MARİFET DİVANI OKUMALARI
MAX WEBER- PROTESTAN AHLAKI VE KAPİTALİZM
Meryem Sena ÇANK
Weber, Protestanlığı ve kapitalizmi özdeşleştirip harmanlamış ve böylece Protestan ahlakını ortaya koymuştur. Bu konuyu anlayabilmemiz için önce kapitalizmin ne olduğuna bakmamız gerekiyor, ondan önce de Protestanlığın nasıl ortaya çıktığına bakmamız gerekiyor.
Protestanlık: en basit anlatımla Martin Luther’in İncili Almanca’ya çevirmesi ile başlayan bir hareketin sonucudur. Martin Luther’e göre asıl din İncildir. Yani incelenmesi gereken şey İncil’in kendisidir. “Biz İncirli okuyarak da Tanrının sözlerini anlayabiliriz, böylece bir papaya ve kiliseye ihtiyacımız kalmaz.” Böylece Martin Luther’in yaptığı şey tam olarak kişinin kiliseye bağımlılığını azaltmaktır. Luther’in düşüncesine göre herkes İncili tek başına okuyabilecektir. Luter’in temel öğretisi ise şudur: “tüm inananların papazlığı”. Yani tanrının öğretilerini ve kurtuluş yolunu nasıl olduğunu anlamak için kiliseye gitmek zorunda değillerdir.
İncilin anlaşılması kilisenin tekerinden çıkınca, İncil’de yazılan bazı kısımların kapalı olması ve farklı yorumlara açık olduğu insanların dikkatini çekti. Ve türlü yorumlar şerhler ortaya çıktı. Bununla beraber kaçınılmaz olarak farklı birçok Protestan mezhebi meydana gelmiştir.
‘Protestan ahlâkı’ en ünlü sosyologlardan ve kuşkusuz sosyolojinin kurucu babalarından biri olan Max Weber’in (1864-1920) temel fikirlerinden biridir. O önde gelen bir Alman akademisyen ve 1902’de kurulan Alman Sosyoloji Derneği’nin ortak kurucularından biridir. Max Weber içinde yaşadığımız kapitalizmi bize en iyi şekilde açıklayan filozoftur. 1864’te Erfurt Almanya’da dünyaya gelmiştir. Weber’in annesi ılımlı bir Protestan, babası ise siyasetçidir.
Onun araştırma temalarından biri de “modern çağın ruhu” arayışı, modern toplumu geçmişteki toplumlardan ayıran temel dinamiğin ve temel bir özelliğin araştırılmasıydı. Weber bu temel özelliğin rasyonalite olduğuna inanıyordu. Rasyonalite: “toplumsal aktörlerin kişisel -olmayan ilişkiler bağlamında çevrelerin- deki dünya üzerinde daha fazla denetim kurmak için bilgiye giderek daha çok başvurmaları”dır. Yani sürekli etkinlik ve etkililik arayışı içindeki kendi insanları ve kurumlarını organize ve kontrol etmeyi amaçlayan modern toplumu karakterize eden şey, rasyonel ve mantıklı düşünme ve organizasyon biçimidir.
Önceki toplumlar din, gelenek veya kişisel karizma gibi irrasyonel inançlar veya düşünce sistemlerine dayanırlarken, modern toplum mantığa ve kendi düşünce ve örgütlenme sisteminin asıl temeli olarak akla başvurmaya dayanır. Bu tema Weber’in din, bürokrasi ve özellikle kapitalizm üzerine araştırmalarının temelini oluşturur ve onun temel çalışması Protestan Ahlâkı ve Kapitalizmin Ruhu‘nun (1930) ana tezidir.
Weber ülkesinin endüstri devriminin çarpıcı değişimleri tarafından sarsılmasına şahit olmuştu. Şehirler gelişiyor, büyük şirketler oluşuyordu. Yeni bir idari seçkin sınıf, aristokrasinin yerini alıyordu. Yaşamını bu değişimleri inceleyerek geçirdi ve kapitalizmin işleyişini ve geleceğini anlamamıza yardımcı olan belli başlı kilit fikirleri ortaya attı.
Belirli dinlerin toplumsal değişmeyi ilerletir veya en azından engellemezken, diğerlerinin aksi yönde etkilerde bulundukları sonucuna varmıştır. Antik Çin ve Hint uygarlıkları, sınaî ‘kalkış’ için gerekli önkoşullara (ucuz emek, sermaye, buluşlar, geniş piyasalara) sahip olmalarına rağmen bunu başaramadılar. Niçin?
