ZİHNİYET
Hilal Ecren Öztaş- AYBÜ İlahiyat Lisans 3. Sınıf Öğrencisi
- Bir toplumdaki ya da topluluktaki bireylerde, görüş ve inanış etmenlerinin etkisiyle oluşan düşünme yolu, düşünüş biçimidir.
Bir bireyin ya da bir grubun zihniyeti nasıl anlaşılır?
- Grubun hareketlerine bakarak
- Günlük dilde kullandıkları sözcüklere bakarak
- Grup üyelerinden kendilerini hareketleriyle değil sözleriyle ifade etmeleri istenir
- İnsanların yaptığı ve söylediği şeyler arasında önemli farklılıklar vardır. Söylenenler ve yapılanlar eğer yalan değilse bile her zaman birbirini tutmaz.
- Sosyoloğun rolü bu sözlü ifadeleri yorumlamaktır.
Çünkü açıklayıcı ve tahminsel bir tanım yapması gerekir.
SORU İnsanların Tanrıya inanıp inanmadıklarını sormak mı daha mantıklıdır yoksa Pazar günleri kiliseye gidip gitmediklerine bakmak mı?
- Aslında ikisi de doğru olmaz çünkü pazar günü kiliseye gitme sebebi sosyal uyum göstergesi olabilir. Yani o kişinin etrafındaki insanlar kiliseye gidiyor diye o da gidebilir.
- Anketör, karmaşık bir yorumlama çalışması yaparak doğru sonuca varabilir.
Etnologlar şunu savunuyorlar:
İnsanların söylediklerinin nerdeyse hiçbir önemi yok. Önemli olan onların yaşantısını izlemektir.
Buna karşılık psikologlar da şöyle diyorlar:
Analiz ve yorum yapabilmek için insanlara ustalıkla soru sorulması gerekir.
Yani bu konuda bir anlaşmazlık vardır. Bunun için kitapta şöyle bir örnek vermiş:
Politik tutum, davranış ve düşünce kavramları birbirlerinden ayırt edilmeden kullanılır. Belirli bir gün ve saatte oy vermeye gitmek. Bu ritüelleşmiş ve organize edilmiş bir DAVRANIŞ şeklidir. Yine oy yoluyla Ak Partiyi seviyorum/sevmiyorum demek de bir DÜŞÜNCEleri ifade etme yoludur.
TANIMLAR
Düşünce
- Jean Stoetzel Theorie Des Opinions adlı eserinde düşüncenin tanımını şöyle yapar:
“Bir düşüncenin ifadesi, belirli bir zamanda, belirli bir soruyla ilgili bir konunun tam olarak kabul edildiğini gösteren ayrıntılandırılmış bir formüldür.’’
Kitapta söylediğine göre bu tanım ankete izi veren bir tanımdır. Mesela Ayşe’ye anket yaparsanız Ayşe’nin söylediği düşünceyi Ayşe’nin düşüncesi olarak kabul etmek gerekir. ‘’Ayşe’ye İktidardan ne kadar memnunsun? Çok, az, hiç.’’ diye sorduğumuzda Ayşe ‘’biraz memnunum’’ diye cevap verirse ve bu ifadeyi kesin olarak onaylarsa Ayşe’nin düşüncesi ‘’iktidardan biraz memnunum’’ olacaktır.
Eğer aynı soru bu üç seçenekten -yani çok, az, hiç- birini seçerek cevap verecek çok sayıda insana sorulursa alınan cevapla iktidarla ilgili düşünce yelpazesini oluşturur. Bu düşünce yelpazesi de o grubun iktidara karşı ne hissettikleriyle ya da ne iktidar hakkında ne düşündükleriyle ilgili bir araştırma aracı olur.
Düşünce, ayrıntılandırılmış bir formül aracılığıyla belli bir zamanda belli bir soru hakkında uzlaşmaya gitmektir.
