Sosyolojik Kur’an Okumaları 2 Yayınlandı!
Editör: Prof. Dr. Özcan Güngör
Din sosyolojisi; sosyolojinin bir bilim dalı olarak teşekkül etmeye başladığı 19. yy’dan itibaren bu disiplinin kurucula- rından olan A. Comte, E. Durkheim, K. Marx ve M. Weber’in çalışmalarında ve tartışmalarında yerini almıştır. Bu itibarla hem genç bir bilim dalı hem de sistemli bir sosyal bilim ol- duğu söylenebilir. Din sosyolojisi dini tecrübeyle ilgili hem tarihsel metinler ve olaylar hem de güncel toplumsal ilişkiler üzerinden bir takım bilimsel açıklamalara ulaşmayı hedef- lemektedir. Bilindiği gibi din olgusu insanlığın serüveni ile aynı tarihi süreci paylaşır. Tarihte din düşüncesi olmayan bir topluma rastlanmamıştır. Bu bağlamda din sosyolojisinin bir bilim dalı olarak, kişisel maneviyat veya dinin toplumsal te- zahürleri çerçevesinde geniş bir çalışma sahası olduğu ifade edilebilir. Bu aynı zamanda din sosyolojisi biliminin toplumu anlama ve açıklama noktasında ne derece önemli bir araştır- ma alanı olduğunu da göstermektedir.
Her fert bir toplumda hayata gözlerini açar. Her toplu- mun kendi yaşam şekilleri, ritüelleri, zihniyeti ve bir kültürü bulunmaktadır. Hayy ibn Yakzan bir ütopyanın adıdır. Her inanç grubunda olduğu gibi Müslüman toplumda doğmuş ve Müslüman ailede yetişmiş bir bireyin sosyal çevresini oluş- turan olgular mevcuttur. Bu birey çocukluğunda babasının namaz surelerini öğrettiği, işlerine besmele ile başlamasının kendisine öğütlenmiş olduğu, gençliğin verdiği heyecan ve dinamizm ile sivil toplum hareketlerine, farklı dini sohbetlere, tefsir veya hadis okuma gruplarına vs. katılmış veya en azından bu tür çalışmalardan haberdar olan bir kimlik edinmiş- tir. Evlenmeye karar verdiğinde ‘Allah’ın emri, Peygamber’in kavli’ ile aile kurulmuş, hayata merhaba diyen bir çocuk ile müjdelendiğinde yardıma muhtaç bir insana sadaka vermeye yönelmiştir. Baba olma vasfını alan bu fert gücü nispetinde akika kurbanı gibi bazı dini ritüelleri yerine getirme kaygısı taşır. Hayatın akışı içerisinde komşusunun vefat eden ya- kını için helva yapıp dağıttığına şahit olur Müslüman. Yine İslam’ın şartı olan Hac vazifesi esnasında farklı toplumlardan Müslümanlarla tanışılıp kaynaşılır. Ramazan ayı geldiğinde yaşça kemale ermiş büyüklerle camilerde mukabeleye ka- tılmıştır. Kurak geçen bir yaz mevsiminde yağmur duasına çıkmış, zor zamanlarında coğrafyamızdaki mazlumlara sahip çıkmanın inancının gereği olduğunu yaşayarak öğrenmiş- tir. Hâsılı Müslüman bir birey, hayatı inançlarla birlikte inşa edilen toplumsal bir pratik olarak tanımlamış ve bu şekilde yaşamıştır.
Yukarıda betimlenen Müslüman bir toplumda yaşanan toplumsal süreçlerin tamamı din ve toplum ilişkilerinin ör- nekleridir. Müslüman, böylesi gündelik sosyolojik bir ortam- da sosyalleşerek gelişen, öğrenen ve muhatap olan birey de- mektir. İfade edilmek istenen şudur; din, her ne kadar vahiy temelli başlamış ve insanlığa bu şekilde gönderilmiş ise de o dinin anlaşılma ve yaşama geçirilmesi sosyolojik şartlarla ilintilidir. Böyle olunca o dinin vahiy dili, Peygamberinin ha- yata dair ortaya koymuş olduğu, tarihi, kültürel, toplumsal örnek ve çözümlemeler o topluluğun gündelik yaşam prati- ği ve tecrübesiyle ilgili olmak durumundadır. Aksi takdirde uyarıcı olma, önceki toplulukların akıbetinin ders oluşu, do- ğal coğrafi şartların getirdiği temsil, teşbih ve yaşamın anlam- lı olması nasıl mümkün olacaktır.