Benzer şekilde, sanayi devrimi öncelikle tüm Batı Avrupa’da değil, aksine özellikle İngiltere, Hollanda ve Almanya gibi kuzey ve Protestan ülkelerde gerçekleşti. Weber’e göre, Protestan ahlâkı, özellikle Kalvinizm gibi daha Püriten mezheplerin ahlâk anlayışı, Sanayi Devrimini ateşleyen hayati kıvılcımı sağlamıştır.
Weber’e göre modern kapitalizmin temel karakteristiği rasyonelliğidir. Bu sistem piyasa güçlerinin dolaşımına, ücret ve emek gibi üretim faktörlerinin maliyet ve faydalarına, belirli bir yatırım miktarının muhtemel getirilerine ve özel olarak kâr güdüsüne dayanır. Yani bir malın elde edilebilecek en üst kardan satılması ya da iş gücünün hizmetin karşılığının alınmasıdır. Protestan ahlâkı düşüncesinde amaç, özelde kültürel güçlerin ekonomik değişim üzerindeki etkisini ve İnsanî güdülerin ve özel ahlâkî bir bakış açısının -bu örnekte Kalvinizm ve kâr arayışının- ekonomik gelişmenin temelini nasıl oluşturduğunu göstermekti.
Weber’in bu tezini en önemli kılan şey yaşadığı dönemde nesnel bilgi veya pozitivist bilgi dediğimiz bilgi hakim olmasıdır. Normalde Weber dışındaki sosyologlara sorulduğu zaman kapitalistleşme ya da zenginleşme nasıl oldu diye, şöyle cevap verirler: insanlar köyden şehre göç etti, daha fazla çalıştı, ham maddeyi öğrendi, bilimsel buluşlar gerçekleştirdi derler.
Weber bu sorunun cevabının bu olamayacağını bize aktarmaktadır. Bu nesnel ve rasyonel bir cevaptır bunun öznel görünmeyen bunu etkileyen başka sebeplerde vardır der. Öznelliğin bilimsel bir meseleyi veya toplumsal bir meseleyi açıklayabileceğini iddia ettiği zaman sosyalistlerin hücumuna uğramaktadır. Böyle bir açıklama biçimi kabul edilmiyor. Siz dini tutumun ahlakın bir zenginleşme meydana getirdiğine inandığınız zaman bunu nesnel bir biçimde ispat edemezsiniz.
Weber burada başka bir şey söyler der ki; insan davranışlarını sadece nesnel olarak açıklamak mümkün değildir. Çünkü nesnelliğin arkasında aynı anda değer ölçütü ile beraber algılar vardır der ve eğer bir çalışmada toplumsal eylemde, davranışta o nesnelliğin yanı sıra ona etki eden algıları zihniyeti de ortaya çıkartmadığımız müddetçe bu iş olmaz demektedir. Ve böylelikle yeni bir yöntem başlatmış olmaktadır. Ve bu yöntemi ilk kez burada uygulamaktadır. Protestanların kapitalizm arkasındaki manevi ruhu, öznelliği, öznel inanışın pratikte nasıl davranışa döküldüğünü orada göstermektedir. Weber dışındaki bu kişilerin dini alandaki tutumlarını incelemiştir.
Weber’in eylem tipleri burada çok önemli bir yer tutmaktadır. Bir insan hangi eylem sonucu davranışa geçer bunu incelemektedir.
Weber de dört tip eylem şekli vardır:
- Geleneksel Eylem: Yaptıkları işi eski geleneklerine dayandırmasıdır. Örneğin; Bir çocuğun kendinden büyük kişileri, yaşlıları, aile büyüklerini görünce el öpmesi gibi.
- Duygusal Yöntem: Bir insanın duygularıyla hareket etmesidir. Örneğin; Bir insanın hırslanınca ağlaması ya da sevinçli iken ağlaması gibi.
- Değer Merkezli Eylem; “Değer ve araç” merkezli eylemdir. Örneğin; Parasının başkasına gitmesi akıllıca bir iş değildir ama Allah’ın rızasını kazanacağını düşündüğü için parasını verir.
- Amaç Merkezli Eylem; İnsanlar değerlerine aykırıda gelse kâr elde etmek için değere aykırı davranabilmektedir.
