Marifet Divanı AkademiMarifet Metinleri

Randall Collins-Michael Makowsky- Toplumun Keşfi

Randall Collins-Michael Makowsky, Çeviren: Nurgün Oktik, Toplumun Keşfi, Nobel Yayınları, Ankara 2014, (271 sayfa)

 

Sema Çınar*[1]

Kitap: önsöz, giriş, on beş bölümden oluşmaktadır. Kitabın kapağı yeşil ve mor renklerinden oluşmaktadır. Bu kapağın bence değişime ihtiyacı vardır. Ciddi ve ağır anlaşılması zor olan bir kitap imajı çizmektedir.

Çevirmenin de önsözünde ifade ettiği gibi sosyal dünya bir gerçeklik olmasına rağmen çoğumuz bu gerçekliği yaşarken toplumu onun kurallarını, neyin gerçeklik neyin ilüzyon olduğunu fark etmeden yaşıyoruz. Bu süreçte toplum üzerine çalışan ve bize yol gösteren düşünürlerin kuramlarını ya da çıkarımlarını anlamak, toplumu ve sosyolojiyi öğrenme sürecinde büyük önem taşımaktadır. Bu bakımdan bu eser 19. Yüzyıldan bu yana düşünürleri, onların yaşadığı süreçleri, kullandıkları kavramların arka planlarını bize öykü tadında sunmaktadır. Bu yönüyle bu kitap özellikle sosyoloji, psikoloji, sosyal psikoloji, din sosyolojisi ve din psikoloji öğrencilerinin başucu kitabı niteliğindedir. Raymond Aron’un kitabı ve Toplumun Keşfi kitabını kıyasladığımızda: Aron yazarların kitaplarının içeriği üzerinden onların düşüncelerini anlatırken Colins ve Makowsky fikir adamlarının hayatları üzerinden giderek onların temel düşüncelerini ortaya koymaya çalışmıştır. Aron Weber’in düşünceleriyle kitabına son vermiştir. Ve sadece klasik kuramcıları ele almıştır. Fakat Collins ve Makowsky bize 20.yüzyılın ve 21. Yüzyılın ilk on yılını kısa, net ve akıcı bir şekilde özetlemişlerdir. Bu açıdan da bu kitap 21. yüzyıla kadar olan batının geçirdiği düşünce serüvenini anlama açısından okunması elzem gözükmektedir. Kitapta tarihi olaylardan, yaşanan gelişmelerden bahsedilmiştir. Fakat yaşanan gelişmeleri ve toplumun içinden geçtiği süreci tam olarak anlayabilmek için ek okumalara ihtiyaç hissettirmektedir. Bu bakımdan Martin Slatery’nin Sosyolojinin Temel Fikirleri kitabı hem tarihi olayları anlamada hem de makro ve mikrososyolojiyi anlamada tamamlayıcı bir eser olabilir.  Saint Simon, Thomas vb. fikir adamlarının bu anlamda paranın bir güç olduğunun farkında olması ve bu parayı bilgi üretmek üzerine kullanmaları anlamlı gözükmektedir. Bunların yanı sıra kitapta düşünürlerin özel hayatları ile onların görüşlerini mezcetmeleri;  onları ve onların düşüncelerini anlamada, arka planı görmede farklı bir ışık olmuştur.

Birinci bölümü incelediğimizde Saint Simon’un anlatıldığı kısımda onun fikri düşüncelerinin ne olduğu noktasının eksik kalmış gözükmektedir. Bununla birlikte görünmeyenin arkasındakini gören ilk kahin olması Simon’u anlamak için yeterli gözükmektedir. A. Comte ‘a geldiğimizde onun yaptığı bilimler sınıflandırmasını İslam felsefesi filozofların felsefe sınıflandırmasıyla özdeşleştirebileceğimizi fark ettim.  Ayrıca Comte’ un toplumu bir organizmaya benzetmesi  ilk etapta etkileyici gözükmekle birlikte yazarın eleştirisi ile farklı bir açılım sağlanmıştır. Nitekim toplum bir bakıma organizma gibidir ama aynı zamanda önemli birçok açıdan organizmaya benzemez. Comte üç hal kanunu derinlemesine işlememesi bir eksiklik olarak karşımıza çıkmaktadır. Comte din anlayışında onu kendisinin rahip olduğu insanlık dininde topladığını görüyoruz. Fakat o üç hal kanununda metafizik evrede dine gere duyulmayacağını düşünmekteydi. Buradaki çelişkiye dikkat çekilebilirdi. Genel olarak bu iki filozofun daha çok kurulu düzeni izah etmeye alıştıklarınızı görmekteyiz. Var olan durumun iyiye gideceğine dair bir beklenti ve umut içinde olduklarını farketmekteyiz.

