YABANCILAŞMA
Yabancılaşma kavramının tanımı, bir şeyi bir şeyden veya bir kimseyi bir kimseden uzaklaştıran, başka bir şeye ya da kimseye yabancı hale getiren eylem veya gelişmelere denilmektedir. Bu tanımdan hareketle denilebilir ki yabancılaşma, özne ile nesne yahut bilinç ile şeyler arasında ilişkinin bozulmasıdır veya ötekileştirilmesidir.
Sosyoloji alanında, “disiunctio – aversatio” karşılığı olarak, ayrılmak, diğer kimselerden, vatanından veya Tanrı’dan ayrı düşmek, kopmak manasına gelmektedir. Sosyolojik izahlarda yabancılaşma, “insan emeğinin, işinin ve eylemlerinin yapıldığı andan itibaren nesneleşmesi (şeyleşmesi), insanın inisiyatifinin dışına çıkması, insanın denetimden kurtularak bir bakıma kapilastin eline düşmesidir.” (Göka,1990). Kelime daha sonra Fransızcadaki “alene”, İspanyolcadaki “alienado”, İngilizcedeki “alineist” sözcüklerin biçiminde varlığını sürdürmüştür. (Coşturoğlu, 1999). Bu kullanımlarında daha çok akıl hastaları tanımlanırken kullanılmaktadır. Kendinden kopmuş insan olarak tarif edilmiştir.
Yabancılaşma ne zaman ortaya çıkmıştır?
Sanayi devrimi ile başlayan ekonomik gelişmelerin sonucunda Batılı toplumlar maddi açıdan daha rahat bir hayata kavuşmuşlardır fakat bu maddi refah, insanın birçok ihtiyacını karşılamakta yetersiz kalmış ve bunun ötesinde insanın özünde ve insani değerlerinde derin yaralar açmıştır. Toplumsal yaşama uygun olarak tüm bu ruhsal ve insani değerlerin yitirilmesi ile maddi refah artışı arasında bir paralellik olduğunu ileri süren ve benimseyen bazı düşünürler, sorunu “yabancılaşma” kavramı çerçevesinde tartışmayı uygun bulmuşlardır. Yürütülen bu tartışmalarda genel olarak, günümüz insanının kendi üretimine ve tüketimine, doğal ve toplumsal çevresine, ilişki içerisinde olduğu diğer insanlara ve en önemlisi kendi özüne yabancılaştığı, insanın kendi yarattığı güçlerin kölesi haline geldiği ve bu güçlere bireysel çıkar sağlayan bir mekanizmanın basit bir çarkın dişlisi haline indirgendiği dile getirilmektedir.
Yabancılaşma kavramını kullanan düşünürler?
Hegel, yabancılaşma terimini ilk kullanan düşünürdür. Hegel’in düşüncesinde yabancılaşma, varlığın (tin) kendini gerçekleştirme aşamalarından biridir. Yabancılaşma, varlığın herhangi bir formunun kararlı, kendi gibi olma halinden dağılmasıdır. Yani Hegel’e göre yabancılaşma dağılma demektir. Böylece basit bir bileşim daha karmaşık bir bileşime dönüşmüştür. Bu açıdan bakıldığında Hegel’in yabancılaşma kavramına olumlu bir anlam yüklediği görülür. Hegel için varlıksal bir sorun olan yabancılaşma aslında tözden ayrışan insanın bu haline yabancılaşmasıdır ki onu aslını aramaya yöneltir (Swingewood, 1998). Hegel’in bu görüşleri Genç Hegelci, Ludwig Feuerbach ve Karl Marx’ı derinden etkilemiştir.
Materyalist bir felsefi yaklaşımdan hareket eden Feuerbach’a göre yabancılaşma insanın kendi özünden koparılmasıdır. Hegel’in yabancılaşma kavramını din eleştirisinde kullanan Feuerbach’a göre din insanın kendine yabancılaşması, insanın kendi kendisinden kopmasıdır. Düşünür, dinsel yabancılaşma eleştirisini dinin yol açtığı ahlaksal ve toplumsal sorunlara dayandırır. Din aracılığıyla maddi dünyanın duygularının değersizleştirilip aşağılanması yoluyla insan kendi gerçekliğinden ayrılmıştır. (Cevizci, 2010).