Kapitalizm ne için var?
Genel görüş kapitalizmin teknolojik gelişmelerin, özellikle de buhar gücünün keşfinin bir sonucu olduğudur. Fakat Weber daha ilginç bir fikir ortaya atmıştır. Kapitalizmi mümkün kılan bir dizi dini fikir. Kapitalizm Protestanlık tarafından oluşturulmuştur ve özellikle de Kalvinizm tarafından. Weber 1905’te yayımlanan Protestan ahlakı ve kapitalizmin ruhu isimli eserinde niçin Protestanlığın kapitalizm için çok önemli bir adım olduğundan bahsetmiştir.
Weber, erken dönem Protestanlık üzerine yazılarında, bu ekonomik değerler ile Protestan reformasyonundan sonra ortaya çıkan daha Püriten mezheplerin -Kalvinistler, Lutherciler ve Methodistlerin- değerleri arasındaki güçlü benzerliklere dikkat çeker.
Katoliklik, yoksulluğu kurtuluşa giden yol olarak görür ve cennetin öte dünyada olduğunu düşünürken; Püritanizm, kişisel zenginliği Tanrının inayetinin bir göstergesi ve kurtuluşu önceden alınlarına yazılmış bir azınlığın gözle görülür sembolü olarak ilân etmiştir. Sıkı çalışan ve zenginliklerini artıran Kalvinistler kendilerini seçilmiş azınlık olduklarına inandırmaya çalıştılar ve böylece kâr güdüsü, lânetlenmişlik korkusundan; psikolojik kurtuluş anlamına gelmeye başladılar. (Katolik lanetlenmişlik duygusu: Siz kirli doğdunuz) Kalvinistlere göreyse eğer kâr etmeyi amaç ederseniz kurtulursunuz. Yine de, bu zenginlik çarçur edilmeyip saklanmalı ve kazancı artırma aracı olarak ve Tanrıyı daha fazla yüceltmek için yatırıma dönüştürülmeliydi!
Bütün bunlar, kapitalist ruh için temel önemdeydi. Katolik kilisenin lüks ve savurganlıklarının aksine, Püritenler idareli ve tutumlu davrandılar, her türlü hazzı reddettiler. Harcamaktan ziyade tasarruf arzusu Sanayi Devriminin gelişimi için oldukça önemli olan yatırım ruhunu yarattı.
Weber’in bu örneklemlerine İslam’ı dahil edersek ve olayı İslam’daki “bir lokma bir hırka” anlayışıyla karşılaştırırsak; İslam’ın kapitalistleşmeyi yahut zenginleşmeyi engelleyici bir tarafının olduğunu düşünebilir miyiz?
Bir lokma bir hırka meselesi tarihin belli bir döneminde yaşanmıştır, bunu tüm Müslüman tarihine yayamayız. İslam toplumlarının zenginleşmeyi engelleyici, kapitalistleşmeyi engelleyici İslam’dan kaynaklanan emirlerle karşılaşma söz konusudur.
Ancak temel sorulardan biri şudur: Biz kapitalist olmak zorunda mıyız? Herkes daha fazla üretmek daha fazla zengin olmak daha fazla mal-mülk sahibi olmak zorunda mı? Kelamcılar bunu iyi tartışmalıdır.
- Evet, doğru fakirlik iyi bir şey değildir. Hz. Peygamber zenginliği övmekte ve zengin olmayı gerçekten istemektedir. Sosyolojik olarak şu da bir gerçektir: Batının içinde bulunduğu durum budur. Almanya, Amerika zengin bir ülkedir. Kişi başı gelirleri yüksektir, fakat asgari ücretle çalışanlarına sorduğun zaman kendilerini fakir hissetmektedirler. Toplumsal tabakalaşma dediğimiz alt, altın altı, altın üstü, üst, üstün üstü mecburen olacaktır. Kişi başı gelirin 500 dolar olduğu ülkelerde de kendisini zengin hissedenler var. Amerika’da da zengin hisseden var. Fakir ülkede de fakir hisseden var. Amerika’da fakir hissedenler var. İkisini karşılaştırdığınız zaman Amerika’daki adam kişiye fakir gelmeyebilir ama o kişiye sorduğun zaman ulaşamamanın verdiği manevi bir çöküntüyle o kendini fakir hissetmektedir. Dolayısıyla Müslümanın dinen kapitalist olmak zorunda değildir, ancak zenginlik teşvik edilmiştir ve zengin olunması için gayret sarf etmek zorundayız.
