KişilerKuramlarMarifet Divanı AkademiMarifet Metinleri

Sistem Teorisi Ve Din: Nıklas Luhmann’ın Din Teorisi

Hafize Betül Bağçeci- AYBÜ Lisans 4. Sınıf Öğrencisi

Giriş

    Bu yazıda sistem teorisinin önemli temsilcilerinden olan Niklas Luhmann’ın din üzerine yaklaşımları sosyolojik bir şekilde ele alınacaktır. Luhmann’ın sistem teorisindeki dini yaklaşımını ele almadan önce genel bir bilgi verilecek olursa Niklas Luhmann Alman sosyolojisinin öne çıkan kuramcılarındandır. Sosyoloji dışında psikoloji, iletişim, hukuk gibi sosyal bilimlerde de etkili olmuştur. Önceleri Talcott Parsons’tan etkilenen Luhmann daha sonrasında kendi sosyal sistem teorisini geliştirmeye başlamıştır. Tüm hayatını yeni bir toplum kuramı geliştirmeye adayan Luhmann, 1997’de yayımladığı Toplumun Toplumu adlı eserinde bu hedefine ulaşmıştır.

Sistem teorisi bireyi ve toplumu anlamanın önemli araçlarındandır. Sistem teorisi ilk olarak biyolojide ortaya çıkmış devamında ise sosyolojiye uyarlanmıştır. Doğa bilimlerinde de sosyal bilimlerde de sistem kuramının karşılığı vardır.

Luhmann’ın geliştirdiği sistem teorisindeki en önemli kavram ise kendini yeniden üretme anlamına gelen autopoiesis kavramıdır. Bununla birlikte Luhmann modern toplumun bilim, hukuk, eğitim, ekonomi, siyaset, sanat gibi işlev sistemlerinden oluştuğunu ve bu işlev sistemlerine özgü iletişim kodlarının olduğunu vurgulamaktadır.

  • Niklas Luhmann’ın Sistem Teorisi

Sistem, bütünün unsurları arasındaki karşılıklı ilişkinin toplamı demektir. Bir sistemden bahsedebilmek için bütüne ait olan ilişkileri ve unsurları açık bir biçimde sınıflandırmayı mümkün kılan bir sınırın bulunması gerekir. Sistemi açıklayabilmek için ise bütünü oluşturan alt sistemlerin ve unsurlarının neler olduğunu ve sistemi sınırlandıran çevrenin nelerden meydana geldiğini tespit etmek gerekir. Sistem kendi yapısında bir düzeni ifade eder. çevre ise sisteme kıyasla düzensizlik ve karmaşa içerir. Sistem çevrenin ürettiği karmaşayı aşma ya da azaltma amacı üzerine kuruludur. Luhmann ise karmakarışık, ilişkilerle iç içe geçmiş olan toplumsal gerçekliğin nasıl bir düzen içerisinde şekillendiğini merak etmiştir.

Luhmann’ın sistem teorisindeki anahtar kavramı autopoiesis’dir. Bu kavram hücre biyologları tarafından canlı hücrelerin kendilerini yeniden üretme ve organize etme kapasitesini tanımlamak için ortaya atılan bir terimdir. Sosyolojide ise Luhmann tarafından kendi etkinliklerinin tekrarı yoluyla sürekli bir biçimde kendilerini yeniden üreten ve evrime uğratan, kapalı özgönderimsel iletişim sistemlerinden oluşan toplum anlayışını yansıtmak için kullanılmıştır. Bu kavram sistemlerin kendilerini düzenlemelerini, sistemin faaliyetlerinin sadece sistemin kendi özelliğini yeniden üretmeye odaklanmasını ifade etmektedir. Yani kendisini oluşturan tüm temel bileşenleri yeniden üreten ve kendisini çevreden ayıran sistemin özelliğidir. Luhmann autopoietik sistemleri kendilerine ait unsurları yine kendilerine ait unsurlar aracılığıyla üreten ve yeniden üreten sistemler şeklinde tanımlar. Yani bu kavram kendi kendini yaratma anlamındadır.

Luhmann’ın sistem teorisi üç ana konuya odaklanır. Bunlar; sistem teorisi, (toplumun yapısı, örgütlenmesi, işlemesi) iletişim teorisi ve evrim teorisidir.