Marx, yabancılaşmayı iktisat ve siyasetle ilişkilendirerek açıklamış ve eleştirmiştir. Ekonomik ve Felsefî yazmaları adlı eserinde bireyin kendini gerçekleştiren özü olarak “emeği” gören düşünür için yabancılaşma, insanlığın emeğin yarattığı bir dünyada adım adım bir yabancıya dönüştüğü süreçtir. Çünkü insanın kendini gerçekleştirmesi anlamına gelen emek bir sanayinin bir metasına dönüşmüş ve satılabilir duruma gelmiştir. Böylece nesneleşen emek bireyin karşısında, sisteme ait bağımsız bir güç olarak durmaya başlamıştır. Bu sebeple Marx nesneleşme ile yabancılaşmayı özdeş kavramlar olarak görmüştür (Swingewood, 1991)
Karl Marx’ın temel çalışması Kapital (1970) bir ekonomik sistem ve üretim tarzı olarak kapitalizm üzerine ‘bilimsel’ bir araştırmadır. Onun yabancılaşma araştırması, aksine, kapitalizmin insanların duyguları ve benlik imgeleri üzerinde yarattığı sosyal, psikolojik ve kişisel etkilere ilişkin bir araştırmadır. Marx için, kapitalizm sadece adaletsiz ve yetersiz bir ekonomik üretim sistemi olmayıp aynı zamanda ahlak dışı ve sömürücü insanın gerçek tabiatını yadsıyan, onu kendi emeğinin ürünlerinden koparan ve ekonomik ‘vahşi bir orman’da diğer insanlarla karşı karşıya getiren bir sistemdir. Marx için, insan doğasının özü, onu hayvanlardan ayıran şey, bilinci, hayal gücü ve kendi çevre sini kontrol kapasitesidir. Bu güç, ifadesini en açık biçimde, insanların iş birliği içinde doğayı dönüştürdükleri üretim sürecinde -örneğin, ev yapmak için ağaç kesmek, ormanları açarak yol yapmak gibi faaliyetlerde- bulur. Ancak, bu kendini ifade ve toplumsal iş birliği biçimi sınırlandırıldığı veya engellendiği takdirde yabancılaşma ortaya çıkacaktır. Marx 1844 Paris El yazmaları’nda (aktaran Bottomore and Ru bel, 1961) dört temel yabancılaşma biçiminden söz eden:
- İşçinin kendi ürünleri üzerindeki kontrolünü yitirmesi. İşçi bir şey ürettiğinde, ister masa isterse sandalye, artık o şey kendine değil işverene aittir.
- Modern fabrikalarda, ayrıntılı bir iş bölümü yüzünden, işçinin artık üretim süreciyle bağlantısı olmadığını hissetmesi. O sadece ‘çarkın bir dişlisidir ve onu güdüleyen işin sağladığı iç doyum değil, hafta sonunda alacağı ücretin verdiği geçici doyumdur.
- İşçiler arasındaki ilişkilerin iş arkadaşları ilişkisinden çok rakipler arasındaki bir ilişkiye dönüşmesi, onların iş, prim ve terfi için yarışan kişiler haline gelmeleri. İşverenle işçi arasındaki ilişkiler eşitler arasında bir ilişki değil, aksine işverenlerin çalışanlarından sağladıkları kazançları azamiye çıkarmaya çalıştıkları efendi/köle ilişkisidir.
- Bireyin kendi İnsanî doğasını tanıyamaz hale gelmesi yani, kendini artık sadece iş aracılığıyla ifade etmesi. Böylece ne o işini kendisinin bir parçası olarak hisseder, ne de gerçek yeteneklerini sergiler. İş artık sadece bir övünme ve başarı kaynağıdır.
Marx için, ücretli emek ve yabancılaşmanın sonucu insanın alçalması, insanlığından uzaklaşmasıdır ve o “artık kendini hayvandan başka bir şey olarak hissetmez”. İnsanı hayvanlardan ayıran şey olan çalışma/emek ve özgür-bilinçli yaratıcılık edimi ortadan kaybolur ve böylece insan ‘türsel varlığını, kendi özel İnsanî niteliklerini kaybeder. Ayrıca, emek gücünün soyutlanması ve yabancılaşması aynı ölçüde insanları birbirlerine yabancılaştırır ve böylece insanın toplumsal varlığını, onun toplum duygusunu ve huzurunu bozarken, kapitalist çalışma hayatının oluşturduğu acı ve yoksulluk insanı soyutlanmış yalnızlığa iter.
