HERKES İÇİN AYNI MODERNLEŞME Mİ, ÇOKLU MODERNLİK MÜMKÜN MÜ?
HERKES İÇİN AYNI MODERNLEŞME Mİ, ÇOKLU MODERNLİK MÜMKÜN MÜ?
ROSTOW ÖRNEĞİ
Rostow, modernleşme teorisinin önde gelen savunucularındandır. Bu yaklaşım Emile Durkheim ve Talcott Parsons’un işlevselci teorilerinden ve onları “toplumlar organizmalara ve insanlara benzerler, bir iç dinamikle tıpkı bebeklikten çocukluğa geçiş gibi kademeli bir şekilde ilerlerler.” Tezinden etkilenmiştir. Olgunluğa geçiş fiziksel ve psikolojik gelişimin birlikte olduğu yerde vardır. Toplumlar da ekonomi ve kültürel olarak eşit şekilde ilerleyemezse az gelişmiş ve geri kalmış olurlar. Üçüncü dünya ülkeleri de bu duruma örnektir. Bu toplumlar Max Weber’in Protestan ahlakını ve iş ahlakı gibi itici gücü ve tutkuyu devreye sokamamışlardır.
Rostow’un her toplumun geçmesi gerektiğini düşündüğü beş kademeli bir “ekonomik gelişme evresi” bulunmaktadır.
Evre 1 : Geleneksel Toplum: sanayi öncesi tüm toplumlar bu evreye dahil edilir. Verimlilik düzeyleri düşük, eski teknolojileri kullanan toplumlardır. Yapıları oldukça gelenekseldir, hiyerarşik yapı bulunur ve toplumsal hareketlilik çok azdır. Geleneksel dinlere bağlıdırlar ve güçlü ile akrabalık bağları vardır. Güç merkezidir ve toprak sahipleri mülklerini yönetir.
Evre 2: Kalkışın ön şartları: bazı iç mekanizmaların ve dış güçlerin tetiklediği yabancı istilası gibi unsurlar ekonomik ilerlemenin gerekliliğini gösterir. Bu evre için risk alabilecek ve kar amacı güden bir işletmeci lazımdır.
Evre 3: ekonominin geliştiği, tarımın yerine sanayinin geçtiği, geleneksel uygulamaların yıkıldığı 20 yıllık bir süreçtir. Piyasa değerleri devlet tarafından desteklenir. Yatırımlar ulusal gelirin en az %10unu oluşturur. Ekonomi tarımcılıktan sanayiye yönelir ve tarım ticari boyut kazanır. Toplumlar kırsal hayat tarzından kentsel tarza geçiş yapar.
Evre 4: Olgunlaşma Eğilimi bu evrede önceki evrede yaşananlar 40 yıllık bir süreçte pekiştirilir. Ülke ekonomisi gelişir ve uluslararası ekonominin içinde kendisine yer bulur.
Evre 5: yüksek kütlesel tüketim çağı. Halk artık refah seviyesine ulaşmış ve yüksek bir maddi hayat standardına kavuşmuştur. Ekonomi artık sanayiden hizmet sektörüne geçiş yapmıştır. Toplum artık tüketim ötesi evrededir. Yüksek refah seviyesiyle birlikte hafta sonu tatilleri, yaz tatilleri gibi tercihlere yönelim gösterirler.
Bu modelde kestirme bir yol ve sıçrama yoktur. Modernleşme yolunda olan toplumlar bu süreci yaşarlar.
Modernleşme teorisine bakıldığında gelenekselcilikten kurtulma ve açıklanamayan batıl inançların sona ermesi modernleşme için gerekli bir adımdır. Yoksa bu ülkeler üçüncü dünya ülkesi olarak kalmaya mahkum gibi gösterilmektedir. Bu durumda Japonya gibi geleneğe bağlı ülkeler göz ardı edilmiş gibi görünmektedir. Nilüfer Göle gibi sosyologlar Türkiye örneğinde olduğu gibi bir 3. Yolun mümkün olduğunu düşünürler. Üçüncü yolun imkânı hem geleneği muhafaza eder hem de sanayileşme, ifade özgürlüğü, insan hakları gibi modernleşme hususlarında bir başarı elde eder ve her ülke veya büyük topluluklar kendi modernleşmelerini sağlayabilir demektedir. Büyük oranda modernleşme sahipleri bunu kabul etmemektedirler.
Türkiye’de bir sekülerleşme var ve zenginleştikçe sekülerleşme devam ediyor. Sosyolojik olarak baktığımızda dindarlığın kaybolduğu söylenmektedir. Fakat İlahiyatçılar olarak baktığımızda ülkenin Weber tarzı bir eğilim gösterip rasyonelleşmeye doğru gittiğini görmekte ve rasyonelleşmeye doğru gidildiğinde bundan İslamın zarar görmeyeceğini tespit etmekteyiz. İnsanların endişeleri dinin temelinin yok edilmesi değildir. İnsanlar, dindeki geleneğe din muamelesi yaptığı için dinin gideceğinden endişe duymaktadır. Yıpranan unsur din değil gelenektir. Aksine gelenek ortadan kalkınca rasyonel bir din ortaya çıkacaktır.