  • Niklas Luhmann’ın Sistem Teorisinde Kullandığı Kavramlar

Ortaya atılan bir kuramı anlamanın yolu önce o kuramdaki kavramları anlamaktan geçmektedir. Luhmann’ın sistem teorisini anlayabilmek için de öncelikle teorisinde kullandığı kavramları ele almak gerekmektedir. Bu teoride kendini yeniden üreten sistemler(autopoietik sistemler), toplum ve psişik sistemler, çifte olumsallık, toplumsal sistemlerin evrimi, işlevsel farklılaşma, karmaşıklık gibi kavramlar söz konusudur.

  1. Kendini Yeniden Üreten Sistemler (Autopoietik Sistemler)

Kendini yeniden üretme kavramı Luhmann’ın sistem kuramının temelidir. Canlılara dair genel teoriyi içermektedir. Kendini yaratmak anlamındadır. Autopoietik sistemler kendini oluşturan unsurlar yardımıyla yine kendilerinden oluşan unsurlar üretmektedir. Kendisini oluşturan tüm temel bileşenleri yeniden üreten ve bu şekilde kendisini çevreden ayıran sistemlerin özelliğidir. Kendini yeniden üretme kavramı biyolojik hücrelerden dünya toplumlarına kadar çeşitli sistemleri anlamamıza yardımcı olur. Luhmann Autopoietik sistemleri yaşayan sistemler, psikolojik sistemler ve sosyal sistemler olarak sınıflandırmıştır. Luhmann özellikle sosyal sistemler üzerinde durmakta ve modern toplumu da işlev sistemleri olarak tanımlamaktadır. İşlev sistemleri de ekonomi, siyaset, bilim, eğitim, hukuk gibi alt sistemlerden oluşmaktadır. Sosyal sistemler kendi çevrelerinden farklılaşarak sadece kendilerine başvurmazlar. Aynı zamanda diğerlerine de başvurur. Örneğin hukuk sisteminin çevresinde yasal bir konu olarak siyaset, bilim veya din olabilir. Bu bağlamda Luhmann bütün sosyal sistemler için evrensel bir çevre öngörmez. Her bir sistem için farklı bir çevrenin varlığından söz eder. Bu alt sistemler kendi kendilerini düzenler ve kendi öğeleriyle kendilerini yeniden üretirler.

Yukarıdaki tabloda bulunan ekonomi, hukuk, bilim, eğitim gibi işlevsel sistemleri Autopoietik özellikleri ile kendi kendilerini düzenler ve kendi öğeleriyle kendilerini yeniden üretirler. Luhmann işlev sisteminin daha iyi anlaşılabilmesi için öz referans kavramını geliştirmiştir. Sistemin öz referanslı olması öğelerden meydana gelip kendi fonksiyon birimlerini oluşturmasına bağlıdır. Sistemlerin özreferanslı olmasından dolayı sistem kendi içindeki bütün düzenlemeleri yine kendisi yapmakta ve kapalılığı gündeme getirmektedir. Bu durum operasyonel olarak kapalı olması anlamına gelir. Ancak bu diğer sistemlerle ilişki kuracağı anlamına gelmez. Bunu şu şekilde somutlaştırabiliriz: siyasetçiler iş imkanlarını arttırma sözü verdiklerinde ve bu siyaset doğrultusunda hukuki ya da başka türde önlemler alıp söz konusu iş alanlarını kullanıma hazır hale getirmeleri ekonomik değil siyasi bir iştir. Siyaset ekonominin çevre şartlarını değiştirebilir.

Sosyal sistemler kendi çevrelerinden farklılaşarak sadece kendilerine başvurmaz aynı zamanda diğerlerine de başvurur. Yani ekonomi siyasette, hukukta ve bilimde ne olduğunu gözlemleyecek ve ekonomik olarak ilgilenecektir. Bu bağlamda Luhmann bütün sosyal sistemler için evrensel bir çevre öngörmez. Her bir sistem için farklı bir çevrenin varlığından söz eder.