İkinci bölümde Marx’a geldiğimizde onun varolan duruma yaklaşımının farklı olduğunu görüyoruz. Marx toplumun çelişkilerini ortaya koymaya çalışıyor. Marx’ın çözüm önerisi olarak sunduğu sosyalist devlet düşüncesini ve Marx’ın sosyolojisinin eksik ve tamamlayıcı yanlarının objektif bir şekilde analiz edildiğini görüyoruz. Ayrıca arkadaşı Engels’ın cinsiyetle ilgili söylemlerine yer verilmesi Marksist feminizm düşüncesini anlamamıza yardımcı olmaktadır. Bunun yanı sıra Marx’ın din görüşüne de bir atıf oduğunu görüyoruz burada ‘Din afyondur’ sözünün neye dayanarak söylendiği izah edilmiş bu anlamda din sosyolojisi bağlamında Marx’ ın nasıl değerlendirilmesi gerektiği konusunda bize bakış açısı sunuyor. Marx bu sözüyle dinin bir araç haline gelmesine ve dinin burjuva tarafından kendi çıkarları için kullanılmasına karşıdır. Ama Şerif Mardin’in Din ve İdeoloji kitabında Marx’ın din söylemine tekrardan rastlıyoruz: Din, baskıya tabi yaratıkların iç çekmesi, kalpsiz dünyanın kalbi, ruhsuz olayların ruhudur. Din halkın afyonudur. Söylemin bütününe baktığımızda dinin insan üzerinde yoğun etkisini, dinin manevi doyum yönünü kabul ettiğini görmekteyiz.

Üçüncü bölümde Alexis de Tocqueville karşılaşmaktayız. Burada Tocqueville’in Amerika’nın eşitlik anlayışından çok etkilendiğini ve bunun üzerine çalıştığını görüyoruz. Ayrıca ademimerkezcilik vurgusu göze çarpmaktadır. Kitap Tocquville’in  görüşlerinden bahsettikten sonra Amerika’nın ilerleyen süreçlerde nasıl bir hal aldığını, Tocquville görüşlerinin ne kadar objektif olduğu tartışmıştır. Bu bilgilerin paylaşılması fikir adamının görüşlerinin değerlendirilmesi bakımından önemlidir. Tocquville ‘nin din ilgili görüşlerine baktığımızda, Amerika’daki devlet ve kilisenin birbirinden ayrılmış olmasının yararlı etkilerine vurgu yapmıştır. O’na göre Amerika’da devlet kilisesinin olmayışı, hem devleti hem de kiliseyi zayıflatmak yerine daha da güçlendirir. Tocquville dini eleştirmek yerine onun konumunu belirlemesi  yönüyle dikkatimi çekmekle birlikte din ve devletin birbirinden ayrı tutulmasının onları güçlendireceği görüşü tartışmaya açıktır.

Dördüncü bölümde  ise Nietzche’nin düşünceleri ele alınmıştı.  Nietzche antropolojiyle ilgilenmiş ve Yunan , Roma’nın Olympos dinlerini incelemiştir. Daha sonra modern Avrupa seküler İsayı Tanrının oğlu olarak değilde iyi bir adam olduğu söylemlerini eleştirererek ‘Tanrı öldü. Ve onu biz öldürdük.’  ifadeleriyle Hristiyanlığa saldırmıştır. Ve O’na göre baskın ve yaratıcı bireyselliğin imkansızlaştığı bir toplum doğuyordu ve bu kademeli olarak tüm dünya için ideal haline gelecekti. Köleler özgürleşse ve hatta diğer sınıflar da Hristiyanlığı kabul etse, kendini bireysel olarak ifade etme mücadelesi geri gelmedi.Tüm toplum köle ahlakını kabullendi. Altruizm (diğer insanların yararını da kendi yararın kadar gözetme), bu ahlakın temel ilkesiydi çünkü bu, köleleri bibirine bağlıyor ve toplumu bireyin önüne koyuyordu.  Altruizmi eleştiren Nietzche bireyi önceleyerek üstinsan yaratma çabası içine girer.

