaktadır. Kâinat üstün ve görünmez bir güç tarafından oluşmamaktadır, maddeden meydana gelmektedir. Temel fizik yasasını savunmaktadırlar. Temel fizik yasasına göre, başlangıcı olmayan her şeyin sonsuza kadar var olacağı düşüncesi hâkim olmaktadır. Materyalizm 17. Yüzyılda ortaya çıkmıştır. Materyalizm felsefesi, ruh kavramını tamamen reddetmektedir. İnsanın ruhtan değil de maddeden ve zihinden oluştuğuna inanılan biyolojik varlık olarak benimsemektedir. Materyalizmin temsilcileri; Friedrich Engels, Karl Marx, Ludwig Feuerbach
Diyalektik Materyalizm maddenin kâinatta köklü ve biricik gerçek olduğu ve kâinattaki herşeyin ve herkesin maddeden çıkıp, maddenin kanunlarına mahkum olduğu; maddenin sınırlarının dışında varlığın söz konusu olmadığı iddialarına dayanır. Bu düşünceye göre, maddeden ortaya çıkan bütün yaratıklar-insan da dahil olmak üzere- ve bütün organizmalar bir taraftan maddidir, diğer taraftan da çelişkiler arasındaki mücadeleye mahkûmdur.
Tarihsel Materyalizme göre madde, bütün duyuş, düşünüş ve idrakin kaynağıdır. İdrak ise türemiş ikincil bir unsurdur. Çünkü idrak, maddenin yani varlığın bir yansımasıdır. Düşünce ise, maddenin bir sonucudur. Zira düşünce, tekâmülü sayesinde mükemmelliğin üst basamaklarına çıkabilmiştir.
Tarihi Materyalizm, insanlık tarihini maddeci temellere dayandırarak açıklamaktadır. Buna göre madde ezelî ve ebedîdir ve kâinatta var olan her şey madde tarafından yaratılmıştır. Tarihi Materyalizmin sosyolojiye sunduğu temel, Evrim Teorisi’nin tabiî seleksiyon yoluyla biyoloji ilmine sunduğu temelin aynısıdır. İncelenmekte olan tür ne olursa olsun, o tabiî seleksiyon yoluyla evrim geçirmiş bir türdü. İşte bu, onun tabiatının sınırlarını çizer. Aynı şekilde incelenmekte olan toplum ne olursa olsun, üretim ilişkilerinin üretimle olan ilgisine, düşünce ve kurumların üretimle olan ilişkisine göre şekillenmiş bir durumdadır.
Tarihsel materyalizm, en genel anlamda “toplumun maddi temelinin üretimi ve yeniden üretiminin tarihsel gelişmede öncül ve belirleyici olduğu” savına dayanır. Buna göre ideolojiler, fikirler ve kültür gibi ögeler ikincil bir düzey olan üst yapıya aittirler ve birincil düzey olan altyapı tarafından belirlenirler.
Karl Marx
Marx sadece bir felsefeci ya da diyalektikçi değil daha sonraki sosyal teoriyi fazlasıyla etkileyecek bir tarihsel gelişme öğretisi ortaya koyan bir sosyal bilimcidir. Onun tarihsel materyalizmi toplumsal değişmenin nedenleriyle ilgili doğrulanabilir bir teori olmayı amaçlar. Materyalizm, ona göre, sosyal eleştiri ve toplumsal değişmeyle yakından ilişkilidir. Nitekim materyalizmin Marx’ın en fazla önemsediği yönü, onun duyu deneyimini önemsememe ya da göz ardı etme yönündeki idealist teşebbüsleri reddetmesinden oluşur. Marx, duyu deneyiminin bağımsız bir dış dünyanın varoluşunu ortaya koyamayacağını savunan felsefelerde samimiyetsiz ve sorumsuz bir şeyler bulunduğu kanaatindedir. (Ahmet Cevizci, Felsefe Tarihi, Say Yayınları 2009 s.501.)
Marx, spekülatif felsefe ya da metafiziği, dünya ve toplumla ilgili hakikatlerin sadece ampirik bilimsel yöntemlerle keşfedilebileceği gerekçesiyle reddeder. O, şu hâlde dünyanın duyu deneyimine dayanmayan bilgisinin imkânını açıkça yadsıdığı için pozitivist biri olmak durumundadır. Bundan dolayı, Marx’ın dünya ya da varlıkla ilgili görüşü doğalcı bir anlayışı ifade eder ve o, dinin ya da doğaüstücülüğün her şekline karşı çıkar. Marx, yine Feuerbach’in etkisiyle, Tanrıya iman etmenin, ahiret hayatına, cennet ve cehenneme inanmanın akil yoluyla temellendirilemeyeceğini, ama hayatları sosyal düzen tarafından engellenen insanların bastırılan ihtiyaçları ve ertelenen ümitleri yoluyla açıklanabileceğini savunur. Dolayısıyla da insanların maddi bedenlerle bir şekilde bir araya gelmiş cisimsel olmayan ruhlar olduğu görüşüne de şiddetle karşı çıkar. Marx’a göre, gerçekte doğaüstücülüğün bir kalıntısından başka hiçbir şey olmayan psikofiziksel düalizmin söz konusu doğaüstücülükle birlikte reddedilmesi gerekmekteydi. (Ahmet Cevizci, Felsefe Tarihi, Say Yayınları 2009 s.501-502)
Marx’ın oldukça genel bir çerçeveye oturan söz konusu materyalizminin, biraz daha özgül bir tarzda ele alındığında, daha önceki materyalistlerin ve doğalcıların teorilerinden, gerek yönelim gerekse öğreti olarak çok keskin bir biçimde farklılık gösterdiği söylenebilir. Buna göre, Marx’ın esas ilgisinin insan ve toplum olduğu yerde Demokritos, Zenon ve Epiküros gibi ilk materyalistlerin spekülasyonları fiziki dünyanın doğası ya da yapısıyla ilgiliydi. (Ahmet Cevizci, Felsefe Tarihi, Say Yayınları 2009 s.502.)