  1. Toplum ve Psişik Sistemler

Toplum kendi kendini üreten bir sistem olarak kendi temel öğesini üretir. Kendine ait sınırları ve yapıları oluşturur. Toplumun temel öğesi ise iletişimdir ve bu toplum tarafından üretilir. Luhmann, toplumun evrimine de vurgu yapar. Evrim yeniden üretilebilir özelliklerin çeşitlenmesi, seçimi ve istikrar kazanması olmak üzere üç işlevi yerine getiren bir süreçtir. Sosyoloji sosyal sistemleri kişi ya da eylem üzerinden açıklamaya çalışır. Luhmann ise ikisini de reddederek iletişim ya da iletişimsel eylem ile açıklamaya çalışır. İletişim kavramının yeri onda ayrıdır. İletişim bilgi, ifade ve anlamın bir sentezidir. Luhmann’a göre toplum bütün iletişimleri yeniden üreten sosyal sistemleri kapsar. Toplumun çevresindeki hiçbir şey iletişim kurulana kadar toplumun bir parçası olamaz. Sistem teorisinde insanın bir rolü yoktur. Sosyal sistemler insanlardan değil, iletişimden kurulur. Toplumun çevresindeki hiçbir şey iletişim kurulana kadar toplumun bir parçası olamaz. İnsan toplumdaki sosyal sistemlere değil de toplumun kendisine veya çevresine aittir.

Luhmann’ın Ev Örneği

Toplumsal sistem, insanların özgürlüklerinden vazgeçmeleri ve disipline olmaları hâlinde söz konusu olmaktadır. Dolayısıyla bir bütün olarak toplum, bireylerden ve onların kararlarından bağımsız bir yapıdır. Bu anlamda organizasyon sistemleri genellikle insanları disipline etme işlevine sahiptir. Toplumu bir ev örneğinde açıklayan Luhmann’a göre bireyler evi oluşturan tuğlalar gibidir. Genellikle evin inşasında sıvanın arkasında kalan tuğlalarla (bireyler) ilgilenmenin bir anlamı yoktur; çünkü onlar bütünsel yapılanmanın arkasında kalarak kaybolmaktadırlar. Burada artık önemli olan evin odalarında yaşananlardır. Dolayısıyla toplumdaki ekonomi, sanat, siyaset, sağlık, eğitim ve hukuk gibi alt sistemler âdeta evin odalarını oluşturur. Luhmann, odalar içinde yaşanılanları ve meydana gelen değişimlerin belirlenmesini önemli görmektedir. Buna göre Luhmann toplumu, insanların yaptıklarıyla değil, sosyal sistemlerin işlevleriyle açıklama eğilimindedir.

  1. Çifte Olumsallık

Çifte olumsallık her iletişimin alımlanma (okuyucunun karşılaşma süreci) biçimine dikkat etmesi gerektiği gerçeğine işaret etmektedir. Ancak onun alımlanma biçimini alıcının iletişimciyi tahmin etmesine bağlı olduğu bilinmektedir. Bu ise imkansızdır. Alıcı iletişimciye, iletişimci de alıcıya bağlıdır. Her ikisi birbirinin beklentilerini ne kadar az bilirse çifte olumsallık sorunu da o kadar büyük olur. Luhmann iletişime dayalı toplumsal sistemin çifte olumsallık sorununu çözmek için ise toplumsal yapılar oluşturulduğunu söyler. Herkesçe bilinen rol ve beklentiler çifte olumsallık sorununu bir nebze olsun çözer. Çünkü sistemler kapalı olduğundan iletişim asla doğrudan bilgi aktarımı değildir. Herkes çifte olumsallık sorunuyla karşı karşıyadır. Çünkü kimse diğerinin gerçekten ne düşündüğünü veya istediğini bilemez. Bu noktada da her biri iletişimini buna göre tasarlamalı ve değiştirmelidir. Basitçe söylemek gerekirse sistemler meydana gelir. Her birimizin farklı bir dizi normu olduğu için iletişim gereklidir ve iletişimin çifte olumsallık sorunu olduğu için bir dizi norm geliştirilir. Bu kendi kendini üreten bir sistem olarak toplumun nasıl çalıştığını gösterir.