Tavır, bireylerin ifade ettikleri düşüncelerinde belli bir tutarlılığın olması anlamına gelir.
TAVIR ÖLÇEKLERİ
Bir insan “Ben ırkların aynı yerlerde yaşamasından yanayım. Siyahiler korkunç görünüyor, onlara bakamıyorum bile.’’ Yargısını onaylıyorsa büyük bir ihtimalle kadınlar için de ‘’toplumda ikinci sınıf insan muamelesi görmeliler’’ yargısını da onaylayacaktır. Yani birisi ırkçı bir önyargıyı doğrularsa bu yargıyı izleyen diğer görüşleri de kabul edecektir.
Aşağıdaki tabloya Guttmann ölçeği denir. A kişisi (aşırı ırkçı) bütün sorulara evet yanıtını veriyor. B kişisi ilk sorulara evet diyor ama son soruya hayır cevabını veriyor. Tablonun son kısmında da her soruya hayır yanıtını veren E kişisi bulunuyor. ( E ırkçı değil)
Önemli olan, A kişisinin bütün sorulara verdiği toplam “evet” yanıtlarıyla, E kişisinin bütün sorulara verdiği toplam “hayır” yanıtlan arasında en ırkçıdan en az ırkçıya kadar uzanan bir skala oluşturulması ve böylece kişilere bir ırkçılık derecesi verilmesidir. Ölçek bir kere ortaya çıktığındaysa başka birçok araştırma için de kullanılabilecek bir ölçme aracına dönüşür.
Otuzlu yılların başında Thurstone ve Likert; tavırları ölçekler aracılığıyla belirleyen ilk bilim insanlarıdır. Tavır ölçekleri tekniği o zamandan beri geliştirilmiş ve basitleştirilmiştir.
Tavırdan az önce kısa bir şekilde bahsettik ama şimdi detaylıca konuşmak gerekirse
Tavır: belli bir konuyla ilgili birçok tutumun ve fikrin kaynağı olan, sürekliliği değişen eğilim demektir.
Tavır dört unsurla nitelenir. Bunlar sıralayacak olursak
- İlk olarak bütün görüş ve tutumların analiz edilmesinden sonra tekrar oluşturulan bir “indirgenmiş değişken” gereklidir. Bu değişken bir düşünce grubunun açıklanmasına imkan veren öncelikli etkendir ve örneğin, etkenlerin analiziyle belirlenebilir. Bu aşamada tavır doğrudan gözlemlenmez.
- Tavır sürekliliği değişen bir eğilim olduğundan yalnızca eylemleri değil, bu eylemleri gerçekleştiren kişiyi ya da grubu da nitelendirir.
Yani sadece bireyin değil grubun da tavrı vardır. - Tavırlar genellikle kutuplaşmışlardır ve duyguyla yüklüdürler, çünkü inançlarla ve değerlerle ilişki içindedirler. Her zaman bir onaylayan, bir de onaylamayan tavır vardır.
- Son olarak, tavır kazanılmıştır ve dışsal etkilerle karşılaşır. Bu bakımdan toplumsallaştırma, grubun sosyal norm ve değerleriyle ilişki içinde olan uygun tavırların kişilerde oluşturulmasından başka bir şey değildir.
ANKET
İki tip anket vardır.
- Serbest Görüşme (Klinik Görüşme)
- Yönlendirmeli Görüşme
Serbest görüşmede anketi yapanın ankete tabi tutulan kişiyi kendi kendine konuşmaya bıraktığı bir görüşmedir. Anketi yapan kişi sadece anket çerçevesinde monoloğu yönlendirir ve kişinin düşüncelerinin akışını izler.
Ben bunu biraz da terapi yapan psikoloğun hastasıyla görüşmesine benzettim.
Yönlendirmeli ankette ise monoloğun konusu en başından anketi yapan kişi tarafından belirlenir. Konuşmacıyı sürekli ana konuya çekerek monoloğu başlatır.