Nitekim Marx’a göre, kapitalizm tepedeki daha az yeteneklilerin diğerlerinin emeklerini sömürdükleri ve bolluk içinde yaşadıkları tersine dönmüş distopik bir dünyadır. Bu erk ve kontrol piyasa güçleri yanılsamasının ardına sığınır. Marx’in amacı bu çarpıtmayı ortaya çıkarmak ve insanın kendisini kapitalist toplumun kölesi olmaktan kurtarabileceği ve tüm insanları birleştirebilecek bir program, toplum modeli ortaya koymaktır.
Marx yabancılaşma kavramını işçi ve ürün ilişkisinde yorumlamıştır. İşçi ne kadar çok üretir, üretimi güç ve boyut anlamında ne kadar artarsa, o kadar yoksullaşır (Marx, 2003). Ürettiği meta arttıkça kendisi daha ucuz bir meta haline gelir. İnsan dünyasının değersizleşmesi, şeylerin dünyasındaki değer artışı ile doğru orantılı olarak arttığını ileri sürer. İşçi kendi emeğine ve ürettiği ürüne, yabancı bir nesneye bağlı olduğu gibi bağlıdır. Kendisi ve içsel dünyası yoksullaşır ve kendisine daha az ait olur ve özüne yabancılaşır.
Yabancılaşma kavramı psikolojik, sosyolojik olarak önemli sonuçlara sahiptir. E. Fromm, (2006) Sağlıklı Toplum adlı eserinde yabancılaşma kavramını psikanalitik boyutuyla incelemiştir. Yabancılaşmış insanla kapitalizm arasında bir ilişki kurmuş ancak kavramın aslen sanayileşmiş modern toplumla ilgili olduğunu söylemiştir. Fromm’a (2006) göre sanayileşmiş çağdaş toplumun geliştirdiği tutumlar, zaman içerisinde mutluluğun sadece arzu edilene sahip olmayla ölçülür hale gelmesine yol açmıştır. Bunun sonucunda meydana gelen tüketim kültürü ile tüketim hem özgürlüğün hem de mutluluğun tek kaynağı kabul edilir hale gelmiştir.
SONUÇ
Yabancılaşma modern toplumların aşması gereken bir duvar olarak varlığını korumaktadır. Durum böyleyken yabancılaşmadan kurtulmak mümkün müdür? İnsan kendi özünü, varlık nedenini, dünyadaki amacını farkında olmasıyla yabancılaşmanın olumsuz etkilerinden kurtulmanın ilk adımlarını atmış olacaktır. Bu süreçte, insanın kendi varlığını anlamlandırması ve özgür kalmayı başarması kritik önem taşımaktadır. Kendi yaşamına sahip çıkan, tercihlerini bilinçli yapmaya özen gösteren; işine, emeğine, üretimine ve tüketimine dikkat eden insan, yabancılaşmanın etkilerinden kurtulabilir.
KAYNAKÇA
Barlas Tolan, Çağdaş Toplumun Bunalımı, (Ankara: A.İ. T.İ.A. yay. 1981).
Elma, C. (2003). İlköğretim okulu öğretmenlerinin işe yabancılaşması (Ankara ili örneği). Yayınlanmamış Doktora Tezi. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Ankara.
Swingwood, A. (1998). Sosyolojik Düşüncenin Kısa Tarihi (O. Akınbay, Çev.). Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.
Cevizci, A. (2010). Felsefeye Giriş, İstanbul: Nobel Yayıncılık.
Göka, E. (1990). Baudrillard’da yabancılaşma ve cinsel kimlik. Türkiye Günlüğü Dergisi,10(2), 94-96.
Coşturoğlu, M. (1999). Sosyal şizofreni ve yaratıcı düşünce üzerindeki baskısı. Ankara: Gül Dikeni Yayınları.
Marx, K. (2003). Yabancılaşma, (Kenan Somer, Ahmet Kardam vd. Çev.). İstanbul: Sol Yayınları.
Fromm, E. (2006). Sağlıklı toplum (Y. Sağlam ve Z. Tanrısever, Çev.). İstanbul: Payel Yayınları.