Beşinci bölüme geçtiğimizde ise liberalizmin kahramanları karşımıza çıkmaktadır: Ferguson, Smith, Malthus, Mill ve sosyal evrimci Spencer. Bölümde daha çok Spencer’in sosyal evrimci modelinin Darwin’in evrim teorisiyle ilişkisi üzerine durulmuştur. Diğer fikir adamlarının katkıları çok açıklayıcı değildir. Spencer’in toplumu ‘Uygarlaşmamış Toplum’, Uygarlaşmış Toplum(nesli tükenmiş veya çökmüş), ‘Uygarlaşmış Toplum’ (Gelişmekte olan toplum) şeklinde gruplaması unun üzerine çalışması dikkat çekmektedir. Dünyaya Spencer’in bakış açısıyla bakıldığında iki toplum tipi görüldüğü ifade edilmiştir. Birincisi, militan toplumdur; toplum despot, savaşçı ve dincidir. İkincisi ise endüstriyel toplum; barışçıl ve cumhuriyetçidir. Spencer din ile ilgili olarak dini, modası geçmiş bir aşama olarak görmektedir. Birey üzerindeki bu tarz bir kontrolden vazgeçeceğini öne sürer. Böylece bireyin zihinsel kapasitesi toplumla beraber artar. İnsanlar daha az duygusal ve daha rasyonel olur. Bireyin bu anlamda dinden uzaklaştıkça zihinsel kapasitesnin artacağını düşünmesi içi doldurulmamış yanlı bir bakış açısını temsil ettiğini söyleyebiliriz. Burada son olarak Amerika’da ilerleyen süreçte liberalizmin evrilmesi üzerinde durulmuştur ve Wilson’un sosyobiyoloji ye ilişkin çalışması üzerinde kısa bir bilgilendirme yapılmıştır.

Bölüm altıya geldiğimizde Dreyfus olayı üzerinden Durkheim’ın nasıl bir ün kazandığı anlatılıyor. Durkheim bu olayla birlikte bir toplum tanımı yapıyor:  Toplum, ritüel bir düzene, insan etkileşiminin duygusal ritmine dayanan ortak bir bilinçtir. Bu bölümde kavramları açıklamak için verilen örnekler kavramın pekişmesni sağlamış, diğer bölümlerde de buna dikkat edilseydi daha etkileyici olabilirdi. Durkheim ortak bilinç üzerine yoğunlaşmış gözükmektedir. Ortak bilincin nerede geldiği akıcı bir uslüpla sunulmuş. Burada ortak bilinci kollektif bilinçaltı olarak sunan Jung’a atıf yapılması gerektiğin düşünmekteyiz. Ayrıca burada Durkheim İntihar çalışmasından genel olarak bahsedilmiştir. Oysa intiharın kategorilerini ve toplumla ilişkisinin anlatılması sosyoloji açısından önemli gözükmektedir. Durkheim din görüşüne baktığımızda ise O, en genel kanıksanmış fikirlerimizin bile toplumsal görecelik içerdiğini göstermek için ileri gitmiştir. Zaman,uzay, tanrı, nefis;tüm bunlar toplumun yaratımları olarak görülebilirdi. Durkheim dinin temelllerini anlama çabası içerisinde, Avustralya’nın aborjinler abilesin incelemiştir. Durkheim’a göre tüm dinlerin sahip olduğu tek şey diğer tü şeylerden ayrılan ve insanlarn törensel bir özenle yaklaşma zorunda olduğu bir dizi ‘kutsal şey’dir. Durkheim bu doğaüstü inanışları yine ortak biinlçle ilişkilendirmiştir.