Marx bir toplumsal sistem içinde belli öğeleri birbirinden ayırır: (1) Insanların kendileriyle hayat için gerekli araçların sağladıkları aletlerden, beceri ve tekniklerden meydana gelen “üretim güçleri”; (2) üretenlerin üretim sürecinde birbirlerine bağlanma biçimlerinden oluşan ve “toplumun ekonomik yapısını” oluşturan “üretim ilişkileri”. Marx’ın kimi yazılarına ve bu yazılar üzerine inşa olunan yorumlara göre, bu ikisinden sadece birincisi, diğer bazı yazılarına ve alternatif yorumlara göre de ikisi birlikte, yani Üretim güçlerine ek olarak üretim ilişkileri ya da başka bir deyişle, teknoloji ve iktisat temel sosyal belirleyiciler olmak durumundadır. (3) Toplumun hukuki ve politik kurumları ve nihayet (4) toplumun üyelerinin kendilerini ve birbirleriyle olan ilişkilerini kendileri aracılığıyla düşündükleri düşünceler, düşünsel alışkanlıklar ve idealler. Marx, bu sonuncuların yani düşüncelerin toplumsal gerçekliğin tahrif edilmiş resimleri olduğunu düşünür ve onları “ideolojiler” olarak tanımlar (Cevizci, 503.)
Engels, Marx’ın ölümünden sonra mezarının başında yaptığı konuşmada tarihsel materyalizmin kusursuz bir özetini sunar:
“Nasıl ki Darwin organik doğanın gelişme yasasını bulduysa, Marx da insan tarihinin gelişme yasasını, yani insanların, siyaset, bilim, sanat, din, vb. İle uğraşabilmelerinden önce, ilkin yemeleri, içmeleri, barınmaları ve giyinmeleri gerektiği; bunun sonucu, maddi ilksel yaşama araçlarının üretimi ve, böylece, bir halk ya da bir dönemin her iktisadi gelişme derecesinin, devlet kurumlarının, hukuksal görüşlerin, sanatın ve hatta söz konusu insanların dinsel fikirlerinin üzerinde gelişmiş bulundukları temeli oluşturdukları ve, buna göre, bütün bunların şimdiye değin yapıldığı gibi değil, ama tersine, bu temele dayanarak açıklamak gerektiği yolundaki, daha önce ideolojik bir saçmalıklar yığını altında üstü örtülmüş bulunan o temel olguyu buldu.”
Ludwig Feuerbach
- yüzyılın bilimci, ilerlemeci ve Aydınlanmacı kanadında bulunan filozoflardan biri olarak karşımıza çıkar. O da dine ve Hegelci idealizme ilişkin ayrıntılı çözümlemeleriyle, Comte’un teolojik, metafiziksel ve bilimselden oluşan üç adımlı ilerleme modelini tekrarlar. Feuerbach ikinci olarak, 19. Yüzyıl Alman felsefesinin en azından bir boyutuyla idealizmden materyalizme dönüşündeki ya da en azından Hegel’den Marx’a geçişteki en temel uğrağı oluşturmak bakımından önem taşır. Marx’in düşüncesi için harekete geçirici veya itici bir güç oluşturan Feuerbach, üçüncü olarak ve esasında yüzyıl düşüncesinin en önemli temalarından birini meydana getiren yabancılaşma konusundaki özgün görüşleriyle önemli bir yer tutar. (Ahmet Cevizci, Felsefe Tarihi, Say Yayınları 2009 s.496.)
Feuerbach, insana yönelik ilgisi dahilinde, insanı anlamanın yeni ve dolaylı bir yolunu bulmuş, insana onun bizzat kendisinin yarattığına inandığı din yoluyla bakmanın önemini vurgulamış olan kişidir. İşte bu açıdan bakıldığında, onun en önemli başarısının bir din çözümlemesinden, özel olarak Hıristiyanlığa, genel olarak da dinin kendisine ilişkin analizden meydana geldiği söylenebilir. (Ahmet Cevizci, Felsefe Tarihi, Say Yayınları 2009 s.496.)
Feuerbach için de insan, dünyanın merkezinde bulunur. “İnsan varlığının bütün bir evrene bilgisel yönelimin nesnesi -çünkü bütün bir kozmosu sadece kozmopolit bir varlık konu alabilir olarak sahip olması dolayısıyla, artık tikel ve öznel olmayıp, evrensel bir varlık olduğunu söyleyen Feuerbach’a göre, felsefenin bir bilim, yani antropoloji haline gelmeye ihtiyacı vardır. (Ahmet Cevizci, Felsefe Tarihi, Say Yayınları 2009 s.496.)
Kaynakça
https://www.evrensel.net/haber/372428/bir-kavram-tarihsel-materyalizm
Ahmet Cevizci, Felsefe Tarihi, İstanbul: Say Yay., 2018.
Merve Güzel, Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi / İslami İlimler Fakültesi