Dinin daha anlaşılabilir, izah edilebilir bir kütük meydana getirileceği beklentisi içerisindeyiz. Ana mesajın yeniden okuması ve üzerine biriken kalıplaşmış fikir yapısından kurtulması beklenmektedir. Sorgulamaksızın kabul gören anlayış sona erecektir. Sağlam bir kaynak çerçevesinde yapılacak bir sorgulama, söylenecek bir söz mesaj sağlam olduğu için doğru bir şekilde yansıması görülecektir. Ama Hristiyanlığın kaynağı sağlam olmadığı için küçük bir sorguda insanları dinsizleşmeye sürüklemiş ve Hristiyanlığın temelini kökünden sarsmıştır.
Rostow’un bu gelişim teorisi 2 açıdan ciddi eleştiri almıştır.
- A) Ekonomik Analiz: sanayileşmeye sadece önceden belirlenen yollardan ulaşılabileceği fikri eleştirilmiştir. Bu eleştiriye göre gelişme sürecinde olan ülkeler Batı’nın yaptığı hatalardan ders çıkarabilir, Batı’nın halihazırda kullandığı teknolojilerin bir kısmından faydalanarak bu süreci hızlandırabilirler.
İkinci olarak Britanya ve Amerika iç dinamikleri sayesinde doğal bir kalkış yaşamışlardır fakat Çoğu Avrupa ülkesi bunu devlet planlamasıyla yapar.
Üçüncü olarak, artık Üçüncü Dünya ülkeleri de sanayileşmeye başlarsa doğal kaynaklar üzerindeki bakı ve kullanım oranı Dünyanın kaldıramayacağı kadar dayanılmaz olabilir.
Dördüncü olarak, Üçüncü Dünya ülkeleri, sanayileşmeyi başarırlarsa Birinci Dünya ülkelerinin ellerinde tuttuğu bir uluslararası ekonomik sistemle karşı karşıta kalacaklardır. Bu durumda rekabetten yoksun kalacaklardır ve ekonomisi gıda ve tarım üretimine dayalı olan Üçüncü Dünya ülkeleri bu işi bırakırlarsa insanların beslenebilme şansı da ortadan kalkabilir. Üçüncü Dünya ülkeleri eğer başarılı olurlarsa Batı, buralardan sağladığı ucuz iş gücü ve ham madde sağlama imkanını da kaybedecektir.
- B) Batılı/ Amerikan eğilimli: Rostow, sadece Batının başarısını göz önünde bulundurup Doğudaki komünist modellerin başarısını yok sayma eğilimindedir.
İkinci olarak, Batı, özgürlük ve demokrasiyi vaat ederler fakat Üçüncü Dünya Ülkelerinin ekonomilerini ele geçirip, sömürüye açık hale getirmişlerdir.
Bağımlılık Teorisyeni A. G. Frank, evreler anlayışını bir hayal ürünü olarak görür. Frank, Batının sömürgeleştirerek ve sömürerek geliştiğini ve günümüz küresel kapitalist sitemini, Üçüncü Dünya Ülkelerini gelişecek şekilde değil, tam aksine sömürge halinde kalabilmesi için kullanmaktadır. Batı, fakir ülkelerin değerlerini gasp eder; ucuz ham madde ve gıda sağlamaları için onları kendilerine bağımlı hale getirir. Yardım adı altında, geri ödeyemeyecekleri kadar büyük paraları fakir ülkelere verir ve onları ağır zincirlerle kendisine bağlar. Buna göre Batının kalkışına yardımcı olan şey iç dinamik değil bizzat bu kapitalist sistemdir. İmmanuel Wallerstein, gelişim evrelerinin tek biçimli ve ardışık olmadığını söyler. 1500’lerde toplumlar kendi içinde mini sistemlerdi. Batı yoksul ve az gelişmiş ülkelerden karların yüksek olduğu ham madde ve işçilik elde etti. Bu yoksul ülkeler artık ne sömürgeci sistemden kaçabilirler ne de kendi ekonomilerini kontrol edebilirler. Sömürgecilik döneminde Batı, kendi sömürge ülkelerini yeniden organize etti. Britanya’nın sömürgesi Hindistan bunun güzel örneklerindendir. Biz Britanya’da ucuz çaya ve ucuz giyim eşyalarına, Hindistan’da ki işçiler çok ucuz ve çok uzun saatler çalıştıkları için ulaşabiliyoruz. Bu teori, Batının emperyalizmi ve sömürüsünü meşrulaştırmak için kullanılan, tipik bir Amerikan propagandası haline gelmiştir. Ancak Batılı modernleşme kuramcıları bu evrelere 6. Sanayi Ötesi Evreyi ekleyerek, kuramı geliştirmeye çalışmışlardır. Bu yüzden tartışmalar devam etmektedir.
Yazar: Zeynep Tuğba Albakır