Marifet Divanı AkademiMarifet Metinleri

KUTSALIN GEÇİRDİĞİ BAŞKALAŞIMLAR / DARYUSH SHAYEGAN (MELEZ BİLİNÇ)

SÜMEYYA ORTAKAYA ortakayasmyy@gmail.com

KUTSALIN GEÇİRDİĞİ BAŞKALAŞIMLAR / DARYUSH SHAYEGAN (MELEZ BİLİNÇ)

 

Kutsal olgusu yüzyıllardan beridir insan ruhunda derinlemesine yer etmiş ve beklenmedik şekillere bürünerek ortaya çıkadurmuştur.  Din dediğimiz şeyin içindeki büyü muska gibi şeyler de kutsala dahildir kişi bu tarz şeyleri kutsala dayandırarak yapmaktadır. Dinin genel tanımı ‘’Din kutsalın tecrübesidir’’ şeklindedir. 12. Yüzyılda ilahi aşk olgusunun analizlerini en ileri seviye vardıranlardan Biri Fars mutasavvuf Ruzbihan Bakılli Şirazi’dir.

Ruzbihan Bakılli Şirazi İran’da Şiraz yakınlarında küçük bir kasaba olan Fasa’da 1128 yılında doğmuş ve 84 yaşında vefat etmiştir. Bu mutasavvufun tipik bir Fars ismi vardır. Ruz ‘gün’ Bi ‘mutlu’ gibi unsurları barındıran ‘’günü kolaylaştıran, işi rast getirilen’’ anlamına gelen bir kelime oluşturur. Ruzbihan tasavvufta tecrübelerini ve baş döndürücü keşiflerini dile getiren ve aralarında Keşfü’l Esrarın’da bulunduğu hatırı sayılır eserler bırakmıştır. Bütün kitaplarını ve ciddi bir coşkunun sesini duyurduğu şahsi bir dille yazmıştır. Öyle ki bu coşkunluk dili kitapların okunmasını her zaman kolaylaştırmaz. Mutasavvıfların derin dini tecrübeleri başka insanlar tarafından anlaşılamayan Tanrı-insan ilişkisidir.  Derin bir dini havza tasavvur edecek olursak o havza’ya sadece mutasavvıflar inebilir. Normal insanların inmesi beklenemez. Ruzbihan’ın diğer türlü eserleri arasında Ebrehu’l-Aşıkın ve Şerh-i Şathiyat’ da vardır (Şathiye terim olarak; manevi coşkunluk anında söylenen vahdeti vücut anlayışına dayalı olduğu halde zahiren şeriata aykırı gibi görünen taşkın ve rumuzlu söz veya şiirlerdir. Aynı zamanda Bektaşilerin de kullandığı dini tecrübenin şeriat sınırı içerisinde olmadığını beyan etme için kullandıkları bir tanımdır). 

Ruzbihan kutsalın bütün karşıtlamalı yönlerini yoğun bir biçimde yaşar. Bunu ruhunun en derinlerinde tecrübe eder. Peygamberi, Cebraili görür. Hızır’la karşılaşır ve aynı İbn Arabi gibi onun müridi olur. Öyle ki Hızır onun varlığı ile ilahi ve karşılığı arasındaki bağın yani yaşam kaynağının simgesidir. “Hızır’ı gördüm bana bir elma verdi, bir ısırık aldım hepsini ye dedi, o zaman ağzım kendiliğinden açıldı ve bütün o nur ummanı içimi doldurdu, içmediğim tek bir damlası kalmadı.” Gibi örnekleri eserlerinde görmek mümkündür. Alevilerde elma kansız kurbanlara girer. Elma kesmek kurban kesmek gibidir bu durumu da Hızır ile bağlarlar. Hızır Aleviler ve Cafeler için önemli bir argümandır. Bizler bu konuda net bir yorum getiremiyoruz, çünkü Kur’an’daki Hızır örneğinde şeriat dışı bir örnek anlatılıyor Hızır kıssasını Kur’an’da anlatılan haliyle anlarsak bu bir Sünnetullah kanunudur der ve rasyoneli Allah askıya alabilir gözüyle inceleriz. Tamamen dini rasyonel bir bakış ile anlarsak ve Sünnetullah’ı görmezden gelirsek bu çok uç bir düşünce çemberi olacaktır. Muhammed Abduh gibilerin de bu tür ayetleri tuhaf yorumlamaları dini ile bir çatışmaya sebebiyet verecektir.

Ruzbihan imgelerle düşündüğü için dili son derece muğlak, müphem ve simgeseldir. Bu algının organı etkin hayal gücüdür. Henry Corbin, ruhların bedenlenlendiği, bedenlerin ruhlaştığı ‘alemi misali’ tasvir etmek için ‘imanigal’ terimini üretmiştir. Dolayısıyla imanigal, timsalleştirme düzeyidir. Zaten Arapça ‘misal’ kökü üzerine kurulan kavramlar buna oldukça elverişlidir. Örneğin temsil timsalleştirmeyi, temessül ise duyuyla algılanabilen şeyi simgeleme olarak tanımlar.

