Marifet Divanı AkademiMarifet Metinleri

Irk, Etnisite ve Din

Max Weber dışında sosyolojinin kurucu babalarından hiçbiri etnisiteyi konu edinmemiştir. W.E. Du Bois, Max Weber ve Robert E. Park etnik kuramda klasikleşen isimlerdir ve bu kişiler güç, tahakküm, dışlama ve adaletsizlik gibi konularda kavramlar üretmişlerdir. Çağdaş kuramda dikkat çeken konular ise kimliklerin değişime uğraması ve yeni etnik grupların ortaya çıkmasıdır. Avrupa ve Amerika’ya artan göç hareketleri sonucunda din sosyologları göç sosyolojisi içindeki eski gelenekle ilgilenmişler, göçmenlerin hayatındaki dini inanç ve kurumların oynadığı rolü incelemişlerdir. Göç, vatandaşlığın anlamının ve insan haklarının yeniden gözden geçirilmesine sebep olmuştur.


Irk ve Etnisite Kavramları
Irk, değiştirilemez doğal özelliklere sahip olduğu varsayılan ve biyolojik olarak ayırt edilebilen grup üyelerini tanımlamak için kullanılmıştır. İlk hiyerarşik ırk tasnifini yapan Karl Von Linne beş ana ırk kategorisini geliştirmiştir. Sonraki dönemlerde ırk kavramı egemenlik ve sömürüyü meşrulaştırmak için ideolojik sebeplerle değişime uğramıştır. Günümüzde sosyal bilimciler ırkla ilgili kavramları farklı sosyal gruplar içinde farklı grupları algılamak için kullanılan sosyal olarak kurulmuş kategoriler şeklinde algılamaktadır.
Etnisite kavramı genellikle bir sosyal grubun ortak ırki, dilsel veya milli kimliğini ifade eder. Etnisite kültürel, dini, milli ve alt kültür biçimleri de dahil kollektif kimliğin çeşitli türlerini içinde bulundurur.
Etnisite kavramı genelde bir grubun ırki kimliğini ortaya koymak için kullanılsa da bir sosyal grubun tek ortak özelliği ırk değildir. Sosyologlar sosyal grupları ortak ritüel, dil gelenek gibi benzer kültürel fenomenlerle tanımlar, ırk ise bunlardan yalnızca biridir. Bazı bilim insanları ırk ve etnisiteyi ayrı incelemek gerektiğini düşünse de bazıları ırkı etnisitenin özel bir durumu olarak görmektedir. Yani ırk, bazen etnisitenin bir kısmını oluşturur bazen de etnisitenin bir parçası değildir.
19. yy öncesinde din, ırkçı düşüncelerin savunucusu olarak kullanılıyordu. Avrupa ve Amerika’da ırk, Afrikalıların egemenlik altına alınmasını meşrulaştırmak için kullanıldı. 19. Yy sonrasında yine din, ırkçılıkla mücadele için kullanıldı. Köleliğin kaldırılması için çalışmalar Protestan kiliselerinde başlamıştır ve Avrupa’daki kiliseler insancıl göç faaliyetlerinin destekçisi olmuştur fakat bu sınırlı bir sayıyı geçememiştir.
Klasik Irk ve Etnisite Kuramları
W.E.B. Du Bois, ırki açıklamaları ilahiyat alanından tarih ve sosyolojiye taşımıştır. Bilin. Ve kimlik konularının üzerinde durmuştur. Değerleri taşımada bireylerin değil ırkların önemli olduğunu savunur. Du Bois, sosyal yapı içinde sosyal grubun konumu ve grubun bilincinin derecesi ve tabiatı arsındaki ilişkiyi araştırır. Ona göre beyazlar ve zenciler farklı sosyal dünyaların insanlarıdır. Afrika kökenli Amerikalıların durumunu çifte bilinç kavramıyla açıklar. Ona göre beyaz Amerikalılar, siyah Amerikalılara gerçek özbilim şansı tanımadığı için siyahlar kendilerine beyazların gözünden bakarlar. Du Bois Afrika kökenli Amerikalıların kendilerine ait bir fikri savunmaları gerektiğine inanırlar.
