“LAİK” VE “SEKÜLER”İN POLİTİK TEOLOJİSİ
Zeynep KATMER- zeynepktmr@hotmail.com
Yaşadığımız toplumda laiklik ve sekülerlik kavramı tam anlamıyla oturmadığı için sıfat olarak kullanılmaktadır. Bu çalışmada “Politik Teoloji” kavramı ise Carl Schmitt’in kullandığı anlamda kullanılacaktır. Schmitt, modern siyasetin temel kavramlarının teolojinin sekülerleşmiş hali olduğunu söyler. Devlet tanrıdır, yurttaş mümindir. Politik teolojide, teoloji alt yapı diğerleri üst yapıdır. Ekonomi, siyaset, eğitim gibi unsurlar din ile ilişki içerisindedir. Carl Schmitt’in “politik teoloji” kavramını Karl Marx “politik ekonomi” olarak adlandırmaktadır.
Karl Marx’ın teorisinde ekonomi toplumun alt yapısıdır ve her şeyi belirlemektedir. Üst yapıda olan din, siyaset vs. hepsi ekonomiye göre belirlenir. Toplumun diğer kurumları bir kurumun egemenliği altındadır. Bu indirgemeci yaklaşım olarak adlandırılır. Ancak bu her zaman doğru değildir. Teoloji ve ekonominin aynı ve eşit oranda etkilediği süreçler olabilir. İkisinin de müdahil olduğu ve bütün toplumsal kurumların birbirini etkilediği süreçler olabilir. Zaten toplumsal değişme dediğimiz şey de karşılıklı ilişkiler içerisinde süregelen bir süreçtir.
Politik olan teolojik olana ikamet eder. Bir toplumda seçmenlerin büyük bölümü politik kararlarını teolojik alandaki pozisyona göre alıyorsa o toplum “politik teolojik” toplum olarak adlandırılır. Carl Schmitt’e göre modernlikte bile teolojik olanla politik olan arasında düşünüldüğü gibi bir fark yoktur. Modernlikte kopuştan çok süreklilik olduğunu varsayarsak politik teolojik perspektif modern siyasal ideolojileri “seküler dinler” olarak tanımlar. Böylelikle ideolojiler dinlerin seküler formları olarak anlaşılabilir. İdeolojilerde dinden farklıolarak ceza ve mükafat dünyaya inmiştir. Sekülerleşme cennetin dünyevi şekilde yaşanmasıdır, bu da dünyada zenginleşmek demektir. Politik teolojiyi anlamak eski dinlerle modern ideolojiler arasında bağlantı kurmayı gerektirir. Yaşamı anlamlandırmada ideolojiler ve dinler arasında bir geçişkenlik söz konusudur. Teolojik olanla politik olan arasında sıkı bir bağ vardır. Bu bağın ilişkisinin kavramsallaşmasında “laik” ve “seküler” kavramı önemli bir rol oynar.
Laiklik ve sekülerlik eş anlamlı kavramlar değildir, farklı eksenlere ait kavramlardır. Laikliğe dikey eksen deniliyorsa sekülerlik yatay eksendir. Laiklik devletlerin sıfatı olup siyasal bir kavramdır. Sekülerlik ise toplumsal bir kavramdır. Laiklik kişiler için kullanılmaz bilakis devletler için kullanılır. Kişiler laik olmak zorunda değildir, devlet de seküler olmak zorunda değildir. Çünkü ikisi farklı kavramlardır. Laiklik dinlere karşı nötrleşmektir. Sekülerlik ise bu dünya için yaşamaktır, dindarlık içinde dünyevi olanı uhrevi olana tercih etmektir.
Kişiler laik olmamakla itham edilemez ancak kişi devletten laik tutuma sahip olmasını talep edebilir. Laiklik sıfatını taşıyan devletin yurttaşının politik teolojik tercihine nötrleşebilmesi gerekir. Bu anlamda devletin laik olması kişilerin tercihleri değil devletin tutumudur. Devletin laik olabilmesi için toplumunun seküler olması gerekmez.
Türkiye tecrübesinde laiklik ve sekülerizm zıt anlamlı kavramlardır. Laisizm devletin sıfatı olmak yerine siyasal bir ideolojiye dönüşmüştür. Muhafazakarlık, liberalizm, milliyetçilik, sosyalizm gibi modern bir siyasal ideolojidir. Bu dindarların inançlarını nasıl yaşaması gerektiği tanımlanarak yapılmıştır. Bir anlamda laiklik, dikey eksenden yatay eksene taşmıştır, devlet eliyle siyasallaştırılmıştır. Laikliğin dikey eksende kalmaması devamlı yatay eksene dahil olması Türkiye’de dinin siyasallaşmasına sebep olan en temel şeylerden biri olmuştur.