Buradan hareketle yerelin içindeki evrensel ilkeyi görme- den, olayın arkasındaki olguyu fark edemeden ve Kur’an’ın hem lafız hem de mana itibariyle Allah’a ait olduğuna inanılmadan ona yönelmek ve onu salt bilimsel bir kitap olarak algılamak, Batılı zihnin kutsal kitaplarına yaklaşımlarına ben- zer sorunları ortaya çıkaracaktır.
Kur’an’ın Müslümanlar için gündelik hayat rehberi ve birinci kaynak oluşu onu aynı zamanda inmiş olduğu top- lumun gündelik dilini de kullanmaya itmiştir. Vahyin nazil olduğu dönemin tarihi ve toplumsal gerçeklikleriyle kurdu- ğu ilişki yalnızca teorik düzeyde değildir. Arapçada günlük konuşma dili olarak kullanılmış olan kipler, Kur’an’da emir, yasaklama, müjdeleme ve dikkat çekme ibareleri olarak yeri- ni almıştır. Bu bağlamda Kur’an’da geçen ifadeler Arapçanın kullanımının yanında dili kullanan insanların anlayışlarının ve yaşam tecrübelerinin izlerini de taşır. Dolayısıyla Kur’an’ı anlamak öncelikle onun indiği toplumun zihin yapısını an- lamakla mümkündür. Kur’an’ın kullandığı dilin ifadelerin- den yola çıkarak Arap toplum yapısı hakkında bilgi sahibi olmaktır. Nihayetinde Kur’an akademik bir kitap değildir ve bilimsel teorileri açıklamak için nazil olmamıştır. Böyle olun- ca Kur’an’da salt bilimsel buluşların, doğadan kanunlar çıkar- manın aranması zaid bir gayret olmuş olur. Kur’an öncelikle kul/Allah, karı/koca, baba/oğul, komşu/komşu, zengin/fakir arasındaki ilişkileri düzeltmek, yaşanan toplumu idealize et- mek ve insanlara dünya-ahiret huzurunu sunmak üzere indi- rilmiş bir kitaptır.
Kur’an’ın birinci önceliği belagat ve fesahattir denilir- se bu söylem eksik ve maksadı ifade etmemiş bir söz olur. Zira Kur’an hem kitaptır hem de hitaptır. Gündelik hayatın içinden insanlara seslenir. Evlenip yuvasını kurmaya niyet edene, Kur’an tavsiyelerde bulunur. Boşanmak icap ettiğinde, yine nasihat eden bir kitaptır Kur’an. Doğumun zorluklarıyla cebelleşen anneye şefkat elini uzatır, süt bekleyen yavruya rı- zık olur. Çocuklukta, ergenlikte, yaşlılıkta hep başucu hitabı yine Kur’an’dır. Evlenmek gibi zor bir sorumluluğu üstlenme anında genç bireyi teşvik edici olarak yine o vardır. Evinde ortaya çıkma ihtimalinde huzursuzluğun reçetesini sunan, ayrılmak kaçınılmaz ise usulünü belirleyen bir hayat kelamı- dır. Yetim malını yemeyi, ateş yemeye benzeterek toplumun kılcal damarlarını canlı tutan, âlimin kimliğini belirleyen yine Kur’an’dır. Kur’an, ikili ilişkilerdeki zerafetten, toplumsal sı- kıntılara sebep olacak fitne ve fesadın engellenmesine varın- caya kadar birçok konuya muhataplarının anlayacağı dil ve üslupla müdahale eden bir kitaptır.