  1. İşlevsel Farklılaşma

Luhmann’a göre toplum bir birim değildir. Bu yüzden daha küçük birimlerden bir araya gelmiş değildir. Toplum farklardan oluşan bir farktır. Dolayısıyla sistemler teorisi sürekli bir farkın teorisidir. Sistemin varlığından çok oluşundan söz edilir. Sistem sürekli kendisini ve çevresini yaratmak zorunda olan bir yapıdır. Bir sistem içinde farklılaşma çevredeki değişimle baş etmenin bir biçimidir. Böylece her sistem çevreyle ilişkili bir sınırı muhafaza etmek zorundadır. Bu olmadığı zaman çevrenin karmaşıklığı tarafından yenilgiye uğrayacak ve sistem sona erecektir. Sistem hayatta kalmak için çevresel çeşitlenmelerle baş etmek zorundadır. Bu baş etme sürecinde de kendi evrimini geçirir. Farklılaşma süreci sistemin karmaşıklığını da arttırır ve çevredeki çeşitlenmeye cevap vermek için sistem içinde daha fazla çeşitlenmeye olanak verir.

Farklılaşma bir sistem içinde bir sistem ve çevresi arasındaki farklılığın tekrarlanmasıdır. Luhmann modern toplumun üç farklı aşama sonucunda işlevsel olarak farklılaştığını söyler. İlki bölümlenmiş farklılaşmadır. Bu farklılaşma aile, boy veya köyler şeklindedir. Tüm bireyler ortak ve izlenebilen bir yerdedir. Hareket alanları ise sınırlıdır. Bu toplumlarda birey sayısı artsa da iletişim imkanları artmaz. İkincisi ise tabakalaşma esasına göre farklılaşmadır. Toplum eşit olmayan tabakalara ayrılmıştır ve burada hiyerarşik bir düzenin varlığı söz konusudur. Alt-üst farklılaşmasına bağlı olarak kişiler ya alttadır ya üsttedir.  Son aşama ise işlevsel farklılaşmadır. Modern toplum işlevsel olarak farklılaşmıştır. Toplum kendi otonom kodlarına göre işlemektedir. Autopoietik sistemler için geçerli şartları taşıyan alt sistemlerin ortaya çıkması anlamına gelmektedir. Bu farklılaşmanın önemli bir boyutu da farklılaşmanın yeni alt sistemler oluşturmasıdır.  Modern toplumlarda ekonomi, politika, hukuk, eğitim, aile, sanat, din, medya gibi sistemler söz konusudur. Bu sistemler birbirinden çok farklıdır ve birbirlerinin yerine geçemezler. Birbirlerine bağlı olsalar da birbirlerinin işlevlerini yerine getiremezler.

  1. Kod

Kod, bir sistemin öğelerini, sisteme ait olmayan öğelerden ayırt etmenin bir biçimidir. Kodlama sosyal işlev sisteminin işleyişiyle yakından ilişkilidir. Sistemler kendilerini çevrelerinden kendi özel kodlarıyla ayırır. Böylece sosyal faaliyetler dünyayı kendi terimleriyle görür. Örneğin ekonomi parayı, hukuk meşruiyeti, siyaset gücü, bilim doğruluğu aracı yaparak dünyayı görür.

İşlev sistemlerinde kullanılan kod ve programların karmaşıklığı azaltma işlevi vardır. Luhmann toplumsal sistemlerin başlıca işi olarak karmaşıklığı azaltma işlevini öne çıkarmıştır.

Luhmann sosyal sistemlerin iletişimle biçimlendiğini düşünmektedir. İletişimin en önemli aracı ise güvendir. Bireylerarası ilişkiler için güven kavramını, kurumsal boyuttaki güvenden söz ederken de emin olma(confidence) kavramını kullanır.

  • Sosyal Sistem Olarak Din

Luhmann dini anlam formu olarak kabul eder. Anlamı din teorisine temel oluşturacak şekilde kullanırken bir fonksiyon sisteminin sınırlarını belirlemeye imkan veren kodlar kavramı da önemlidir. Kodlar sistemin kimliğini oluşturmaktadır. Kodlar sadece ilgili sistem içinde çalışır. Sistemler kendilerine özgü ikili kodlarla düzenlenir, onlarla dış dünyayı algılar, gözlemler ve yorumlar. Luhmann, dini gözlem ve iletişimin özel kodlarını saptamaya çalışır. İşlev kavramını ise dini sistemin oluşumuyla bağlantılı olarak açıklamaya çalışır. Teorisinde merkezi role sahip olan kavramı ise olumsallıktır. Olumsallık, farklı ihtimaller arasında seçim yapmaya zorlanmak demektir. Olumsallık, farklı olma ihtimalidir. Anlamda ancak farklı olma ihtimali sayesinde ortaya çıkmaktadır. Luhmann dini her türlü olumsallıkla baş etme aracı olarak tanımlar. İletişim kavramı ise sistem teorisinin temel aracıdır. Din de bir iletişim formudur. Luhmann, özelde “din sisteminin işlevini de “belirsizlikleri dönüştürmek” olarak tanımlar.

