1809 yılında Besançon’da (Fransa’da) doğan Pierre Joseph Proudhon fakir bir ailenin
çocuğudur, ilerde yazacağı kitaplarda bu fakirlik içinde geçen yıllarını kuvvetli çizgilerle
anlatmayı ihmal etmemiştir. Proudhon’un fikirleri İkinci İmparatorluk devrinde hızlanan
endüstriel gelişmeden önceki zanaatkar ve köylülerin Fransa’sında gelişmiş ve şekillenmiştir.
Proudhon’un anarşizm kuramcılarının arasında ayrı bir yeri vardır. Anarşizm kendini bir
eylem öğretisi olarak kabul ettirmek isteyince Proudhon’un yolundan gitmiştir. Bu öğretinin
pratik yanına önem veren en önemli anarşist kuramcı Proudhon’dur. Başkaldırma onu hiçbir
zaman nihilizme itmemiştir. Tersine, halkın eski törelerini, çağdaş toplumun bozmaya
çalıştığı değerlerini savunmak için başkaldırır. Böylece öğretisinin hem devrimci, hem de
gelenekçi olan iki özelliği anlaşılmış olur. Hegel gibi Proudhon da iki akımın doğmasına yol
açmıştır: Sağcı Proudhon’culuk; Solcu Proudhon’culuk. Kendisine inananlar arasında
tanrıtanımazlar olduğu gibi, Hıristiyanlar da vardır; faşistler olduğu gibi sendikacılar da
vardır. 1844’te Paris’te Alman göçmenleriyle ilişki kuran Proudhon, Karl Marx’la da
tanışmış, 1846’da “Sefaletin Felsefesi”ni yayınlamıştır. ( Karl Marx da bu kitaba karşı alaylı
bir tonda “Felsefenin Sefaleti” adlı eleştirisini yazacaktır.) 1858’de “Devrimde ve Kilisede
Adalet” adlı yapıtında kiliseye çattığı için üç yıllık hapis cezasına çarptırılmış; bu yapıtı “dine
ve ahlaka hakaret” sayılmıştır. Daha sonra Proudhon Belçika’ya sığınmıştır. Genel aftan
sonra Paris’e dönmüş ve 1864’te ölmüştür. Proudhon birçok eser yazmıştır. Bunların en
önemlileri Sefaletin Felsefesi (1846), Sosyal Meselenin Çözümü (1848), Bir Devrimcinin
İtirafları (1849), Harp ve Sulh (1861), Federatif Prensip (1863), İşçi Sınıfının Siyasî Ehliyeti
(1865)’dir.
Proudhon'un sosyal ve siyasî fikirlerini iki ana temele dayandırmak mümkündür. İktisadî ve
sosyal fikirlerinin temeli meşhur “mülkiyet hırsızlıktır” cümlesiyle özetlenebilir. Aslında
komünizmi benimsemez ve mülkiyetin yerine bir çeşit geçici sahipliği koymakla yetinir.
Fakat bu sözüyle Proudhon karşımıza bir sosyalist yazar olarak çıkmaktadır. Proudhon da
bütün sosyalist yazarlar gibi liberal iktisadî sisteme ve mülkiyet rejimine ağır hücumlarda
bulunmuştur. Rekabet ve tekellerin lüks ve sefaleti bir arada yarattığını ortaya koydukları
zaman onlarla aynı fikirdedir. Fakat iktisat politikası dışında sosyalistlerin müspet bir teklifte
bulunamadıklarını da ileri sürmekten geri kalmaz.
Proudhon’un siyasî fikirlerini ise şu cümlesi ile özetleyebiliriz. “La liberté, toujours la liberté,
rien que la liberté, et pas de gouvernementalisme” (Hürriyet, her zaman hürriyet, sadece
hürriyet, hükümetçiliğe hayır!). Proudhon bu sözleriyle anarşist bir yazardır ve anarşizm
kelimesini kelimenin etimolojik anlamı karşılığı olarak kullanmaktadır: Yani hükümetsizlik.