Kur’an toplumsal yapıyı kuşattığı gibi günün her saatin- de bir mümin için lazım olan ilkeleri hatırlatır. Aile hayatı, dostluk ilişkileri her zaman insanın ihtiyaç duyduğu gündelik yaşam pratiklerine dair ilkeleri canlı canlı hatırlatır. “Ehlinizi ateşten koruyun!”, “Anne-babanıza iyi muamelede bulunun” der. Evinizin içine girer ve “çocuklarınız, uyuduğunuz vakitlerde ya- tak odanıza paldır küldür girmesinler” der. Sonra yemek yerken “ister dostlarınla ye ister tek başına ye ister akrabalarınla ye” der. Velhasıl günlük hayatın her anında bir nasihatçi, bir uyarıcı ve dikkat çekici olarak Kur’an yer alır.
Kur’an’ın müminlerin hayatına dokunma pratikleri tica- ret, iş kurma, kul hakkı, iflas durumu ve borç ilişkisi, arabu- luculukla ilişkilerin düzeltilmesine kadar gittiği gibi; faizle ezilenlerin sesi olarak tefecileri şiddetle kınayarak bu ilişki- lerden uzak durulmasını emreder. Yine hayatın yorgunluğu ve zorluğu karşısında içkiye müptela olana seslenerek ondan vazgeçilmesini sadece emretmez, bunu nasıl ve hangi aşama- lardan geçerek yapabileceğine de işaret eder. Kur’an bu ha- liyle tüccara, borçluya, tefeciye, içkiciye ve arabulucuya hitap ederek muhataplara görev ve sorumluluklarını hatırlatır.
Kur’an gençler için örnekler verir dünyayı iyilikle dol- durmalarını ister. İnanmış bireyin malı ve ailesini korumasını ister. Çocuk sahibi olunmasını çocuğu olmayan peygamber- lerin ıstırabıyla anlatır. Çocuğundan koparılmış bir peygam- ber babanın halini gözler önüne sererek, şefkati dile getirir ve nasıl bir hayat kitabı olduğunu ortaya koyar. Çocuğun terbiye edilmesi noktasında öncüller verir muhatabına. İnanan kim- senin eş ve çocuklarına sahip çıkmasını, onları ateşten koru- masını talep eder. Yaşlanan bireyleri kendi haline terk etmez ve “öf bile deme!” diyerek onların rızasını kendi rızasıyla bera- ber anar.
Hâsılı bir hitap olarak Kur’an, Müminleri hayatın bütün alanlarında muhatap alır, hatırlatır, gösterir, örneklendirir, öğretir, tavsiyelerde bulunur, karşılaştırmalar yaptırır, ye- niden ayağa kalkmayı öğretir. İnsanlığın ortak yaşam biçi- mi olarak çarşıdan, pazardan, sokaktan, savaş ve barıştan, borçtan, günahtan, samimiyetten, riyadan, ibadetten, kav- gadan, muhabbetten örnekler verirken yerel dili kullanıyor olsa da, bu kullanımlardaki tüm vurgular evrensel olana ve olgularadır. Görüldüğü gibi Kur’an, özellikle sosyal konularda ihtiyaç gözeterek duruma göre hareket eden bir üslubu benimsemiştir. Durumsallığa yönelik yaptırımlar yerel kültürün izlerini taşımaktadır. Evrensellik barındıran ilkeler zaman zaman ye- rellik içeren durumlar üzerinden anlatılmıştır.
Z. Katmer’in de (Bu kitabın 10. makalesi) vurguladığı gibi, Kur’an, Hz. Peygamber’in yaşadığı dönemin olaylarına yer vererek beşeri tecrübenin özelliklerini örneklendirmiş- tir. Belli olaylar yerele vurgu yapsa da yalnızca Kur’an Arap kültürüne değil insanlığın ortak yaşam tarzına hitap etmek- tedir ve bu yönü Kur’an’ın evrensel olduğunu göstermekte- dir. Nitekim Kur’an’ın belli bir tarih içerisindeki yaşanan olay örgüsü üzerinden insanlığa hitap etmesi O’nun evrenselliği- ni gerçekleştirebilmesinin imkânını sunar. Yaşanacak farklı toplumsal ve tarihsel koşullarda yeniden güncellenebilmesini mümkün kılar.