Ankete tabii tutulan kişinin aslında değinmeyeceği konuları rastlantısal olarak araya sokar.
Açık uçlu anket, eğer ankete tabi tutulan kişi kendini kendi terimleriyle ifade ediyorsa
Kapalı uçlu anket, eğer yanıtını kendisine sunulanlar arasından seçmek zorundaysa
Örnek grup içinde seçilmiş bireylere yaptırılan anketler sonucunda toplanan yanıtlar, daha sonra bilgisayar tarafından kodlanır ve işleme tabi tutulur.
TAVIRLAR VE MOTİVASYON
Birinci bölümde değinildiği gibi çocuğun ilk öğrendikleri, çocukta bazı tavırlar, yani onun temel, kesin ya da dağınık tavırlarını oluşturan bazı kalıcı eğilimler meydana getirir. Daha sonra çocuk büyüdükçe ve kişiliği oluştukça bu kesin ve dağınık tavırlarına, daha az kesin ve daha kendine özgü tavırlar ekler. Böylece psikanalitik teorinin bilinçsiz, bilinçaltı ve bilinçli diye adlandırdığı bir çeşit karşılaştırılabilir tavırlar sıralaması elde edilir.
Yani bir kişi hayata karşı genel tepkilerini yönlendiren kesin tavırlara ve belli bir sosyal duruma tepki vermesine yarayan (yine kesin tavırlarıyla bağlantılı) özel tavırlara sahip olur.
Motivasyon, tavırların aktif yanıdır.
Motivasyon çalışmaları, müşterilerin ürünleri satın alırken davranışlarını neyin motive ettiğini öğrenmek isteyen işletme sahipleriyle oldukça gelişmiştir.
MOTİVASYON ARAŞTIRMASI:
Motivasyon araştırmasında bir analiz planı oluşturulur: Büyük bir sosyal kategorinin örneği olabilmeleri için mümkün olduğunca çeşitli ve farklı etnik topluluklardan birkaç düzine insan seçilir. Kendilerini kökenlerine göre ifade etmelerini sağlayacak sorularla uzun uzun sorgulanırlar, bu mantık ve fikirler birliği motivasyonları belirlemeye yarayan niteliksel bir hesaplamayla analiz edilir.
Bu görüşme şekline yönlendirmesiz ya da yarı yönlendirmeli denir.
İnsanın biyolojik yönüne önem veren psikologlar, motivasyonların fiziksel bir temeli olduğunu düşünürler. Yani açlık, susuzluk, dinlenme ya da hareket etme ihtiyacı gibi. İnsanın temel ve biyolojik ihtiyaçlarına doğrudan doğruya bağlı olmayan motivasyonlar temel itkilerden türeyen ikincil itkilerden başka bir şey değildirler.
Freud da çocukluğun erken dönemine, yetişme tekniklerine ve ebeveynlerle çocuk arasındaki ilişkiye bağlar. Mesela birinin anarşist olması şiddetli bir Oedipus kompleksi yaşadığını gösterir. Eğer devlet otoritesini reddediyorsa çocukluğunda babasını reddetmesidir.
Bir konu hakkındaki fikrimiz o konuda bir tavır almamıza yol açar.
ALGIDA SEÇİCİLİK
Bakmakla görmek aynı şey midir?
Aslında görmek baktığın şeyi anlamaktır.
Algıda seçiciliği açıklamak için örnek vermek daha doğru olacak bence. Bununla ilgili kitapta bir psikolojik deneyden bahsediyor. Çocuklara hepsi aynı büyüklükte, ama bazıları 1, bazıları 10, bazıları 100, bazılarıysa 500 frank değerinde çeşitli pullar gösterildiğinde, çocuklar her zaman 500 franklık pulların 1 franklık pullardan daha büyük olduğunu söyleyeceklerdir. Aynı şekilde aynı büyüklükte ama farklı sayısal değerlerdeki bozuk paralar için de değeri yüksek olan paraların daha büyük olduğunu düşünmeye eğilimli olacaklardır.