İslamcılık uluslararası bağlamda incelenmesi gereken bir kavramdır. Ancak Türkiye’de laikliğin aşırı siyasallaşmasına bağlı olarak gelişmiştir. Devletin sıfatı olması gereken “laiklik” siyasallaşınca dindarlık da siyasi bir kimlik kazanmıştır. Bu anlamda siyasetle din alanlarının ayrımını yapmak çok mümkün olmamaktadır. Bu durum Türkiye’nin politik teolojik yapısına özel bir durumdur.
Siyasal laiklik uzun bir süre toplumsal sekülerleşmeye ket vurmuştur. Türkiye’de “vesayet” kavramının işaret ettiği anlamda kamusal filtreler oluşturmuştur. Mesela kamusal alanların baş açık girilebilecek yerler olarak tanımlanması bunun en önemli örneklerinden biridir. Bu durumda “koşullu yurttaşlık” anlamına gelen bu filtreler, Türkiye’de dindarlığın sosyolojik anlamda cemaatleşerek kalmasına ya da kamusal alan zorlandığında dindarlığın siyasallaşmasına sebep olmuştur. Bu çeşit laikleştirme ısrarı sebebiyle sekülerleşme gerçekleşememiştir.
Türkiye’de 80’lerden sonra yaşanan değişim İslam’ın yeniden uyanışı değildir. Bu dönemde zaten dindarlar ve başörtülü kadınlar vardır. Yeni olan şey, baş örtüsünün ve dindarlığın kamusallaştırılmasıdır. Dindarlığın, politik ekonomik olarak yükselmesidir. Bu durum sekülerleşmeye aykırı değildir bilakis sekülerleşme kavramının haklılığıdır. Türkiye’de İslamcılık aslında bir sekülerleşme sürecine tekabül eder. Kemalistler ve İslamcılar dindarların yaşadığı sosyal mobiliteyi sekülerleşme olarak adlandırmazlar. Çünkü Kemalistlere göre inançlı olmak sekülerleşmeye bir engeldir, İslamcılara göre de inançlı kimse sekülerleşemez. Kemalistlik laikliğin siyasallaşmasıdır, İslamcılık da dindarlığın siyasallaşmasıdır. Aslında dindarlığın siyasallaşması zaten bir sekülerleşmedir. Çünkü iktidara gelmeden dindarlığın yaşanamayacağı düşüncesi dindarları hem siyasallaştırmış, hem sekülerleştirmiştir.
Türkiye’de sınıflar uzun bir dönem ekonomik-politik şeklilde değil, politik-teolojik şeklde yığılmıştır. Türkiye’nin politik teolojisi laisizm ve İslamcılık arasındaki gerilim üzerine inşa edilmiştir. Son yıllarda yaşanan hızlı değişimler, dindarların iktidar ve güçle tanışması toplumun karşılaştığı yeni bir tecrübedir. Teo-politik açıdan sınıfsallığın izlerini burada görürüz. Geniş anlamda bu yaşananlar sekülerleşmedir. Klasik kurama göre örneğin Weber’e baktığımızda sekülerleşmede çalışmanın kazanmanın, biriktirmenin ibadete ikame ettiğini görürüz. Bu anlamda klasik kuram yanılmamıştır. Türkiye’de olan tam anlamıyla budur. Protestanlaşma da sekülerleşmedir. İslamcılar sekülerleşme kavramını Batılılaşma olarak anladığı için bu kavrama soğuk bakmışlardır. Bunun yerine bir kısmı son zamanlarda yaşanan bu değişimleri ‘Protestanlaşma’ olarak da adlandırmıştır.
Türkiye yaşanan gelişmeler Karl Marx’ın teorisi olan ekonomik-politik topluma doğru gittiğimizi göstermektedir. Eskiden dindar olan insanla, dindar olmayan insan arasında her anlamda büyük bir yaşantı farklılığı vardı. Bugün görüyoruz ki bu sınıfsal bir farklılığa tekabül etmektedir. Günümüzde aynı ekonomi-politik sınıfa ait iki kadın, aynı markaları kullanıyor aynı yerlerden alışveriş yapıyor. Aralarındaki tek fark ise birinin başının açık diğerinin örtülü olması. Bu anlamda ekonomi-politik ile politik-teolojinin yer değiştirdiğini görüyoruz. Sekülerleşmenin çok dindar, az dindar ve dindar olmayan arasındaki farklı azalttığını görüyoruz. Politik teoloji açısından din ile siyasetin arasında her zaman organik bir ilişkinin var olacağı görülmektedir. Ancak Türkiye’de siyasal laikleşmenin toplumsal sekülerleşmeyi engellemiş olması din ile siyaset arasındaki mesafeyi azaltmıştır. Devlet laiklik ilkesiyle, din ve siyaseti birbirinden ayırmaya çalışmıştır ya da kendisine göre dini kontrol etmenin tek yolu olarak bunu görmüştür. Sonuç olarak ise din ile siyaset birbirine daha çok yakınlaşmış hatta devleti kontrol edebilir hale gelmiştir.