Bu çalışmanın müelliflerinden biri hariç hiç birinin uz- manlığı tefsir ilmi değildir. Bu yazarların iştigal ettiği ilim alanı olarak sosyoloji, bizzat teolojik olarak dinin kendisini değil o dinin metinlerinden nelerin, hangi şekillerde anlaşıl- dığı, anlaşılabileceği, bunun kültürler ve dinler arasında oluş- turduğu farklı çağrışımların neler olduğunu anlamak üzeri- ne kendilerini konumlandıran araştırmacılardır. Bu yönüyle çalışma cesur olmanın yanında araştırmacıların İslam mede- niyet ve düşüncesinin gelişmesine karşı hissettikleri “Özne” olma tavrının tipik bir dışavurumu olarak mütevazı bir katkı mahiyeti taşımaktadır.
Sosyoloji kimi zaman tipik bir mühendislik aracı, kimi zaman pozitivist ve seküler yaşamın tarla sürücüsü ve kimi zaman da insanın Tanrı’dan bağımsızlığını kazanacağı bir bilim olarak konumlandırılmıştır. Bu çalışma, Müslüman zi- hinler açısından sosyolojiyi hayattan koparmışlığın, işlevsel- lik kaybına uğratmanın, öneri ve üretim kısırlığının ve dini alanda görüş beyan etme çekingenliğinin üstesinden gelecek yeni yollar göstermek, imkânlar sunmak ve fikirler ortaya atmayı amaçlamıştır. Ayrıca din sosyolojisinin köprü olma temel fonksiyonunu ifa etme yönünde kaleme alınmış bir araştırmadır. Zira sosyolojinin genelliği ve evrenselliği ya- nında kendi kültür havzasındaki üretim ve dünyalara bîgâ- ne kalamayacağı en azından anlayıcı sosyoloji açısından bir gerekliliktir. Bu yönüyle yerelle evrensel arasında yaklaşık iki milyar insan için en temel hayat kaynağı ve rehberi olan Kur’an’ı Kerim’in olay, olgu ve mesajlarıyla sosyolojik kav- ramlar arası ilişkiyi yoklamak Müslüman dünyayı daha fazla anlaşılır kılacaktır.
Sosyolojik Kur’an Okumaları bir geleneğin devamı nite- liğindedir. O gelenek sosyal bilimler ile Kur’an arasında ku- rulmaya çalışılan anlamlı ve anlayıcı ilişkinin devamı niteli- ğindedir. O gelenek çağı kendi ruh dünyamız ve kavramları- mızla anlama, anlamlandırma, tasnif etme ve hesaplaşmanın “bizce” olan dilidir. O gelenek Kur’an’ı sadece okunduğunda ibadet olarak görmeyip hem okunup hem anlaşılıp ve hem de inananlar için “hayata çağrı” olarak görmenin pratiğidir.
Ülkemizde ve İslam âleminde benzer çalışmaların yapılması belli bir ihtiyacın sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu yönüyle Sosyolojik Kur’an Okumaları yeni değil, “yeniden” anlamın- da bir “yine”dir. Haliyle bu okuma biçiminin dikte etmek de- ğil önermek; çerçeve belirlemek değil bakış ufkunu açmak; sınır çizmek değil sınırların uzanımlarını zihinlerde aramak; daraltmak değil tefekkürde sosyalleşmek ve Müslüman’ın Kur’an’la ilişkisini dondurmak değil “asrın idrakine” söylet- mek olduğu ifade edilmelidir.
Son söz mahiyetinde kitabın iki kapak arasına alınma sü- recinde ortaya koydukları titiz çalışma ve gayretlerinden ötü- rü kıymetli müelliflerimize şükranlarımı sunarken yayınevi yetkililerine de titiz çalışmaları için minnettarlığımı ifade et- mek istiyorum. Bu kitabın okurlarına ve en başta öğrencileri- mize faydalı olmasını temenni ediyorum.