Birey kendisi için bir anlamı olan şeyi, belli bir tavırlar dizisi sayesinde seçer.
Gelelim hafızaya. Hafıza sadece kişisel değildir. Aynı zamanda toplumsaldır.
Halbwachs’a göre bir hatıra saklanamaz, yeniden yapılandırılır. Yani bu yeniden yapılandırma sosyal görüntülerin yardımı ve yönlendirmesiyle yapılır.
Toplu hatıraların dinamiği vardır yani canlılardır.
STEREOTİP NEDİR?
Stereotip için kısaca bilimsel kanıtı olmayan önyargılar diyebiliriz.
Kitapta da stereotip için toplumun bireylere sunduğu imaj, klişe ifadesini kullanıyor. Mesela İtalyansan pizza seversin. Ya da kadınlar erkeklerden daha çok konuşur.
Stereotipli bir algıyla uzlaştırmanın dört yolu vardır:
- Birincisi, basitçe ve salt inkâr; uygunsuz, uyumsuz özelliği görmemek
- Deforme etmek, yani zekâ ile bireyin diğer karakteristik özelliklerinin birbirine karıştırılması
- Tutarsız, dolayısıyla saçma görünen bir imajın tamamen reddedilmesi
- Stereotipin yeniden oluşturulması, yani dış gerçekliğin farkına varılması ve daha önce sahip olunan fikrin sorgulanması.
Bireylerin stereotiplerini gerçeğe göre değiştirmesi çok rastlanan bir olay değildir. Fikirlerini sorgulama durumuna gelmeleri için çok sayıda stereotipine zıt olan insanla karşılaşılması gerekir.
TAVIRLARIN DİNAMİĞİ
Seymour Lieberman’ın klasik bir çalışması, bireylerin sosyal pozisyonları değiştiğinde tavırlarının da değiştiğini gösterir.
Lieberman sıradışı, neredeyse deneysel bir durumdan yararlanmıştır: Bir fabrikada, bir seneden kısa bir sürede, 23 işçi ustabaşı olur ve 35 işçi eskilerinin yerine sendika temsilcisi seçilir. Bir durgunluk olması sebebiyle fabrika işçilerini işten çıkarır ve sonuç olarak 8 işçi rütbe olarak gerileyip basit işçiliğe geri döner. Bu deney dört grubu kapsamaktadır:
– görevli ve ustabaşı olarak kalan işçiler
– görevli ve rütbeleri düşen işçiler
– seçilen ve tekrar seçilen sendika temsilcisi işçiler
– seçilen ve sonra seçilmeyen işçiler
Bu dört grup, “deney” işçilerine mümkün olduğunca yakın duran işçilerden oluşan kontrol gruplarıyla tamamlanır. Bütün bu gruplar üç aşamalı 16 soruluk bir ankete tabi tutulur: 1951 yılında, pozisyon değişikliğinden önce, pozisyon değişikliğinden bir sene sonra ve 1954 yılında. Ustabaşı olan işçiler açık bir şekilde yönetimin daha olumlu, sendikaların ise daha düşmanca karşıladığı bir duruma gelirler. İki sene sonra bu ustabaşıların tavırları gittikçe güçlenmiştir. Oysa rütbeleri düşürülen işçiler terfiden önceki tavırlarına geri dönmüşlerdir. Aynı şekilde sendika temsilcileri sendikalar tarafından olumlu, ama yönetim tarafından düşmanca karşılanmışlardır. Değişiklikler ustabaşılar için sendika temsilcileri için olduğundan daha belirgindir, çünkü ustabaşıların pozisyonu tamamen değişmişken, temsilciler işçi ve sendikacı olarak kalmışlardır.
