NİKLAS LUHMANN VE SİSTEMLER TEORİSİ
M. Ahmet Kurum; AYBÜ-İİF

Sosyoloji tarihinde sistem teorisinin izleri klasik sosyologlara kadar gitse de bu teoriyi güçlü bir şekilde kurmaya çalışan sosyolog Talcott Parsons olmuştur. Luhmann, Parsons’tan, toplumu alt sistemlere bölerek düşünmeyi miras olarak alsa da Parsons’ın yapının korunması fikrinin yerine toplum içindeki ilişkilerin korunmasını koymuştur. Sosyoloji literatürü Luhmann’ı Parsons’ın devamı gibi görse de sosyolojideki sistem düşüncesinde çok büyük bir fark yaratmıştır. Toplumun temel birimini iletişim olarak görmek Luhmann’a kadar sık rastlanılan bir tartışma değildir.
İlk olarak biyolojide ortaya çıkan sistem teorisi, devamında ise sosyolojiye uyarlanmıştır. Sistem teorisinin başarısı, disiplinler üstü bir konuma sahip olmasıdır. Bugün doğa bilimlerinde de sosyal bilimlerde de sistem kuramının hâlâ karşılığını bulmak mümkündür. Aynı zamanda sınırlı ve belli konulara odaklanmış teorik yaklaşımların karşısında yer almakta ve evrensellik iddiası taşımaktadır.
Sistem, bir bütünün unsurları arasındaki karşılıklı ilişkinin toplamıdır. Bütünlüğe ait olan ilişkileri ve unsurları açık bir biçimde sınıflandırmayı mümkün kılan bir sınırın bulunması, bir sistemden bahsedebilmek için gereklidir. Ayrıca bir sistemi açıklayabilmek, bütünü oluşturan alt sistemler ve unsurların neler olduklarını ve sistemi sınırlandıran çevrenin nelerden meydana geldiğini tespit etmeyi gerektirir.
Sistem ile çevre arasındaki fark sistem teorisinin en önemli konularından birisidir. Çevre, sistemin dışında olması dolayısıyla sistemi kendisine referansla açıklama imkânı sunmaktadır. Sistem teorisinin ana fikri, bir sistemin çevresinden daha az karmaşık/kompleks olduğudur. Çünkü çevre, sistemin dışında yer alan her şey, yani başka her şeydir ve gerçeklikte başka her şeyin belirli olan unsurlardan daha karmaşık olması gerekir. Bu durum sistemin kendisinin bir anlam ve düzen kaynağı oluşturmasıyla da ilişkilidir. Sistem, kendi yapısı dahilinde bir düzendir ve çevre bu anlamda sisteme kıyasla düzensizlik ve karmaşa içerir.
Sistem, çevrenin ürettiği karmaşayı aşma ya da azaltma amacı üzerine temellenir. Dünyanın olduğundan daha basit bir şekilde düzenlenerek karmaşıklığın azaltılması, sistem ile çevre arasındaki ayrımı oluşturur. Sistem, kendi düzenliliği açısından, karmaşa içeren çevreyle sınırlı ilişkiler kurmaktadır. Luhmann’ın dikkatini çeken asıl mesele, bütünüyle karmakarışık, ilişkilerle iç içe geçmiş olan toplumsal gerçekliğin nasıl olup da bir düzen üzerine şekillendiğidir.
AUTOPOİESİS
Luhmann’ın sistem teorisindeki anahtar kavramlardan birisi, “Autopoiesis”
kavramıdır. Autopoiesis, sistemlerin kendi kendilerini düzenlemelerini, bir sistemin
faaliyetlerinin sadece sistemin kendi özelliklerini yeniden üretmeye odaklanmasını ifade
Etmektedir
Luhmann’ın kullandığı auto=self (kendi), poiesis=creation/production (üretim) kelimelerinden türeyen autopoiesis (öz üretim) kavramı kendisini oluşturan tüm temel bileşenleri yeniden üreten ve bu şekilde kendisini çevreden ayıran sistemlerin özelliğidir. Bu sistemler, yaşam, bilinç ve iletişim biçimini alırlar. Autopoiesis, bu sistemlerin kendilerini yeniden üretme şeklidir.
