Kuram mı Önce Eylem mi? ya da Weber’in Protestan Ahlakı

Sosyolojinin bütünü üzerinde başat tek bir kuramsal duruşun olmayışı disiplin içinde bir zayıflık olarak görülebilir! Durum hiç de böyle değildir. Tersine rakip kuramsal yaklaşımlar ve kurumların itişip kakışması sosyoloji yapmanın canlılığının bir ifadesidir. Kuramsal düşünmedeki çeşitlilik araştırmalarda kendilerinden yararlanılacak zengin bir fikirler kaynağı ve sosyolojik çalışmaların ilerlemesi için çok önemli olan imgelem yeteneğini uyarır.
Büyük boy kuramlar tarihi sil baştan yorumlayarak bütün tarihe mal olmuş kuramlar ortaya koyacağından dolayı çok zahmetli ve kapsamlı çalışmalar gerektirmektedir. Bundan dolayı fazla zahmet gerektirmeyen ayrıca kapsamlı kuramlara yönelmek gerekir. Ortaboy kuramlar, deneysel araştırma yoluyla doğrudan sınanabilecek kadar özel, fakat aynı zamanda bir dizi farklı olguyu kapsayacak kadar da geniştirler. Gerçekten de, bir kuram ne kadar geniş kapsamlı ve hırslı ise onun deneysel olarak sınanması da o ölçüde güçtür.
MAX Weber, Protestan Ahlakı’nda şunları dile getirmektedir.
Weber, Protestan Ahlakı’nda temel bir sorunla uğraşmaya koyuldu: Kapitalizm Batı’da geliştiği kadar başka bir yerde gelişmedi? Aslında, Çin, Hindistan ve Yakın Doğu’da Osmanlı İmparatorluğu büyük güçler iken Avrupa, pek önem ifade etmemekteydi.
17. Yüzyıldan sonra Avrupa’da ekonomik ilerleme dalgasını meydana getirecek ne oldu? Bu soruyu cevaplamak için Weber modern sanayiyi daha önceki ekonomik faaliyetlerden ayıran şeyin ne olduğunu göstermemiz gerektiğini düşündü. Servet biriktirme arzusu bir çok medeniyette bulunmaktadır. İnsanlar, muhtaç olmamayı diler ve biriktirmiş oldukları serveti kendilerini rahat ettirmek için kullanırlar.
Weber, batıdaki ekonomik gelişmeye baktığımızda oldukça farklı bir şeyle karşılaşacağımızı söyledi: servet biriktirmeye karşı tarihte başka hiçbir yerde bulunmayan bir tutum. Bu tutum ve Weber’in kapitalizmin ruhu dediği şeydir. İlk kez kapitalist tüccar sanayicilerin sahip oldukları bir dizi inanç ve değerler. Bu insanların güçlü bir servet biriktirme arzuları vardı. Fakat, başka yerlerdeki servet sahiplerinin aksine, onlar, biriktirdikleri zenginliklerle rahat bir hayat sürme çabası göstermediler.
Aslında, onların hayat tarzı nefsinden feragat eden ve tutumlu bir hayatti; zenginliğin sıradan tezahürlerinden takılan gösterişsiz ve sessiz bir hayat yaşamaktaydılar. Weber özelliklerin bu olağandışı birleşiminin Batı’nın ilk dönem iktisadi gelişimi için yaşamsal önem taşıdığını göstermeye çalıştı. Zira, önceki Çağlar ve kültürlerdeki varlıkların aksine, bu gruplar kendi servetlerini har vurup harman savurmadılar. Bunun yerine, biriktirdikleri serveti başkanlığını yaptıkları işletmelerin gelişiminin daha da ilerletmek için kullandılar.
Weber’in kuramının özü, kapitalizmin ruhundaki tutumların dinden devşirildiğidir. Böyle bir görüşün gelişmesinde Protestanlığın bir çeşidi olan Püritenizm etkin rol oynamaktadır. İnsanın, Tanrının yeryüzündeki halifesi olduğu ve insanın Tanrı’ya hizmet etme düşüncesi vardı. Tanrı’nın vermiş olduğu nimetlerin şükrü için kendilerinin bir meslek sahibi olmaları Tanrı tarafından belirlenmişti.
Kalvinciliğin ikinci önemli bir yönü mukadderat fikriydi. Onlara göre, sadece kaderleri öyle takdir edilmiş belli insanlar, seçilmişler yani ahiret de cennete girecekler arasındaydı. Kalvin’in öğretisini özgün biçiminde ifade edildiği haliyle, bir insanın dünyada yapacağı hiçbir şey onun seçilmişlerden biri olup olmamasını değiştiremezdi. Ancak, bu inanç Kalvinin izleyicileri arasında öylesine bir bunalıma sebep oldu ki, inananların seçilmiş olabilmeleri için bazı alametler olması gerektiğini ifade esiyorlar. Sadece Tanrı’ nın belirlediği kişiler değil belli bir çaba sarfedip O’nun rızasını da kazananlar da girmeliydi. Bu yüzde Kalvinciliğin öğretileri bira değiştirildi.
Tanrı’ya hizmet amacıyla bir kurumda çalışan bir bireyin elde ettiği maddi refah insanların hakikaten seçilmişlerden olduğunun esas işareti haline geldi. Böylece, Kalvinciler arasında ekonomik açıdan insanların refaha ulaşmaları bir güdülenme yaratttı. Ancak bunun yanısıra müminin gösterişsiz ve tutumlu bir hayat yaşama ihtiyacı eşlik etti. Püritenler sefahat içinde yaşamayı olarak ifade etmektedirler, dolayısıyla servet biriktirme güdüsü kasvetli ve gösterişsiz bir hayat tarzı ile birleşti.