Irk ve etnisiteyi tartışan ilk sosyolog Max Weberdir. Sınıf, statü ve parti kavramlarının üstünde durmuşlardır. Weber ırki kimliği aynı nesilden gelen kalıtımsal ve kalıtımla elde edilen ortak özellikler olarak tanımlar. Weber’e göre ırk, ancak kişilerce ortak özellik olarak algılandığında bir grup kimliği oluşturabilir. Etnisite, varsayılan kimliktir. Etnik gruplar, fiziki görünüş, gelenek ya da her ikisindeki benzerlik yahut sömürgecilik ve göç hatıraları sebebiyle ortak bir soya sahi oldukları kanaatini taşıyan insan topluluklarıdır. Bu inanç grup oluşumunun gerçekleşebilmesi için gereklidir. Weber’e göre etik bir grup yalnızca biyolojik farklılıklardan oluşmaz. Giyim kuşamdan yemek kültürüne , ev düzeninden kadın erkek arasındaki iş bölümüne kadar farklı geleneklerden oluşur. Etnik gruplar, ortak geçmiş hatıralar yaşayan, belirli bir toprak parçasına aidiyet duyan gruplardır. Sömürge veya göçmen olma durumlarında bile bu özellikler uzun yıllar görülebilir.
Weber, ırk ve etnisite konusunda dinin oynadığı role de dikkat çeker. Din, grup içindeki azınlıkların ayrışmasında meşrulaştırıcı bir görev üstlenir. Pozitif ayrımcılığa sahip gruplar krallıklarını yönetirler, negatif ayrımcılığa sahip gruplar ise Mesih’in geleceğine ve son gülenin iyi gülen olacağına kendilerini inandırırlar.
Marksist geleneğe göre ırksal ve etniksel gruplar arasındaki çatışmanın yanlış bir bilinçlenmenin gösteresi olduğunu gösterir. Onlara göre aslında çatışma etnik gruplar arasında değil sosyal sınıflar arasında çıkmaktadır.
Irk ve Etnisite Kuramları
20. yy’ın sonlarına doğru çağdaş sosyolog ve antropologlar tarafından temelde özcü ve araçsalcı şeklinde bir tasnif söz konusudur.
Özcü yaklaşım bir etnik grubu ayırt edici tarihi ve kültürel nitelikleriyle tanımlamaktadır. Tarihsel süreç içinde şekillenen kültürün muhtevası bir etnik grubu diğerlerinden ayırmaktadır. Etnisite, objektif kültürel köklere sahip ya da doğumla gerçekleşen akrabalığa dayalıdır. Önemli olan özcü yaklaşımın etnisiteyi durağan ve doğal bir fenomen olarak görmesidir.
Araçsalcı yaklaşım, etnik grupların sosyal olarak kurulduğunu ve bireylerin çeşitli etnik kökenlerden izler taşıdığını savunur. Bu yaklaşımda etnisite farklı menfaatler için sosyal siyasi ve kültürel kaynak olarak belirlenmektedir. Weber’e ait sosyal kapanma kavramı yeni bir yaklaşımı ortaya çıkarmıştır. Sosyal kapanma bir grubun azami menfaat için kendini dışarı kapatması ya da kendini özel olarak görmesi anlamına gelmektedir. Fredrik Barth’a göre etnik sınırlar dışlanma ve bütünleşmeyi de beraberinde getirir. Bu sınırlarda grup dışı ilişkilerin olmaması anlamına gelmemekte ve sınırlar arasında kişisel geçişler olabilmektedir. Temelde dış ve iç tanımlama süreçleri olarak iki çeşit geçiş vardır.
Yine de hem özcüler hem araçsalcılar etnisiteyi güç yapıları ve gruplar arası mücadele sürecinin bir parçası olarak görürler. İki yaklaşım da etnisiteyi sosyal çatışma ilhamı olarak kabul ederler. Araçsalcılar çatışmayı kaynaklar üzerinden yapılan bir olgu olarak kabul ederken, özcüler çatışmanın toplumdaki hakim söylemin kontrolü üzerinde olduğunu söylerler.