Yedinci bölümde Marx Weber ele alınmıştır. Weber insanları birbirine bağlayan üç düzenden bahsetmiştir: ekonomi, siyaset ve kültür. Her düzen insanların davranışlarını etkiler, paralarını nasıl kazanacaklarının şartlarını oluşturur, hem dünya görüşlerini hem de kimlerlerle ilişkiye geçeceklerini belirler. Ama her insan aynı şekilde etkilenmez. Sermayedarın oğlunun hayattaki şansları çiftlik işçisinin oğluyla, sıradan vatandaşın dünya görüşü, parti liderinkiyle aynı değildir. Bu sebeple benzer ekonomik, siyasi veya kültürel durumlara dayanan gruplara sınıflanması olarak düşünürsek sosyal düzei kapsamlıca görebileceğimizi söyler. Weber ‘in tabakalaşma kavramından ve tabakalaşmanın karmaşıklığını izah etmek için oluşturduğu ideal tip teorisinden bahsedilmektedir. Burada üç ideal ip yarattığından bahseder. Marx Weber’in din bakış açısı kitap da detaylı bir şekilde ele alınmıştır. Weber Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu kitabında Protestan ahlakı ile kapitalizm arasında yakın bir ilişki kurmuştur. Burada Weber dinin olumlu bakış açısını sunarak kitleleri şaşırtmayı başarmıştır diyebiliriz. Dolayısıyla hayatlarımıza nasıl ‘ölmüş dini inanışların hayaletlerinin musallat olduğunu’ Weber’den daha açık gören kimse olmamıştır.

Bölüm sekize geçtiğimizde bir psikologla karşılaşıyoruz: Sigmund Freud. Onun ‘Bir arzunun yerine getirilmesi rüyanın en önemli güdüsüdür.’ Olgusu Freud’un devrim yaratan bilimsel çalışmasının ilk kez kapsamlı ve sistematik bir yöntem olarak incelenmesini sağladı. Bunun yanı sıra cinsel gelişimin evrelerinden, libido teorisinden, ego, id, ve süperego kavramlarından, son olarak da ölüm iç güdüsüne karşı aşk ‘dan bahsedilmiştir. Burada libidoya yüklenen anlam dikkat çekmektedir: Libido temel seksüel enerji olarak bilinirken farklı bir yorum yapılmıştır: Libido kavramı aslında, maddenin kanunlarına bağlı kalan sabit bir miktar olarak düşünülme bakımından, psikoloji kılıfı altında, bir 19. Yüzyıl ekonomi fikridir. Kişi libidoyu dilediğince harcayabilir ancak bir kez harcandı mı bir daha geri kazanılmaz. Aynı şekilde Freud sevgiye de mülk ve kapital muamelesi yapar. Freud ‘un dine akış açısı yani baba imgesi yüzeysel geçilmiştir. Buna rağmen Freud’un üstün varlığa yönelim düşüncesi Weber ve Comte’un düşünceleriyle ilişkilendirilmiştir.

Dokuzuncu bölümde ‘Görünmez Dünyanın Keşfi’ başlığı altında üç isimi görüyoruz: Simmel, Cooley ve Mead. Bu bölüm sosyal psikolojiye dair genel bir atıf mahiyetindedir. Simmel göre toplum hakkında konuştuğumuzda genel kastettiğimiz etkileşimler, devlet ve aile, esnaf dernekleri ve kilise, ortak çıkarlar üzerine kurulu sosyal sınıflar ve organizasyonlar gibi tanımlanabilir ve tutarlı yapılar olarak kristalleşmiş olandır. Fakat buna ek olarak, ilişki biçimleri ve etkileşim çeşitlerinin daha az göze çarpan sayısız farklı türü vardır. İnsanlar birbirlerine bakar ve birbirini kıskanırlar, mektuplaşır yemek yerler, birileri için giyinirler , yani kişiden diğerine doğru gerçekleşen kalıcı ya da anlık, önemli yada önemsiz sonuçları olan iletişim şekillerinin tümü, insanları sürekli olarak birbirine bağlar. Simmel özgün bir sosyoloji üretemediyse de onun çalışmalarından yeni şeyler üretenler olmuştur: Cooley, Mead. Cooley sisteminde hm bireyi hem toplumu önemsemiştir. Bununla beraber ayna benlikten ve birincil gruplardan bahsetmiştir. Mead de ne bütünüyle bireyci ne de toplumcudur. Pragmatist bir filozof olarak matematiksel ve deneysel yöntemleri ile modern araştırma yöntemlerinin toplum sorunlarına uygulanması aynı zamanda çözümü de beraberinde getireceği inancı içerisindedir. Aynı sosyal benlik kavramı üzerinde durmuş; bir ‘ben’ birde ‘beni, bana’ yönlerinden bahsetmiştir.

