Cumali KorkmazSosyolojiYazarlar

İBN HALDUN VE ASABİYET

İbn-i Haldun ve Asabiyet

Her ne kadar batı dünyası Auguste Comte‘u sosyoloji biliminin kurucusu kabul etse de 14. Yüzyılda “İlm-i Tabiat-i Umran” ile adı ile çalışmalar yapan İbn-i Haldun sosyolojinin gerçek kurucusudur.

İbn-i Haldun’un kadılık yaptığı düşünülünce kaçınılmaz olarak çok sayıda insanla ilgilenmiş, onları tahlil ve muhakeme etme imkanına sahip olmuştur. Ayrıca Kuzey Afrika’nın İtalya’ya yani Avrupa’ya yakın kısmı Tunus’ta doğması, yaşadığı coğrafyanın çeşitli yerlerinde görevlerde bulunması onun etnik, dini, kabile, millet, kültür yönlerinden insanları değerlendirmesine imkan tanımıştır.

İbn-i Haldun kendisinin adını verdiği “Umran” biliminde öncelikle insanları coğrafi olarak kategorize etmektedir. Soğuk, orta ve sıcak iklim kuşakları insan davranışlarına yansır ve böylece insanlardan müteşekkil toplumlarda bu duruma göre kategorize olurlar. Bu değerlendirmede bulunan İbn-i Haldun görüleceği üzere Akdeniz havzasında yani orta kuşaktadır. En makul imparatorlukların orta kuşaktan çıkacağı fikrine sahip olması o güne değin gelen Roma-Helen-Emevi vs. imparatorluklarının deneyimine dayanır. Bugün bu iddia doğrudan savunulursa İngiltere’yi, Rusya‘yı ve Almanya‘yı nereye koyacağımız ciddi bir problem olarak karşımıza çıkacaktır. Yine de böylesine bir tasnife cüret etmesi onu çağının çok ilerisinde bir düşünür yapar.

İbn-i Haldun her şeyden önce 14. yüzyıl dünyasında yaşayan bir Müslümandır. Zamanını ve inancını birlikte ele alarak değerlendirmemiz onu anlamamızda faydalı olacaktır. Zira bahsettiği asabiyet kavramı yani birlik kuvveti bugünün yaklaşımıyla net bir şekilde soyculuk/kabileciliktir. Bu kavram İbn-i Haldun’un yaşadığı coğrafyaya göre gayet tabiidir. Zira dönemin devletleri bir soy etrafında teşekkül etmekteydi. Bizim kültürümüz açısından da kut verilmiş aileler netice de bir soy değil midir? Öte yandan toplumların ömrünü 120 yıl yani 3 nesil olarak belirlemesi Kur‘an-ı Kerim‘deki bir hadiseyi referans alarak gerçekleşmektedir. Bir başka yönden idari teşkilatlanma olarak İslam Hukukunda net bir sistem olmadığı için asabiyeti kabilelere göre tespit etmesi ve onların devleti kurmaları kanaatimce ırkçılık/kavmiyetçilik değil aksine çağında gerçekleşen bir durum tespitidir.

Asabiyet kavramı İbn-i Haldun’un sosyoloji literatürüne kazandırdığı en önemli kavram olarak görülebilir. O asabiyet kavramını yalnızca soy asabiyetine bağlı kılmamıştır. Ülkü asabiyetinin de var olduğunu dünyaya ilan etmiş hatta bu yaklaşımın daha uzun soluklu devletlere sebep olacağını vurgulamıştır. Nitekim günümüzde millet tasavvurumuz bir kültür, ülkü, tasa, kıvanç birlikteliğidir.  İşte bu noktada İbn-i Haldun’un çağının ötesini yakaladığını görürüz.