Bununla benzer olarak işçi zihniyetine sahip, dünyaya ve topluma işçinin bakış açısıyla bakan bir işçi çocuğunun durumunu ele alalım. Parlak bir öğrenimden sonra yüksek bir memur seviyesine ulaşırsa, bir şekilde yönetici sınıfıyla kaynaşmak ve bunun için bakış açısını yeniden gözden geçirmek ve dolayısıyla yalnızca toplumla ilgili düşüncelerini değil, aynı zamanda tavırlarını da dönüştürmek zorunda kalır. Yoksa hakkında “işçi taraftarlığı” yaptığı söylenir.
Üyesi olduğu gruptan başka bir gruba ait olmak isteyen biri, o gruba girmeden önce bu grubun fikirlerini, tavırlarını, düşüncelerini benimsemeye eğilimlidir.
IRKÇI ÖNYARGI
Tavırlar, kişilik özellikleriyle birlikte güçlendikleri zaman iyice yerleşmiş olan bir önyargı karşısında parçalanabilirler.
Önyargılar sosyal grupların stereotip görüşü üzerine kuruludur. Bir Alman stereotipi (bir Yahudi, siyahi, vb. için) hiçbir kişisel deneyimle örtüşmez: Toplumda oluşmuş ve yayılmış, gerçeğin algılanmasında seçiciliği ön plana çıkaran bir imajdır.
Farklı olanın reddedilmesi tüm medeniyetlerde vardır.
Antik Yunan’dakiler için barbarlar kendi dillerini, kültürlerini paylaşmayan, dilleri saçma sapan sesler ve sözcüklerden ibaret insanlardır. Ölüme mahkûm edilen Sokrat, Atina’yı terk etmeyi reddeder, çünkü kanunlara, ne şehir devletini ne de kanunları tanımayan bir barbara dönüşmek istemeyecek kadar çok saygı duyar, onlardan kopmak istemez.
- yüzyılda insanların eşitliği fikri yerleşse de yine de önyargı ve ırkçılık büyüyerek devam etti. 19. yüzyıl sonunda, bazı ırkların diğerlerinden üstün olduğu fikriyle bilimsel ve biyolojik anlamda ırk kavramı ortaya çıktı.
” Petit Larousse’un 1999 yılı basımında ise ırkın tanımı şu şekilde yapılmıştır: “Farklı insan gruplarının, bilimsel açıdan saçma bir yolla biyolojik olarak sınıflandırılması ve hiyerarşik bir düzene sokulması.
Marie Jahoda der ki “Grup dışına duyulan nefret insanın kendi kendisini kabul etmesine yardımcı olur. Çare ne kadar aldatıcı olsa da güvensizlik hisseden bir insanın ruhsal dengesi için büyük bir önem taşır. Başkasını reddetmek insanın kendisini reddetmesinden daha kolaydır.’’
‘’Kişisel açıklamalar yeterli değildir; sosyal ve ekonomik mekanizmalar da önyargıyı besler. Örneğin, bir semtin sakinlerini ABD’de çoğunlukla siyahlar ya da Fransa’da Araplar oluşturuyorsa, bu semtteki evlerin fiyatları yüzde 50 düşer: Beyazlar ve Fransızlar dairelerin değerlerinin düştüğünü görecekler, evlerini satarlarsa başka bir yere taşınamayacaklardır. Çoğunlukla siyahi ve Arap çocukların gittiği okul damgalanacak ve çocuklarının derslerinde başarılı olduklarını görmek isteyen orta sınıf aileleri semt değiştirmek zorunda kalacaktır.
Irkçılıktan ve önyargıdan nasıl kurtulunur? Bunu bir örnekle açıklayalım: Yahudi bir arkadaşı olan gerçek bir Yahudi düşmanı, içine düştüğü çelişkiden arkadaşının bir istisna olduğuna ve Yahudilerin kusurlarına sahip olmadığına inanarak kurtulur.