Onuncu bölümde Thomas, Park, Chicago Okulu ele alınmıştır. Thomas sembolik etkileşimci kuramın ana öğelerini formüle ediyor. Thomas göre insanların gerçek anlamda içinde sosyal yaşama içerden bakılmalıdır. Sosyal yapılar ancak bireyler tarafından yorumlandıklarında ve sosyal yapıların tutum ve güdülerine karşı kendilerine baskı uygulandığını hissettiklerinde, bireyler üzerinde etkili olurlar. Thomas Chicago da Polonyalı göçmenler üzerinden bir araştırma yapmıştır. Bu çalışmayla azınlık gruplarının deneyimleri konusunda işe yarar bilgiler edinilmiştir. Park’a geldiğimizde ise onun ünlü görüşü ‘ırksal ilişkiler döngüsüdür’.  Park’a göre bütün gruplar, hem ekonomik hem de bölgesel bakımdan ulaşılabilen kaynakların kontrolünü elde etmek için mücadele ederler. Mücadele, birbirine yabancı grupların birbirleri ile ilk teması kurduktan sonra başlar. Bu aşamayı, gruplar arasındaki sınırların çizildiği ve sınırların göz önünde bulundurulduğu, barınma süreci takip eder. Son olarak, alt grupların egemen gruba uyum sağladığı ve içinde kaybolduğu asimilasyon süreci ortaya çıkar. Burada ayrıca sosyal sınıfın keşfi ve örgütsel sosyoloji üzerinde durulmuştur.

On birinci bölümde Afrika ve Amerikan sosyolojisinin kuruluşu anlatılmıştır. Burada ilk göze çarpan ırk ayrımına karşı barışçıl bir mücadele içerisine girildiği görülmekedir.

On ikinci bölümde Pareto ve onu eleştiren Parsons ele alınmıştır. Parsons ‘ın toplum teorisinden bunun içerisinde de sosyal bütünleşme, sosyal değişme kavramları üzerinde durulmuştur. Ayrıca din sosyolojisine yaptığı bir takım katkılar ele alınmıştır. Bu anlamda Parsons’ın din sosyolojisi bakış açısını bu kitapla birlikte ilk defa okumuş olmaktayım.

On üçüncü bölümde Hitler’in gölgesinde kalan Michels, Mannheim ve Mills işlenmiştir. Michel’in oligarşinin demir yasası, Mannheim sosyal rölativizm kuramı Mannheim modern toplum için siyaset düşüncesi özet bir biçimde anlatılmıştır. Oligarşinin demir yasası Martin Slattery’ nin Sosyoloji’nin Temel Fikirler kitabıyla desteklenerek okunabilir.

On dördüncü bölüme geldiğimizde Erving Goffman’ın etiketleme teorisi ile karşılaşıyoruz. Goffmann unutulanların sosyolojisini yapmıştır. Ayrıca insanların gündelik gerçeklerini nasıl oluşturdukları ve işlevsel gereklilik kavramı üzerinde durmuştur. Bu bölümde artık makro sosyolojiden mikro sosyolojiye geçişi kısa bir şekilde ele almıştır.

Son olarak on beşinci bölümde ise küreselleşme ele alınmıştır. Burada Pierre Bourdieu, Theda Skocpol ve Immanuel Wallerstein’in teorilerinden bahsedilmiştir.

[1] Okul Numarası: 185220118, sema-cinar@hotmail.com.

 

Etiketler
Daha Fazla Göster

Andcenter Editör

Çankırı İli, Orta İlçesi Kalfat Kasabası’nda 1993 yılında dünyaya geldi. İlköğretimi kendi köyünde tamamladı. 2007 senesinde Tevfik İleri Anadolu İmam-Hatip lisesine kayıt oldu. 2011 senesinde Tevfik İleri Anadolu İmam-Hatip Lisesi'nden mezun oldu. Aynı sene Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesine başladı. 2016 yılında Ankara İlahiyat’tan mezun oldu. Aynı sene Ankara Sosyal Bilimler Enstitüsü Din Sosyolojisi bölümünde yüksek lisansa başladı. Yüksek Lisans eğitimini Ankara Yıldırım Beyazit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Din Sosyolojisi Bölümü’nde tamamladı. Şuan aynı enstitüde doktora eğitimine devam etnektedir. Gaziantep ili, Şahinbey ilçesinde 2017-2018 Eğitim-Öğretim yilinda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenliği görevini yaptı. Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Sosyolojisi Anabilim dalında Arş. Gör. olarak çalışti.Suan Ankara Yıldırım Beyazit Üniversitesi İslami ilimler Fakültesi'nde araştırma görevlisi olarak çalışmaya devam etmektedir.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
Kapalı