Proudhon devletin yerini fertler ve müstahsil gruplar arasındaki akdî münasebetlerin alması
gerektiğini ileri sürmüştür. Proudhon otoriteden nefret eder; bu otorite ister ilâhî hukuka
dayanan bir monarşi olsun, ister “Jacobin” bir diktatörlük. Ona göre sınıflar arasındaki
çatışmanın baş sorumlusu devlettir; bu yüzden bu çatışmaları en fazla yüzeye çıkaran siyasî
demokrasiye de karşıdır. Fakat ikinci İmparatorluk sırasında Proudhon bu anarşist fikirlerinin
gerçekleşemeyecek bir ham hayal olduğunu anlayarak federatif prensiplerini ileri sürmüştür.
Proudhon’un anarşizminin Fransa’daki anarşist sendikacılık geleneği üzerinde büyük etkisi
olmuştur. Mülkiyete hırsızlıktır diyen, devlet otoritesi istemeyen Proudhon “Milleti,
özgürlüğü ve halkı vesayetten kurtarmak, sulhu sağlamak ve Avrupa’daki devrim fikrini
geliştirmek için bir tek yol görüyorum, Fransa’yı 12 parçaya bölmek ve Paris’i ortadan
kaldırmak lâzımdır” demektedir. Proudhon o sıralarda kurulmakta olan İtalyan Birliğine de
karşıdır. Mosca “Çünkü Proudhon’a göre bu birlik Fransa için zararlıydı” demektedir.
Proudhon’u bütünü içinde incelersek bu sözün aşırı bir milliyetçilik gayretinden ileri
gitmediğini görürüz. Bu fikirleri ileri sürerken Proudhon her şeyden önce bir federalisttir.
Proudhon’a göre mülkiyet ve devlet gibi bütün sosyal müesseselerin menşei hayattır; bir an
gelir bu müesseseler hayatın gelişmesine ve ilerlemesine engel olmaya başlarlar. Devamlılık
ve geri dönülemezlik gelişmenin ana prensipleridir. Sosyal problemin çözüm yolu ne Saint
Simon’un sandığı gibi maddî gelişme ve refahtadır, ne Louis Blanc’ın sandığı gibi çalışmanın
organize edilmesinde, ne de evren hakkındaki bilgilerimizin toplamının artmasındadır. Esas
mesele mümkün olduğu kadar adalet fikrine yaklaşmaktır. Proudhon adalete tamamen moral
açıdan bakmaktadır.
Proudhon disipline ve merkezî idareye karşıdır. Fakat bu ferdiyetçilik sadece Proudhon’un bir
özelliği değildir. Sanayileşmekte olan bir ortamda müşterek hareketi sağlayacak disiplini
bulamamış bir toplumun sonucudur. Proudhon’un sosyalizmi bir köylü ve küçük burjuva
sosyalizmidir. Bütün hayatı boyunca onu düşündüren ve korkutan meseleyi 1860 yılında
yazdığı bir mektupta açık olarak ortaya koymaktadır. Bu mektubunda: “Küçük burjuvazi düşe
düşe proletarya uçurumuna doğru sürüklenmektedir. İşte Fransa’nın en büyük yarası.”
demekte ve kamuoyunun küçük burjuvazinin yıkılışından çok, işçilerin kurtuluşuyla
ilgilenmesinden yakınmaktadır.
Lefranc’a göre Proudhon iki açıdan övülmeye değer. Birincisi Fransa’ya daha Marksizm’in
girmediği bir devirde fakir sınıfın taleplerini dile getirmiş olması; ikincisi de Marksizm’in
fatalizmine karşı, çalışmaların kendi gayretlerine önem vermiş olmasıdır. Fakat şurası
muhakkaktır ki sosyalizm bugün kendine Proudhon’unkinden apayrı bir yol seçmiştir. Fransız
sendikacılığının dışında bugün Proudhon’un etkisine pek rastlayamayız. Buna sebep Marksist
propagandadan ziyade 19. yüzyılın ikinci yarısındaki sanayileşme sonucunda ortaya çıkan
yeni toplumsal koşullardır.
Kaynakça:
Dr. Murat Sarıca; PIERRE —JOSEPH PROUDHON
Felsefe. Gen. Tr; Pierre Joseph Proudhon Kimdir?