KOLEKTİF DÜŞÜNCELER VE TAVIRLAR
Kişisel düşünce ve tavırlardan farklı olarak kolektif yani grupsal düşünce ve tavırların var olup olmadığı uzun süre tartışma konusu olmuştur. Sosyolog kişisel ve kolektif düşünce arasındaki farkı belirlemekle uğraşmaz. Kamuoyu yoklamalarında kişisel düşüncelerin toplamı ve kolektif düşünce arasında farklar olduğunu tespit eder.
Birçok kişinin aynı çözüm yoluyla ilgili aynı düşüncede olması mümkündür. Eğer bu kişiler tesadüfen seçildiyse ve ortak hiçbir noktalan yoksa aynı düşüncede olmaları tamamen bir tesadüftür; ortak noktalan bu düşünceden başka bir şey değildir. Ama buna karşılık belli bir sosyal grupta bütün üyeler aynı düşüncede anlaşıyorsa, bu düşüncenin kolektif bir düşünce olduğu söylenebilir, çünkü bir grubun bütün üyelerinin sahip olduğu ortak düşüncedir.
Bir grup oluşturmayan, gerçekten ortak noktalan olmayan insanların bir düşünce üzerinde anlaşmaları ve bu uyumun, bu insanların sahip olduğu bir özellikle, örneğin gelirleriyle birbirini tutması da mümkündür. Diyelim ki bir kamuoyu yoklaması 5.000 ile 10.000 Frank arasında kazanan insanların Chirac’ı pek sevmediğini, 20.000 Frank’ın üstünde kazananların ise Chirac’ı çok sevdiğini göstermiş olsun.
Bu durumda söz konusu olan bir grup değil, bir bireyler kategorisidir. Aynı gelir diliminde bulunmak bir sosyal gruba değil, bir kategoriye ait olmak demektir. Bir sosyal grup arasındaki tek fark temel farktır.
Çan eğrisi ya da Gauss eğrisi dağılımı kolektif bir düşünce olmadığını; yalnızca bir kişisel düşünceler toplamı olduğunu gösterir. Gerçekte X Kişisini ortalama olarak sevenler çoğunluktadır ve diğerleri her iki tarafa eşit olarak dağılmıştır. Bu, istatistikçilerin “normal” dağılım dediği dağılım şeklidir.
Kolektif bir düşüncesi olmayan bir grup insana herhangi bir konuda ne düşündüklerini sorarsanız, düşüncelerinin dağılımı bu şekli verecektir. Öyleyse söz konusu olan, çok sayıda insan tarafından paylaşılan kolektif bir düşünce değil, kişisel düşüncelerin toplamıdır.
bu çan eğrisinde nefret eden kişi sayısı az seven kişi çok
bu çan eğrisinde de nefret eden kişi sayısı fazla seven kişi sayısı az
nefret ve seven kişi sayısı çok ama nötr düşünce az
SOSYAL TEMSİLLER
Serge Moscovici, düşünce, davranış, stereotip üçlemesini anlamak için, sosyal bir grubun bütünü tarafından paylaşılan günlük uygulamalar çerçevesinde oluşmuş, kişisel özellikler dışında kalan sosyal temsilleri incelemeyi önerir.
Durkheim, kolektif temsillerin “toplum denilen bu özel varlığın kendine özgü deneyimlerle düşünme şekli olduğunu söyler.
Temsil, konuşulan dil gibi herkes için ortaktır, kişiler arasındaki bağı kuvvetlendirir, onları aynı biçimde hareket etmeye ve düşünmeye iter: yani nesiller boyunca kalıcıdırlar.
Moscovici için ise temsil bir “şey” hakkında iletişimin üretilmesidir, yani şeyler değişir; iletişim ise sürekli bir hareket halindedir.
Bu bakımdan Durkheim için geleneksel toplumun bir özelliği olan temsil, Moscovici için iletişimin yoğun olduğu kitle toplumunun bir özelliğidir