- Sosyolojik olarak zenginlik, eşit miktarda ve sınıfsal anlamda ortadan kalkacak bir durum da değildir. Dünyaya karşı tavır noktasında Müslümanların zaman zaman özellikle bir lokma bir hırka meselesi bütün zamanı kapsayan bir şey olarak algılanıyor ama bu yanlış bir bakış açısıdır. Bu fikir Moğol istilası zamanın da ortaya çıkmıştır, tarikatların yoğunlaşması da Moğol istilası sonrasında ortaya çıkmıştır. Böyle bir durumda yokluk var olduğu için ‘Bir lokma bir hırka’ demişlerdir. Bu zorunluluktan kaynaklanmış bir durumdur. Din kendi işlevselliğini burada üretmektedir. Her toplumda dini miskin ve ruhban yorumlayan insanlar vardır. İslam’da da zahitliği bu çerçevede ele alarak yorumlayanlar tarihin her döneminde vardır. Toplumsal hadiseye bakarken toplumsal hadisenin hangi zeminde ortaya çıktığını bilmemiz gerekmektedir. Toplumsal temele ‘bir hırka bir lokma’ meselesinin yayılması dinin kendisini toplumsal işlevde üretmesinden kaynaklanmıştır. Zengin olma ihtimalin yok, bir lokma bir hırkaya katlanmazsan ikinci bir lokman yoktur. Yoksa bu durum İslam böyle emrettiği için olmamıştır. İslam tasarrufu, tutumlu olmayı emretmektedir. Bunun yanında cimri de olmayın demiştir. İslam’ın nesnel ilkesi dengeli olmaktır. Öznel ilkesi bizim durumumuz bizi ilgilendirir, ben sadece sahip olduklarımla dengeli olmalıyım. Nesnellik ve öznellik ilkesi arasında hem nesnel açıdan, hem olaylara yaklaşım açısından farklılıklar vardır. Bir lokma bir hırka meselesi öznel bir yaklaşım göstermektedir.
Protestanlık suçlu hissetmemize neden oluyor
Weber incelemesinde: Katoliklerin görece olarak daha kolay bir hayatları olduğunu söyler. Katolikler suçlarını düzenli olarak itiraf edebiliyorlar ve rahipler tarafından günahlarından arındırılabiliyorlar. Fakat bu tür bir arınma yalnızca tanrının affetme gücüne sahip olduğuna ve mahşer gününe kadar gerçek niyetini görünür kılmayacağına inanan Protestanlar tarafından kabul görmez. Weber Protestanların mahşer gününe kadar kaygıyla yüklenmek ile birlikte yaşam boyunca her şeyi gören fakat sessiz bir Tanrıya erdemli olduklarını kanıtlamaları gerektiğini dile getirmiştir.
Weber Batı kapitalizminin gelişimini Doğunun gelişimiyle, özellikle benzer ekonomik koşulların varlığına rağmen kapitalizmin ortaya çıkmadığı geleneksel Çin ve Hindistan’daki ekonomik gelişimlerle karşılaştırır. Protestanlığın aksine, Doğu dinleri ne dünyevî çıkarları ne de maddî kazançları teşvik ederler. Onlar daha ziyade öte dünyayı ve bireyin manevî uyumunu maddî hayatın üzerine yerleştirirler.
Tanrı sıkı çalışmayı sever.
Weber’e göre Protestanlığın suçluluk duygusu sıkı çalışmaya takıntılı bir şekilde bağlı olmaya çevrilmiştir. Weber’in Protestan iş ahlakı dediği şey budur. Adem’in günahları yalnızca sürekli olarak çalışarak silinebilirdi. Rastlantısal olmayan bir şekilde Protestanlığın tatil günleri ve bayramları oldukça azdır.
Protestanlar tasarruf ve yatırıma yöneldiler ve kişisel kazanç için değil, dinsel kurtuluş amacıyla kârı hedeflediler. Onlar kendilerini sıkı çalışmaya ve sermaye birikimine adadılar. Ve onlar Tanrı’nın gözünden düşmemek için dinlenemez veya tembellik yapamazlardı. Tanrı’nın gazabına uğramamak için, günah işleyemez, kumar oynayamaz veya sefahat hayatı sürdürmezlerdi.
