Bu tezi; 1989 yılında ünlü Amerika Siyaset Bilimcisi Yoshihiro Francis Fukuyama; Soğuk Savaş döneminden sonra dünyanın değişen konjonktürü üzerine ortaya koymuştur. Bu dönemde Fukuyama ‘Tarihin Sonu Mu?’ sorusunun cevabını ararken, dünya düzeninin kurulabilmesi için medeniyet çatışmasının ve ideolojik farklılıkların ortadan kalkmasını değil, siyasi ve ekonomik anlamda ideal düzene ulaşılmasının gerekliliğini savunur. Bahsi geçen ideal devlet düzeni, toplumların liberal ekonomi modeli ile refah düzeyinin sağlanmış olmasına dayanır. Fukuyama’ya göre bu düzenin kurulması ve Üçüncü Dünya ülkelerinin istikrarlı hale gelmeleri zaman alacak ancak sonunda tüm dünya liberal demokrasiye ulaşacaktır. Liberalizmin bu başarı yolunda, dinsel fanatizm, sol eğilimler ve etnik milliyetçilik önemli engeller oluşturacaktır.
Bu kavramı ise ilk defa Hegel, 18. Yüzyıl dünyasından Fransız İhtilali’nin evrensel değerleri değiştirebileceğini; köleliğin kaldırılması, zencilere ve kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesi ve devletin hukuki sınırlar içerisine insan özgürlüğünü tanıması vb. ideallerin gerçekleştirilebileceği inancıyla kurdu. Hegel’in tarihin sonunda ulaşılacak evrensel aklı veya bir diğer ifadeyle mutlakiyeti liberal düzen içerisine dahil edilmektedir. Fukuyama Soğuk Savaş’ın sonunda, insanlığın ideolojik evriminin mükemmele ulaşmış noktası olan Batı’nın ekonomik ve siyasal düzeninin yani kapitalizm ve demokrasinin kesin olarak galip geldiğini ve Hegel’ci anlamda tarihin sona erdiğini iddia etti. Tarihsel olaylar elbette devam edecekti ancak temel çatışma bitmişti ve dünyayı Batı liberalizmi yönetecekti. Bununla beraber, Francis Fukuyama’nın liberalizm anlayışının ve liberalizmin egemenliğini dünyanın sonu saymasının iki dayanağı vardır. İlk dayanağını kendisi şu şekilde açıklar; modern doğa biliminin gelişmesinin, insanlık tarihinin bütününde ve dolayısıyla devletlerin askeri ve ekonomi konumlanışında bir ilerlemeyi beraberinde getirdiğidir. Doğaya hakim oluş sürecini daha evvel başlatan ve görece tamamlayan uluslar, sahip oldukları teknolojik imkanlardan, yalnızca insan istek ve ihtiyaçlarını karşılarken değil, askeri yapılarını ve savunma güçlerini kuvvetlendirirken de yararlanmaktadırlar. Uluslararası ilişkilerde belli bir güç ve kabulün, ülke içinde ise bolluk ve refahın temin edilmesi sürecinde, kültürel farklılıklarından arınan devletler, aynı aşamalardan geçen diğerleriyle benzer bir yapılanmaya erişmektedirler. Modern bilim ve teknolojinin imkanlarından yararlanma, bunlar aracılığıyla ekonomik büyüme ve uluslararası alanda itibar sağlama gayesi, ekonomik liberalizmi tüm devletler için zorunlu kılmaktadır der. İkinci dayanağı ise; Hegel’in diyalektik anlayışı ve ilerleme fikridir. Hegel’de ilerleme, eksik olandan daha eksiksiz olana doğru bir gidişi simgeler. Tarih, kendinin bilincine varma, mutlaklaşma ve özgürleşme amaçlarına doğru ilerlemekte, bu oluşu ise diyalektik süreç yönlendirmektedir. Fukuyama diyalektiği, K.Marx’ın üzerine inşa ettiği diyalektik materyalizmden arındırarak, Aleksandre Kojeve’in yorumuyla ele almıştır. Tarihin sonunu açıklarken kullandığı bu iki anahtarı es geçen devlet düzenleri, yıkılmış ya da yıkılmaya yüz tutmuştur. O’na göre, liberalizm her devletin kaçınılmaz ve nihai sonudur. Bu iddiasını pekiştirmek için, diğer dünya görüşlerinin uygulamadaki sonuçlarını, olumsuz yönleriyle ortaya koymuş; örnek olarak sağ otoriter rejimler, sol totaliter rejimler ve İslami göstermiştir.Yani Fukuyama’ya göre bundan sonra artık ancak Batı ekonomik ve liberal sisteminin içinden alternatif ekonomik ve siyasal sistemler çıkacaktı, ama dışından çıkıp da Batı sistemine alternatif oluşturamayacaktı. Fukuyama hayatını Batı’da geçirmiş bir Batılı aydın olarak tarihin sonunu dünya devletleri için Batı örneğiyle ekonomik refahta bulmuştur. Uluslararası liberal düzen, daha az şiddetli bir dünya getirebilir mi? Burası tartışılır.Ancak yeni biçimler kazandığı için güç, varlığını kaybetmeden devam edecek ve güçlü devlet yapabileceği her şeyi yaparken zayıf devlet ise gücün yaptırımlarına boyun eğmek zorunda kalacaktır. Liberalizm, bireyin özgürlüğünü muhafaza eden doktrinler de içerse bugünün dünyasında bunun bir tekele dönüştüğünü söylemek mümkündür. Refahın Batı’nın eliyle Batılı olmayan toplumlara dikte edilmesi, İsmet Özel’in ifadesiyle, “Adına tarihin sonu densin veya denmesin, dünyanın imtiyazlı bölgelerinde tahkim edilmiş bir düzen gerçekten evrenselleşmiş ve ebedileştirilmiş midir?”.Nitekim; “Tarih’in Sonu” fikri, Batı sisteminin karşısına başka hiçbir rakip sistemin alternatif olarak çıkmamasını hedeflemiş ve bizzat tarihsel sürece karşı çıkan bir iddia olmuştur. Ancak Soğuk Savaş’tan sonra çatışmaların hızlanarak devam etmesi böyle bir iddianın bir “temenni” olmaktan öteye gidemediğini bizlere göstermiştir.
KAYNAKÇA:
Francis Fukuyama, Y.,(2002).“ Tarihin Sonu Mu?“, Ankara,Vadi Yayınları
Şahin Ceylan, Ş., (2006). “Francis Fukuyama ve Tarihin Sonu“, Doktora Tezi, ss.1-3
Merve Koç, E., (2019). “Huntington’dan Fukuyama’ya: Medeniyetler Arası Tahammülsüzlük Ve Doğu-Batı Çatışması“, Asead, cilt:6, sayı:1,ss:200-207
Tr.wikipedia.org, Francis Fukuyama Kimdir?, Erişim:10.04.2020, http://uliwiki.org/index.php?title=%22Tarihin_Sonu%22_Tezi
Tarihibilgi.org, Fukuyama’nın Tarihin Sonu Tezi Nedir?, Erişim:10.04.2020, https://tarihibilgi.org/fukuyamanin-tarihin-sonu-tezi-nedir/