Hem bütün olarak toplum hem de din sistemi ayrı birer sosyal sistem olarak analiz edilebilir. Toplumsal evrim sürecinde din, sistem içinde yer alan siyaset, ekonomi, aile ve bilimde olduğu gibi özel işlevleriyle bir alt sistem olarak farklılaşır. Ancak dini diğerlerine göre özgün bir alt sistem yapan, onun karmaşıklığı azaltma ve belirsizlikleri kaldırma işlevinde saklıdır.

Luhmann’ın teorisinde din, sosyal sistemin yalnızca özel bir kısmını belirlemez. Yani o salt bir kısmi ya da alt sistem olarak düşünülemez. Ona göre din genel toplumsal sistem alanında kalır. O dini yalnızca sonuçlarıyla sınırlama anlayışındaki yaklaşımların perspektifini aşmaya çalışır ve dinin genel toplumsal sisteme yönelik daha geniş bir işlev taşıdığını savunur. Luhmann’a göre din diğer sistemlerle işlevsel eşdeğere sahip bir sosyal sistemdir. Ancak mevcut işlevsel farklılaşmalarla baş edebilmek için bütün sisteme yönelik çok önemli özelliklere sahiptir. O dinin özünü araştıran teoloji geleneğiyle dinin işlevini araştıran sosyoloji geleneğini birleştirmektedir.

Luhmann, dini sosyal bir sistem olarak anlamak isteyenlerin, onu salt batıl inançlar ya da yalnızca bir ritüeller toplamına indirgemesini yanlış bulur. Gerçekte din kendi terimleri içinde ele alınmalı ve her şeyden önce bir “din” olarak incelenmelidir. Aynı şekilde onun sosyolojik, psikolojik veya siyasî tanımlar içinde kaybolup gitmesine de izin verilmemelidir. Zira böyle yapmak, bizzat bir “anlam sistemi” olan dinin varlığını inkâr etmek demektir.

Luhmann dine ilişkin yaklaşımlarında çıkış noktası olarak, “dinin ne olduğu ve belirli sosyal görüntüleri altında dinin nasıl idrak edilebileceği” sorununu temel alır. O sosyolojik bağlamda dinin, bir varoluş sürecinin bilinci olarak değil, aksine bir iletişim olayı olarak görülebileceğini savunur. Dinî iletişim, gerçekliğe ait olmayan şeyin gözlemine imkân vermekte, böylelikle din geleneksel kültürde belirlenmiş zaman, mekân ve nesneleri kutsallaştırmakta, onları dünyevî boyutta farklılaştırmaktadır. Ancak bu sayede belirsizlikler azalmakta, yokluklar varlık alanına çıkarılmakta; ayrımlarla gözlenebilen bir “dünyadan söz etmek mümkün olmaktadır. Dinî iletişim daima tabular, yasaklar (helâller-haramlar) gibi kurallar, düşünceyi sınırlayan sırlar ve paradokslar sayesinde muhtemel düzensizliklerden korunur.

SONUÇ

Genel anlamda Luhmann’ın teorik yaklaşımları özellikle soyut, anlaşılması güç kavramlara ve formülasyonlara dayanması ve pratik örnekleri içermemesi nedeniyle eleştiriye uğramıştır. Sistem teorisinde özne olarak insana yer verilmeyişi, eleştirilerin odağını oluşturmaktadır. Zira bu teoride sosyal sistemler, insanlardan ve somut eylemlerden değil, iletişimlerden meydana gelmektedir.

