*Karl Henrich Marx (1818-1883) : Alman filozof, ekonomist
Karl Marx’ın erken dönem yazılarında ele aldığı Yabancılaşma terimi, temelde kapitalist düzenin insanın hayal gücü, bilinci ve çevresini kontrol kapasitesini sınırlaması sonucu bireyin öz doğasını kaybetmesi anlamına gelir. Onun Yabancılaşma araştırması Kapitalizmin insanların duygu ve benlik imgeleri üzerinde yarattığı sosyal, psikolojik ve kişisel etkilere dair bir araştırmadır.
18. ve 19. yüzyıllarda Avrupa’yı etkisi altına alan devrimler sonucu büyük toplumsal değişmeler meydana gelmiş, çoğu sıradan insan için yoğun, kontrol dışı yardımsızlık, yerinden edilmişlik, kontrolü dışındaki güçler tarafından sürüklenmişlik, ait olduğu yerden ve köyden uzaklaşmışlık duygusu, yeni ve ürkütücü bir fabrika kent dünyasına girildiği duygusu oluşmuştu. Bütün bunlar Marx’ın Kapitalizm hakkındaki ilk düşüncelerini geliştirirken onu Yabancılaşma kavramını irdelemeye itmiştir.
Marx’a göre Kapitalizm sadece adaletsiz ve yetersiz bir ekonomik üretim sistemi değil, aynı zamanda ahlak dışı ve sömürücü, insanı kendi emeğinin ürünlerinden koparan, ‘ekonomik’ vahşi bir ormanda diğer insanlarla karşı karşıya getiren bir sistemdir. Halbuki insan doğasının özü, onu diğer hayvanlardan ayıran şey, bilinci, hayal gücü ve çevresini kontrol kapasitesidir. Günümüz dünyasında bu 3 ifade biçimi artık felç olmuştur. Otomatik yaşayan insanda bilinç devre dışı konuma gelir; hayal kurarken bile gördüklerine, sahip olduklarına göre hayal kurar. Yoğun çalışma ve eğitim hayatında insan, çevresini kontrol edebilme duygusundan da uzaklaşır. İnsanın bu kendini ifade biçimi sınırlandırıldığında veya engellendiğinde ise Yabancılaşma ortaya çıkar.
Yabancılaşma en berrak anlatımını 1844 Paris Elyazmaları’nda bulmaktadır. Burada Marx, dört temel yabancılaşma biçiminden bahseder :
- İşçinin kendi ürünleri üzerindeki kontrolünü yitirmesi. İşçi bir şey ürettiğinde, örneğin bir masa, artık o şey kendisine değil işverene aittir.
- Modern fabrikalardaki ayrıntılı işbölümü yüzünden, işçinin artık üretim süreciyle bağlantısının olmadığını hissetmesi. Örneğin otomobil üretilen bir fabrikada işçinin küçük bir parçayı üretmesi. Bu işçiyi tatmin etmez çünkü bütünüyle bir ürün ortaya koymaktan uzaktır. O işçi artık sadece ‘çarkın bir dişlisi’dir, onu güdüleyen şey ise üretimin verdiği iç doyum değil, haftasonunda alacağı ücretin verdiği geçici doyumdur.
- İşçiler arasındaki ilişkilerin iş arkadaşları ilişkisinden çok rakipler arasındaki bir ilişkiye dönüşmesi, onların iş, prim, terfi için yarışan kişiler haline gelmeleri. İşverenle işçi arasındaki ilişkiler eşitler arasındaki bir ilişki değil, aksine işverenlerin çalışanlarından sağladıkları kazançları azamiye çıkarmaya çalıştıkları bir efendi/köle ilişkisidir.
- Bireyin kendi insani doğasını tanıyamaz hale gelmesi – yani kendini artık sadece iş aracılığıyla ifade etmesi. Böylece o işini kendisinin bir parçası olarak hissetmez, gerçek yeteneklerini de sergilemez. İş artık sadece bir övünme ve başarı kaynağıdır.
Marx’ın sözleriyle “ İş, artık işçi için dışsal bir unsurdur, onun doğasının bir parçası değil. Kişi işinde kendini ifade etmez, aksine yadsır. Fiziksel ve zihinsel enerjisini özgürce geliştiremez, tam tersi fiziksel olarak tükenmiş ve zihinsel olarak gerilemiştir. Bu yüzden işçi kendisini sadece boş zamanlarında yuvasında hissederken işte yuvasından uzakta hisseder. Onun için iş artık gönüllü olarak yapılan bir eylem değil, dayatılan bir görevdir.”
İşçiler bu nedenle işlerine, emeklerinin ürünlerine, diğer işçilere ve nihayetinde gerçek benliklerine yabancılaşırlar. İş bir işkenceye dönüşür ve böylece insanlar bir rahatlama ve kontrol duygusu arayışı içinde başka yerlere yönelirler. Örneğin içmeye yönelirler, depresyona girerler veya kendilerini tüketime ve çok özel bir hayat tarzına kaptırırlar.
Marx’a göre bütün ekonomik sistemler yabancılaşmaya sebep olsalar da bu duygunun en belirgin ve yoğun yaşandığı ekonomik sistem kapitalizmdir. Bunun sebebi sadece sömürünün en üst düzeye çıkması değil, aynı zamanda ‘piyasa güçleri’ nin insanı bireyler olarak değil ihtiyaç halinde kullanılıp atılabilecek bir başka üretim malı/meta olarak görmeleridir.
Peki yabancılaşma ne zaman son bulur? Yabancılaşma ancak sınıfsız bir toplumda üretim araçlarının herkesin ortak malı haline dönüşmesiyle son bulacaktır. Marx’a göre özel mülkiyet, sömürülmüş emeğin ürünüdür. Sınıfsız bir toplumda modern kitle üretim araçlarının sağladığı bolluk sayesinde ‘komunist’ insanın artık çalışmasına gerek kalmayacak, kendi yetenekleriyle uzmanlaşabilecek, sabah balığa öğlen ava akşam da fikirlerini tartışmaya gidebilecektir. Cinsiyet, ırk, kasaba, ülke, beyin ve kas kaynaklı bütün toplumsal ayrımlar, eşit bireyler toplumunda ortadan kalkacaktır. Her ne kadar tamamen ütopik bir ideal olarak Marx bu fikirleri savunsa da bu fikirlerini pratiğe dökme iddiasındaki insanlar da zamanla kapitalistleşmiş ve kendi burjuvazilerini oluşturmuşlardır. Burada Marx’ın belki söylemediği ancak eksik kalan işçi sınıfının da kendisinin zamanla refah ve güç istenciyle metalaşan egemenliğin peşine düşeceği gerçeğini atlamasıdır.
Kapitalizm, tepedeki daha az yeteneklilerin diğerlerinin emeklerini sömürdükleri ve bolluk içinde yaşadıkları tersine dönmüş bir dünyadır. Marx’ın amacı bu çarpıtmayı teşhir etmek ve insanın kendisini kapitalist toplumun kölesi olmaktan kurtarabileceği, eşitlik ve işbirliğine dayalı huzurlu ve özgür insanlardan oluşan bir toplum modeli inşa etmektir. Marx bu bağlamda insanın gücü ve potansiyeline güvenir.
Rümeysa Yazar, AYBÜ İslami İlimler Fakültesi