Göç ve Din
W. Warner çeşitli etnik grupların dini kökenlerini inceleyen ilk kişilerdendir. . Will Herberg göçmenler ve göçmen çocuklarının dini dönüşümünü incelemiştir. Herberg, Amerika’daki göçmenlerin etnik kimliklerinin zamanla aşınacağını ve dini gelenekleri kendi içlerinde yaşayabileceklerini düşünmüştür fakat bu düşünce Amerika’ya yakın gelecekte büyük bir göç olmayacağını öngörerek üretilmiştir. Buna karşın 60 ve 70’lerde Avrupa ve Amerika’ya büyük göç dalgaları yaşanmıştır.
20. yy sonlarına doğru İslam, Avrupa’da en büyük azınlık dini, Amerika’da 3. En büyük din olmuştur. Görünüşe göre de büyümeye devam edecektir.
70’lerde ailelerinden kopup Avrupa’ya çalışmaya gelen işçilerde dini ibadet ve sembollerle ilgili çok az şey görülmektedir. Ailelerini de getirdikten sonra bu unsurlarda gözle görülür bir artış yaşanmıştır. 802lerin sonlarında sekülerleşme, bireyselleşme ve dini kimlik gibi kavramlar sorun olarak görülmeye başlanmıştır. Özellikle Müslüman göçmenlerde bu durum kendini daha çok göstermiştir. Avrupalı işçilerin yurtlarına dönmektense aileleriyle birlikte Avrupa’ya taşınmaları sonucunda göçmen çocukları buralarda okumuş, iş sahibi olmuş ve üniversitelere gitmiştir. Bu durum Avrupa’da Müslümanların akademik ve politik yapılar içinde görünmesine sebep olmuştur. Böylece göçmenler ve etnik azınlıklar için din faktörünün sosyal ve siyasi hayatı etkileyen bir unsur olduğu gözler önüne serilmiştir.
Günümüzde göç ve din olgusu araştırmalarında Budizm Hinduizm ve Sihizm yer alsa da öne çıkan din İslam’dır. bu araştırmalarda önemli olan göç olgusunun, dini topluluğun dini değerlerini ve hareketlerini nasıl etkilediğidir. Göç bir bakıma dinin önemini arttırmıştır. Diaspora durumunun dini öne çıkarır ve dostluğu kuvvetlendirir. Dini kültürlenme kişinin aidiyet duygusunu arttırır, kültürel kimliğin ve dilin devamiyetini sağlar. Bazı göçmen grupları kendi ülkelerinde yapmadıkları faaliyetleri yapmaya başlarlar. Kurslar açmak, kadın ve çocuklar için aktiviteler yapmak bunlara örnektir. Diğer taraftan göçmenler, içinde bulundukları sosyal çevre karşılaştıkları yeni söylemler sebebiyle eski dini duruşlardan ayrılabilirler. Kadınların geleneksel çizgiden çıkıp feminen ve eşitlikçi duruşta bulunmaları buna örnektir.
Göçmenler arasında üyelik şeklinde işleyen, bir dini lideri bulunan ve insanları kendine çekmeye çalışan, faaliyetler uygulama amacı taşıyan cemaatler bulunmaktadır. Bunun yanında çeşitli eğlence etkinlikleri organize eden, seküler tatil ve bayramları kutlayan kültür merkezleri şeklinde de örgütlenme biçimleri bulunmaktadır.