- Sistem, sistemi oluşturan temel elementleri üretir.
- Kendilerini düzenlerler.
- Kendi sınırlarını çizerler.
- Sistem ve çevreyi ayrıştırırlar.
- Kendi iç yapılarını düzenlerler.
Luhmann, autopoietik sistemleri “kendilerine ait unsurları yine kendilerine ait unsurlar aracılığıyla üreten ve yeniden üreten sistemler” şeklinde tanımlar ve bu tür sistemleri oluşturan birimlerin; süreçlerin, yapıların ve nihayetinde kendilerinin sistemdeki birimler tarafından belirlendiğine dikkat çeker. “Bir sistem olarak toplum, tam da “autopoiesis” kavramının karşılayacağı bir yapıya ve işleyişe sahiptir.” Bu sistemlerin sınırlılık içeren bir noktası ise kendi yapılarının ötesinde üretim yapamamalarıdır, bu anlamda kör bir yapı olarakta öne çıkarlar.
Autopoietik sistemlerin üç bileşeni vardır. Bunlardan birincisi kod, ikincisi yapı ya da
program ve üçüncüsü de süreçtir. Kodlar, işlenen enformasyonlardan kaynaklanan ikili
karşıtlıklardır (örneğin doğru ya da yanlış gibi). Yapı ya da program, temel değerlerle,
normatif düzenlemelerle ve beklentilerle ilgiliyken süreç, devam eden etkileşimle ilgilidir.
Luhmann’a göre, autopoietik bir sistemde kod sabittir; yapı ve süreç değişebilir.
Hukuk sistemi yasal/yasal olmayan kodu üzerinde temellenir. Bu kod üzerinden iletişim kurar program geliştirirler. İletişim kurabilmek için kodun yanında program da gereklidir. Bu kod ve programlarla sistemler kendi işlevlerini yerine getirirler.
Kendini yeniden üretme yapısal işleyişine sahip olan sistem, karmaşayı düzene nasıl çevirmektedir? Bu sorunun cevabı Luhmann’ın sosyolojik yaklaşımında şu şekilde verilmektedir.
- Sistemler, örneğin bir hücre, bir firma veya bir bütün olarak toplum, kendi
yapılarına dayalı özel bir işlev yüklenir; - Bir sistem, bir yapı geliştirerek ve bu yapıyı sürdürerek, kendi çevresiyle olan
sınırlarını sabitleştirir. Burada çevre, kompleks bir olumsallıklar seti, “ne zorunlu ne de
imkânsız her şey” olarak algılanır. - Sistem belirli şeyleri mümkün kılarken diğer ihtimalleri dışarıda bırakır.
- Onlar kendi çevrelerine içkin sonsuz karmaşıklıklarını ayrı işlevler üzerinde
uzmanlaşarak azaltırlar. - Sistemin operasyonları, çevresel şartlar tarafından tetiklenir ve bu işlemler
yeniden çevreyi değişikliğe uğratır.
İLETİŞİM
Luhmann’a göre, toplumlar ve toplumsal sistemler, iletişimden meydana gelmektedirler. Kendi kendisini üreten sistem olarak toplum, kendisini oluşturan birimler arasında
süreklilik içeren iletişimler sayesinde varlığını sürdürür. Birimler arasında sürekli olarak kurulan iletişim, düzen oluşturmanın karmaşıklığı ortadan kaldırmanın bir yoludur. Öyle ki daha üst bir gerçeklik ifade ederek sistemin kendi kendisini sürekli üretmesini sağlamaktadır. Nitekim insanlar iletişim kurduklarında sistemin üretilmesine ve devamlılığına katkıda bulunurlar. Ancak esas kaynak yine sistem olarak karşımıza çıkar. Luhmann’ın teorisi açısından insanların sistem dışında yer alarak toplumsal bir varlık hâline gelmeleri ve anlamlı iletişim kurmaları mümkün değildir.