Weber’e göre, kapitalist ruh bir para kazanma biçimi değil; bir yaşam biçimi, kültürel ve ahlâkî bir kurallar, görevler ve yükümlülükler bütünüdür. O sürekli yatırım ve yeniden yatırım gerektiren ekonomik hayatın ve iş hayatının belirli bir hedefe kilitlenmiş ve biteviye bir uğraşıdır. Sermaye birikimi ve kâr arayışı, böylece, açgözlülük ve para tutkusundan ahlâkî bir ilkeye ve Tanrı’nın inayetinin bir işaretine dönüşür.
Tanrı boş zamanı sevmez.
Tüm işler kutsaldır
Katoliklik kutsal uğraşlarını: rahip, keşiş ve rahibelerin eylemleri ile kısıtlanmıştır. Fakat Protestanlar için herhangi bir iş tanrı için yapılabilirdi. Fırıncılık ya da muhasebecilik gibi işlerde dâhildir. Bu anlayış tüm çalışma alanlarına yeni bir manevi enerji ve ciddiyet kattı. Protestanlar kalkınma ve zenginleşme açısından başka ülkelerden daha üst seviyededirler. Ve Türkiye, Çin gibi ülkeler Protestan iş ahlakı ile ahlakı ile ahlaklanarak gelişmişlerdir.
Kutsallık vererek işi yapınca sizin için sonuçları daha bereketlidir. Bir işi şevk ile yapmak kritik bir iştir. Mesela Kilise’nin söylediği işi Kilise için yapmak daha önemlidir.
Önemli olan bireydir, aile değil.
Katoliklik ve İslâmiyet gibi büyük ölçüde yapılaşmış ve kolektivist dinler bireyi bütünün iyiliği için ikinci plâna iterlerken, Protestanlık çok daha bireyci ve demokratikti. Protestanlar, Papalığın otoritesini ve rahiplerin gücünü desteklemek yerine, bireysel kurtuluşu ve Tanrıyla aracısız konuşmayı teşvik ettiler.
Geleneksel dinler inanç, ibadet ve hatta büyüye dayanırken, Protestanlık çok daha rasyoneldi, mantıktan yoksun ritüellere ve tüm irrasyonel açıklama biçimlerine karşıydılar. Weber’in Protestan ahlâkı düşüncesi, bu nedenle, büyüye dayalı veya çileciliği öven yahut Protestanlık gibi öte dünyacı dinlerden farklı olarak, Protestanların kurtuluşunun nihayetinde bireysel davranışa ve bu dünyada, bir başkasında değil bu âlemde Tanrı’yla iletişim kurmaya dayandığı düşüncesine dayanır.
Katolik inanca sahip ülkelerde aile her şeydir. Hala da çoğu durumda böyledir. Fakat Protestanlar aileye daha az iyimser bir bakış açısı getirmiştir. Aile bencil ve egoist güdüler için uygun bir alana sahip olabilirdi. İlk Protestanlar için kişinin özgecil enerjisini herkesin adalet ve kıymetinin olduğu tüm topluluğa yönetmesi gerekmektedir.
Protestanlar aileyi öncelemezler çünkü ailede uygulamada bir sorun göremezsin evlenmek istediğinle evlenebilir, boşanmak istediğinle boşanabilirsin, evlenmesen de olur gibi bakmaktadırlar. Katolikler öyle değildir. Protestanların evlilik ya da aileye önem vermiyor olmaları topluluk ruhunu önemsediklerinden değildir, bireyselliğin artmasından kaynaklanmaktadır. Önemli olan bireydir. Bireyler daha özgürdür. Kiliseye istedikleri zaman gidebilirler. Aile aksine insanları bağlamaktadır, sıkılaştırdığınız zaman ailenin değer hiyerarşisi ve amaçları bireyi tutsak etmektedir. Bireyin kendisini geliştirebilecekleri yönünü aile törpülemektedir. Aile demek topluluk demektir.
Tanrı ile ilişkiyi de bu dünyada kuracağız ne yapacaksak bu dünyada yapacağız. Birey merkezli, bireysel bir dindarlık, bireysel bir din, bireysel tanrı ile ilişki vardır. Kiliseyi aradan kaldırıp Tanrı ile direk bir ilişki kurmak istiyorlardı ve özellikle Amerika’da bunu yaptılar. Ama Avrupa’da din kalmadı.