Araştırmalarda dikkat çeken bir konu ise göçmen topluluklarda bulunan kadınların rolleriyle ilgilidir. Göç, toplumda ve ailede kadının rolünü değiştiren bir olgudur. Uyum problemi erkeklerde de görülür fakat kadınlar üzerinde kendini daha çok göstermektedir. Kadınlar, marjinalleşme eğilimi gösterirler ve aile üzerindeki etkilerini zamanla kaybederler. Bunun yanında kendi memleketlerinde sahip olamayacakları haklarla göç ettikleri yerlerde karşılaşırlar. Dini gruplarının içinde de kendi ülkelerinde sahip olamayacakları dini statülere ulaşma imkanı bulurlar. Cami veya kiliseler kadınların dini alanlarda daha fazla rol üstlenmelerini sağlayan kurumlardır. Ancak yine de kadınların bu şekilde kullanımı çeşitli sınırlamalara sahiplerdir. Örneğin dini grupları içinde liderlik pozisyonuna ulaşamazlar.
Din ve göç konusu ele alındığında göçmen çocuklar da bu konunun içindedir. Warner ve Witter, dini cemaat ve toplulukların birinci nesil göçmenler için sığınılacak bir evken ikinci nesil için baskı anlamına geldiğini söyler. Çok az göçmen çocuğu için din bir cazibe merkezidir. Dini konularda göçmen babalar ve çocuklar arasındaki çatışma gün geçtikçe büyümektedir. Bazı ebeveynler özellikle kız çocuklarına kendi ülkelerinde olduğundan çok daha bakıcı yaklaşırlar. Bunun bir sebebi doğrudan dinle ilgiliyken bir sebebi ülkelerinde yaşadıkları gelenekleri devam ettirme amacı taşımaktadır.
Jessica Jacobson, göçmen çocuklar için etnik kökenin verilmiş ve doğal bir unsur olduğu fakat dinin daha çok bireysel bir tercih olduğunu söylemektedir. Bu ayrım Müslüman gençler için de geçerlidir. Onlar, İslami olmayan kültürel gelenekten kendilerini soyutlayarak daha çok otantik bir İslam anlayışı arayışındadırlar. Kültürel ögelerden arındırılmış saf bir din arayışı kendini göstermektedir.
Asimilasyon, Çoğulculuk ve Çok Kültürlülük
Sovyetler Birliğinin çökmüş ve Avrupa Birliğinin bünyesine kattığı yeni devletlerle genişlemiş, Avrupa ve Amerika’ya göç hareketi devam etmiştir. Bu gelişmeler sonucunda vatandaşlık, kimlik, insan hakları ve din özgürlüğü gibi kavramlar tartışılmaya başlanmıştır. Sosyologlar için göçmenlerin kültürel miraslarının asimilasyonu ve orijinal Amerikan kültürüne uyum kaçınılmazdır. 1970’lerde etnik farklılıkların devam edeceğini savunan kültürel çoğulculuk kuramının kabul edilmesiyle asimilasyon kuramından uzaklaşılmıştır.
1990’larda iki kuram da çok basitleştirici olduğu için eleştirilmiştir. Asimilasyon kavramı genişletilmiş, göçmen çocuklarının Amerikan toplumunun belli bölümlerine uyum sağladığı gözlemlenmiş ve “parça asimilasyon” kavramı ortaya çıkmıştır. Bu anlayışa göre, sivil katılım anlamında asimilasyon, farklılıkların varlığı kabul edilerek ortak bir kültür meydana getirme aracı olarak görülmüştür. Buna melting pot adı da verilmektedir. Farklı unsurların birlikte eritilerek yeni ve uyumlu bir bütün haline gelmesini anlatır.
Çokkültürlülük kuramcıları etnik grup aidiyetini çoğulcu demokrasilerde vatandaşlık kapsamı içinde tartışmaktadır. Çokkültürlülüğe göre etnik gruplar ayırt edici bir kimlik taşımaya devam edecekler ve “kabul etmenin politiği” kimliğine de sahip çıkacaklar. Kabul etmenin politiği ise etnik kimliklerin kendi kültürlerini muhafaza etmelerinin yanında politik yapı içinde çeşitli grupları birleştiren kimlik unsuru olan vatandaşlığı da kabul edecekler anlamına gelmektedir. Tıpkı bir salata kasesi gibi, malzemelerin parçalı olarak bir yerde toplanmasını ve tüm bu farklı lezzetlerin karışmasıyla yeni bir lezzetin ortaya çıkmasını anlatan “salad bowl” kavramı ise burada karşımıza çıkmaktadır. Buna ebruli karakter de denmektedir.