Yalnızca asabiyet kavramını değil modern sosyolojinin birçok kavramının ilk kıvılcımlarını da İbn-i Haldun‘da görmekteyiz. Bunlardan Farabi‘de de rastladığımız “Bedevi-Hadari” ayrımı büyük önem arz eder. Bedevi topluluklar insanın doğal yapısına daha yakın, daha tutucu, daha saldırgan ve başarıya açtırlar. Bu özellikleri onları devlet idaresine hakim hadari topluluklar ile çatışmaya sürükler. Bu çatışma neticede asabiyetleri azaldığı için zayıflayan hadari grupların aleyhine sonuçlanır. Böylece merkezi konuma gelen bedevi topluluk çeşitli aşamalardan geçer ve tam bir hadari topluluk haline gelir. Bu döngü içerisinde akıbetleri önceki topluluğun aynısı olacaktır.  Böylesine bir döngü öngörmesi İbn-i Haldun’u organizmacı bir yazar haline getirir.

İbn-i Haldun’un bahsettiği döngü beş aşamadan meydana gelir. Bunlar

  • Zafer ve amaçlara ulaşma
  • Egemenliğin kişiselleşmesi
  • Özveri ve rahatlık
  • Kanaat ve barışla yaşama çağı
  • İsraf çağı

bu aşamalar yükselişi, yüksek bir konumda belli bir zamanı ve düşüşe geçmeyi içermektedir. Devletin iktidarı ele geçirildikten sonra akla gelen temel kurumlarının teşekkülü, çeşitli gelirler sağlaması ve vergi toplaması birinci aşamadadır. Bu aşamada devletin fikri yapısı da şekillenecek hakim olan yeni grup, statüler ve düzen belirleyecektir. Çok geçmez ki bir kabile yahut grup içerisinde gerek sayının artması gerek ihtiraslarla iktidar mücadelesi başlamasın. Tarih bu kavganın binlercesine şahittir. İşte ikinci aşamada lider iktidarı kendi kudretinde şahsileştirecektir. Bu uğurda baskı, yıldırma, dışlama gibi birçok yöntem cereyan edecektir. Lider iktidarını sağlamlaştırdıktan sonra zirveye ulaşılmıştır. Bir süre devlet ve doğal olarak toplum rahatlık ve bolluk yaşayacaktır. İktidarda bulunanlar kendi konumlarını da koruyabilmek için yatırım, özveri, çaba sergilemeye devam etmektedirler. Zamanın ilerleyişi ve yeni nesillerin hakim konumuna gelmesi yaşanan zorlu çatışmaların unutulmasına ve daha azıyla yetinip, çalışkanlığın azalmasına neden olacaktır. Bu aşama bir öncekine yakındır lakin asabiyet çözülmeye ve tecrübeler unutulma başlamıştır. Bu, tehlikenin başladığı noktadır. Devamında tehlike diye nitelendirdiğimiz tecrübenin unutulması ve keyfi yaşantı yükselecek, savurganlık baş gösterecek ve mevcut devletin ömrü yeni asabiyete sahip topluluklarca sonlandırılacaktır.

İbn-i Haldun bu süreci 120 yıl olarak belirlemiştir. Ancak bu süre kati değildir. Devlet ömrünü inkılap ve ihtilallerle uzatabilir. Yeni ülküler yeni bir yaşam süresi verir. Nitekim tarihte birçok devlet değişerek ve zamanına adapte olarak bu sürenin çok üzerinde yaşamıştır.

 

Daha Fazla Göster

Cumali Korkmaz

1992 yılında Niğde ilinin Bağlama Kasabası'nda doğdu. İlköğretimini Bağlama Kasabası'nda tamamladı(2006). Niğde Anadolu Öğretmen Lisesi (2010) ve Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi (2015) mezunu. Yıldırım Beyazıt Üniversitesi'nde Din Sosyolojisi alanında yüksek lisansı devam etmekte. Sivil toplum kuruluşlarında çeşitli görevler üstlendi. Serbest Avukatlık yapmaktadır.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
Kapalı