Sistem teorisi modern dönem düşünürlerinde oldukça etkili olan insan merkezli düşüncenin “toplumdan ayrı ve toplumsuz insan” anlayışına karşı bir eğilimi temsil etmektedir. Luhmann, sosyolojik anlamda tektip bir dünya dini olmamasına rağmen, dünya toplumunun bir alt sistemi olarak “din fonksiyon sistemini” kabul eder. O yüksek dinlerin, mezheplerin, kültlerin ve kısa süreli yaşayan hareketlerin birbirlerinden ayrılan sınırlarıyla değil, daha ziyade dinsel iletişimin diğer iletişim yönelimlerinden farklılaşmasıyla ilgilenir. Luhmann’ın din anlayışı bu bakımdan dünya dinlerinin bütün tarihsel formlarından soyutlanmaktadır.

Luhmann’ın teorisinde “kendini koruma”, “kendini sürdürme” daha doğrusu “kendi kendini yaşatma” (Autopoiesis) konusu önemli bir boyutu temsil eder. Sistemler eylemlerini sürdürebilmek için daima eylemde bulunurlar; toplum için birtakım fonksiyonları icra ettikleri gibi “kendi kendini yaşatma” yı da temin ederler. Bu temel ve sorgulanamaz anlayış Luhmann’ın bütün düşüncelerine olduğu gibi din anlayışına da yön verir.

Dinsel organizasyon, dinin evrimi ve sekülerleşme konularında Luhmann’ın düşünce sisteminin büyük ölçüde Batılı dinsel sistem çevresiyle sınırlı görünmektedir. Esasen Luhmann’ın bu hususları Hıristiyanlık dışındaki diğer dinlerin gerçekliğiyle ilişkilendirme gibi bir kaygısının olmadığı da anlaşılmaktadır. Dinî bir “anlam formu” olarak yorumlarken, onun özellikle sosyal sistemdeki karmaşıklıkları azaltma, tarihsel ve toplumsal olumsallıkların üstesinden gelme ve belirsizliklerin dönüşümünü sağlama gibi temel fonksiyonlarını öne çıkarır.  Dinsel iletişim modern toplumda fonksiyon ve icra gibi boyutlara sahip bulunmakta iken, din modern toplumda kendini farklılaştırma ve kendi varlığını güvence altına alacak bir yolla çevreyi etkileme sorunlarıyla karşı karşıyadır. Ancak evrimsel zorunluluk nedeniyle din, değişim ve süreklilik bağlamında artan karmaşıklık ve istikrar arasında daima yeni kararlar almak durumunda kalacaktır.

Yararlanılan Kaynaklar

  • Özyurt, Cevat-Okumuş, Ejder. (2016). Çağdaş Sosyal Teoride Din. Ankara, Hece Yayınları.
  • Öntaş Cankurtaran, Özlem.- Akçay, Sinan (2014). Niklas Luhmann’ın Sistem Teorisi ve Teorinin Sosyal Hizmet Disiplinindeki Yansımaları. Toplum ve Sosyal Hizmet Dergisi. c.25, s.2.

 

 

 

Daha Fazla Göster

Andcenter Editör

Çankırı İli, Orta İlçesi Kalfat Kasabası’nda 1993 yılında dünyaya geldi. İlköğretimi kendi köyünde tamamladı. 2007 senesinde Tevfik İleri Anadolu İmam-Hatip lisesine kayıt oldu. 2011 senesinde Tevfik İleri Anadolu İmam-Hatip Lisesi'nden mezun oldu. Aynı sene Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesine başladı. 2016 yılında Ankara İlahiyat’tan mezun oldu. Aynı sene Ankara Sosyal Bilimler Enstitüsü Din Sosyolojisi bölümünde yüksek lisansa başladı. Yüksek Lisans eğitimini Ankara Yıldırım Beyazit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Din Sosyolojisi Bölümü’nde tamamladı. Şuan aynı enstitüde doktora eğitimine devam etnektedir. Gaziantep ili, Şahinbey ilçesinde 2017-2018 Eğitim-Öğretim yilinda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenliği görevini yaptı. Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Sosyolojisi Anabilim dalında Arş. Gör. olarak çalışti.Suan Ankara Yıldırım Beyazit Üniversitesi İslami ilimler Fakültesi'nde araştırma görevlisi olarak çalışmaya devam etmektedir.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
Kapalı