ÇİFTE OLUMSALLIK
Çifte olumsallık her iletişimin alımlanma biçimini dikkate alması gerektiği gerçeği üzerinde şekillenir. Ancak alımlanma biçiminin, alıcının iletişimciyi tahmin etmesine bağlı olacağını da biliriz. Bu durum imkânsız bir daire oluşturmaktadır; alıcı iletişimciye ve iletişimci de alıcıya bağlıdır. Birbirimizin beklentilerini yetersiz düzeyde bilmek çifte olumsallık sorunu yüksek düzeylerde tetikler. Luhmann bu noktada iletişimi temel alan toplumsal sistemin çifte olumsallık sorununu çözmek için çeşitli toplumsal yapılar oluşturduğuna işaret eder. Böylece netlik kazanan ve herkes tarafından bilinen rol ve beklentiler, çifte olumsallık sorununu bir nebze de olsa çözüme kavuşturur.
Her birey farklı bir dizi normlara sahip olduğu için iletişim gerekli bir hale gelir ve devamında çifte olumsallık sorunu için bir dizi normlar geliştirilir. Bu kendi kendini üreten bir sistem olarak toplumun nasıl çalıştığına işaret eder: toplumun yapısı (roller, kurumsal ve geleneksel normlar), toplumun öğelerini (iletişim) yaratır ve bu öğeler yapıyı oluşturur, bunun sonucunda sistem kendi birimlerini oluşturur.
FARKLILAŞMA
Luhmann’ın teorisinde öne çıkan bir diğer kavram da farklılaşmadır. Farklılaşma, iletişimde olduğu gibi bir sistemin çevresinin karmaşıklığı karşısında başarı kazanmasının ve karmaşıklığı azaltarak düzen üretmesinin bir aracı olarak karşımıza çıkmaktadır. Sistem, yapısını korumak için çevresi ile arasındaki farklılık durumunu tekrarlar ve sonuç olarak farklılaşmayı üretir. Bu durum sistemin çevre ile yaptığı dışsal bir ayrım olarak karşımıza çıkar. Ayrıca sistemin kendi içinde de farklılaşmalara sebep olan içsel ayrımları vardır. Kendi içinde gerçekleşen bu farklılaşmalar, alt sistemlerin ortaya çıkmasına kapı aralar. Alt sistemlerin ortaya çıkmasıyla, sistemin kendi içindeki farklılaşmalara bağlı olarak sınırlar ortaya çıkmaya başlamaktadır. Luhmann’a göre bu durum (içsel farklılaşmalara bağlı olarak sistemde alt sistemlerin ortaya çıkması) bir zenginleşmedir ve bu durum sisteme hareketlilik sağlar. Sistemler teorisinde dört tip sistem bölünmesi vardır.
- Bölünerek ayrışma, sistemi eş işlevleri tekrar tekrar yerine getirecek parçalara
böler. Örneğin, bir otomobil üreticisinin farklı mahallerde araba üreten benzer fabrikaları
vardır. Her mahal benzer şekilde organize edilmiştir; hepsinin yapısı aynıdır ve aynı işlevi
(araba üretmek) yerine getirir. - Tabakalaşarak ayrışma, mertebeye ve statüye göre dikey ayrışmadır.
Hiyerarşik bir ayrışma tipidir. Her mertebe sistem için belli ve ayrı bir işlevi yerine getirir.
Araba fabrikasındaki yöneticiler, memurlar ve işçiler arasındaki bölünme tabakalaşmaya
dayalı farklılaşmaya örnek gösterilebilir. - Merkez-çevre ayrışması, bölünerek ayrışma ve tabakalaşarak ayrışma
arasındaki bir bağdır. Sistemin içinde merkezdeki ve çevredeki unsurların ilişkilerini koordine
eden bir bileşeni ifade eder. Bazı otomobil firmaları başka ülkelerde fabrika açsalar bile
yönetim birimini merkezde tutarlar ve çevreyi kontrol ederler. - İşlevsel sistemlerin ayrışması, en karmaşık ayrışma tipidir ve modern
toplumlarda egemendir. Sistemin her işlevi belli bir birime bağlıdır. Mesela otomobil üreticisi
üretim, yönetim, muhasebe, planlama ve personel gibi bölümlere ayrışmıştır. Bütün birimler
bir yönüyle bağımsız gibi işleseler de tamamen birbirlerine bağlıdırlar.
SİSTEM TEORİSİNİ OLUŞTURAN ÇEŞİTLİ KAVRAMLAR VE TANIMLARI