Mucize diye bir şey yoktur
Protestanlık ve bilimsel Kapitalizm zamanla mucizelere sırtını dönmüştür. Weber buna “dünyanın hayal kırıklığı” demektedir. Mutluluk gizemli bir şekilde Tanrı tarafından buyrulmuş bir şey olarak düşünülmemeliydi. Mutluluk yalnızca metotlu olarak düşünme ve dürüst olarak hareket etmenin, çalışkanlıkla ve duyarlı bir şekilde uzun süreler boyunca çalışmanın sonucu olabilirdi. İnanılacak mucizeler olmayınca açıklama bulmak ve bilimsel araştırmaları keşifleri ve zamanla büyük teknolojik ilerlemeleri destekleyen değişimler için insanlar yüzünü bilime döndü.
Weber’e göre bu beş faktör bir araya gelerek kapitalizmin kök salması için katalizör etkisi gören en önemli içeri oluşturuyorlardı.
Marx dinin kitlelerin afyonu olduğunu, yani kapitalizmin korkunç yanlarının pasif bir şekilde kabul edilmesini sağlayan bir uyuşturucu olduğunu öne sürmüştü. Fakat Weber bu görüşü tersine çevirerek insanların kapitalizmi dinden dolayı katılmadıklarını, dinin bir sonucu olarak kapitalist olduklarını öne sürdü.
Mutluluğu çalışma ile elde edersin demektedirler. Ama bunu başaramamışlardır, çok fazla anti-depresan içmektedirler. Burada şunu örnek verebiliriz, iman ve salih ameli Allah ayetlerinde öncelemektedir. Burada Salih ameli namaz kılmak olarak yorumlarsan namaz kılmayanı sopalarsın ama üretmek olarak anlarsan dünya çapında büyük işler yapabilirsin. Burada algı farklılığı vardır. Katolikler dini başka bir şekilde algılar. Dini ve mutluluğu toplum bazında algılamaktadır, Protestanlar bunu bireysel olarak algılar, imanımız gereği çalışmamız lazım olarak algılamaktadır.
Kapitalizmi dünya çapında nasıl geliştirirsin?
Bugün dünyada kapitalizmin iyice gelişmiş olduğu 35 ülke bulunmaktadır. Fakat geri kalan 161 ülkede Kapitalizm hiç de iyi bir şekilde işlememektedir. Bu durum muamma ve sıkıntıların kaynağıdır. Dünyanın zengin ülkelerinden milyarlarca dolar her yıl fakir ülkelere yardım olarak gönderiliyor. Fakat Weberyen bir inceleme bu materyalist müdahalelerin hiçbir zaman işe yaramayacağını söyleyecektir. Çünkü öncelikle sorun materyal olan değildir. Weber’e göre bazı ülkeler kapitalizmi ile başarılı olmaktadırlar. Çünkü yeterince kaygılı ve suçlu hissetmemektedirler. Mucizelere çok fazla güvenmektedirler. Şu an kutlama yapmaya yarın için yatırım yapmaya tercih etmektedirler.
Ve topluluktan kendi ailelerini zenginleştirmek için çalmak kabul edilir bir durumdur; grubu ülkeye tercih ederler. Weber olsaydı bugün kapitalizmi yaymak isteyenlere din ve kültür konusuna odaklanmasını önerdi. İlerleyen ya da bu bocalayan ekonomiyi üreten bir ülkenin davranışları, umutları, hayatı algılayış biçimidir. Weber yoksulluğu azaltmak için fikirler dizisi oluşturmak gerektiğini söylerdi. Weberyen bir incelemeye göre Dünya Bankası ve IMF Sahra altı Afrika’ya para veya teknoloji değil yeni bir bakış açısı vermelidir.
Dünyayı nasıl değiştirebiliriz?
Ülkelerin değişmesinde fikirlerin aletler ve paradan çok daha önemli olduğunu hatırlatmaktadır. Weber’in bu araştırması oldukça önemlidir. Weber’in kılavuzluğu ile şahsi olmayan, harici güçlerle eleştirdiğimiz şeylerin aslında tümüyle içimizde olan ve hatta yönlendirilebilecek bir şeyle yani kendi aklımızla ve düşüncelerimiz ile ilişkili olduğunu görüyoruz.