Din, asimilasyon konusunda özel alana ait bir fenomendir. Seküler sosyolog ve antropologlara göre göçmen gruplarda din özelleşme süreci yaşayacaktır ve dini azınlıklar zaman içerisinde sekülerleşecektir. Bu beklentilere rağmen azınlık dini gruplar, içinde bulundukları ülkelerdeki ana dini gruplar gibi saygı talep etmişlerdir. Bu durum kamu hayatına katılmada dizi azınlıkların eşit fırsatlara sahip olması gerektiğini, sınırları aşmadığı sürece kamusal alanda kültürlerini yaşayabileceklerini göstermiştir.
Siyasi Tartışmalar
Önceden aynı uyruğa sahip olma eşit haklara sahip olma sebebiyken günümüzde bir ülkede yaşayan birey, vatandaşı olmasa bile uluslararası yasalar, düzenlemeler ve insan hakları konusundaki hukuki kurallar sayesinde eşit haklara sahiplerdir. Bu yeni durumda ulus sonrası üyeliği ortaya çıkarmıştır. Vatandaşlık tek bir ülkeye aidiyeti anlatırken, ulus sonrası model çoklu üyelik anlamına gelmektedir.
Dini azınlık gruplarının sayısının artmasıyla birlikte, kamu politikalarının yeniden düzenlenmesinin gerekliliği ortaya çıkmıştır. Azınlıklar içinde dinin öneminin artması din özgürlüğü hakları konusunda da düzenlemeler gerektirmiştir. Eşit haklara sahip olma düşüncesi genelde iş güzüne katılma, konut imkanı, sosyal güvenlik gibi konularla sınırlandırılsa da bazı Avrupa ülkelerinde din de bu sahaya katılmaktadır.
21. yy geleneksel bütünleşme modellerine karşı direnmektedir. Azınlıklar yeni geldikleri ülkelere uyum sağlamaya zorlanmaktadır. Azınlıklar da yeni şartlara göre kendilerini şekillendirmeye çalışmaktadır. Aynı metropol içinde yaşayan çeşitli grupların derin bir kültürel etnik ve milli farklılıkları vardır. Bu kesimdekilerin bazıları yüksek okullara giderek uyum sağlamış, bazıları ise işsiz kalıp kenar mahallelere terk edilmiştir. Kurumların azınlıklara göre kendilerini yenilemeleri çok uzun bir sürece yayılmakta ve çoğunluklardan ziyade azınlıklar, bu durumdan olumsuz yönde etkilenmektedir.

Zeynep Tuğba ALBAKIR

 

Etiketler
Daha Fazla Göster

Andcenter Editör

Çankırı İli, Orta İlçesi Kalfat Kasabası’nda 1993 yılında dünyaya geldi. İlköğretimi kendi köyünde tamamladı. 2007 senesinde Tevfik İleri Anadolu İmam-Hatip lisesine kayıt oldu. 2011 senesinde Tevfik İleri Anadolu İmam-Hatip Lisesi'nden mezun oldu. Aynı sene Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesine başladı. 2016 yılında Ankara İlahiyat’tan mezun oldu. Aynı sene Ankara Sosyal Bilimler Enstitüsü Din Sosyolojisi bölümünde yüksek lisansa başladı. Yüksek Lisans eğitimini Ankara Yıldırım Beyazit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Din Sosyolojisi Bölümü’nde tamamladı. Şuan aynı enstitüde doktora eğitimine devam etnektedir. Gaziantep ili, Şahinbey ilçesinde 2017-2018 Eğitim-Öğretim yilinda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenliği görevini yaptı. Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Sosyolojisi Anabilim dalında Arş. Gör. olarak çalışti.Suan Ankara Yıldırım Beyazit Üniversitesi İslami ilimler Fakültesi'nde araştırma görevlisi olarak çalışmaya devam etmektedir.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
Kapalı