Ruzbihan, bütün eserlerinde ‘İltibas’ konusu üzerine, yani aynı anda hem olup hem olmayan üzerine, Tanrısal erişilmez aşkınlığı ile tecessüm etmiş halini bir nevi insanbiçimcilik arasında asılı kalan farklı bir boyut üzerine işlemiştir. İltibas Tanrıyı cisimleştirme ile onun aşkınlığı arasında ince bir çizgi arasında durmayı ifade eder. Mutasavvıfların Tanrı-insan arasındaki ilişkiyi vahdeti vücut olarak görmesi onların bu çok ince olan çizgide yürümelerinden kaynaklanır. Bu süreçte Allah’a izafe etmeleri sıkıntılı bir durumdur. Vahdeti vücut kavramı ile mutasavvıflar İnsan-Tanrı-Alem birliğinin varlığını dillendiriyorlar ve zahiren bakıldığında tehlikeli bir sınırdır. O halde iltibas münasebetlerin bütünüyle yön değiştirdi o çift anlamlılığın birleşme noktası olan bir çehre değişikliğini ifade eder.  Yani lafza sadıkların soyut tek Tanrıcılığı ile şirk koşanların insan biçimciliği arasına yerleşir. Ve ne gerçekliğini aştığı suretiyle birleşiktir ne de dünyayla arasındaki Tanrı görünümlü bağdan kopmuştur.

Ruzbihan aynı zamanda ‘Şeyh-i Şattah’ yani şathiye yazanların şeyhi diye tanınır. Şathiye sözcüğü; taşkınlık, vecd halinde söylenen söz diye tercüme edilmiştir. Luis Massignon bunu ‘’Tanrı duygulu deyişler’’ diye tercüme etmiştir. 10. Yüzyılın ünlü Fars mutasavvufu Ebu Nasr Sarrac Tusi, vecd halindeki mutasavvıfların kullandıkları tuhaf deyişlerin dinleyenleri derinden şaşırttığı, hitap ettiği kimseleri sersemletmeden iletişim kuramadını söyler. Ruzbihan’a göre ise şathiye, gönüllerin en derilerini coşturan hareketlerden doğar. Vecd esnasında ruhları harekete geçer, içleri kaynamaya başlar, dilleri çözülür ve bu sözler onlardan sadır olmaya başlar. Bu şaşırtıcı sözler aynı anda iki anlama gelir, o sözleri telaffuz eden kişinin dinleyiciler tarafından ayıplanıp kınanma riski vardır. Bu Tavır onu fıkıhçıların ve lafza sadıkların zahiren dinine cüretkarca bir meydan okumaya ve sofu dindarlarla resmi dini temsilcilerinin gözlerinin önünde kutsallığa hakaret eden bir bir kafir yerine konulmaya ittiği için de şahsen bir paradoks veya bir şathiye haline gelir. 14. yüzyılın ünlü Fars şairi Şirazlı Hafız’ın deyişiyle, ilham sahibi kişi bir ‘serbest-meşreb’ haline gelir. Hafız’ın bu özgürlük görüşü bizim dönemimizde Taliban’ın ve en radikal islamcıların ideolojilerine ters düşecek ve bu hoşgörüsüz fanatik düşünce biçimlerini en Zorlu eleştirmenlerinden Biri haline getirecekti. Hafız’a göre Hakikat, bizim iyilik ve kötülük kategorilerine sığdırılamayacak bizleri vaizlerin coffe öğütleri ve yetim indirmeyecek derecede paradoksaldır. Yargılayıcıların yavan yasaklarına indirgenmeyecek derecede isyankardır. 

Gelelim Ruzbihan’ın üç konusu ve bunların ontolojik, söylemsel ve antropolojik diye tanımlayabileceğimiz üç düzeyi modern zamanlara oturtulursa hangi başkalaşımlara maruz kalırlar? 

Varlık bize hala iltibas gibi mi gösterir kendini?

Bizde İran mutasavvuflarının anladığı anlamda Melametin’in ve Rind’in paradoksal statüsünü mü cisimleştiririz? Martin Buber şöyle diyor bize: “Güneş tutulması, güneş ile gözlerimiz arasında vuku bulan bir şeydir; güneşin kendisinde değil.” Başka bir deyişle kutsal mefhumu en azından inananlar için karanlıkları örten perdelerin ardından el değmemiş kalır. Fakat bu perdeler nelerdir ve bizim dünyayı kavrama tarzımızı nasıl koşullandırırlar?  

Ruzbihan, her şey yerli yerinde olduğu harikulade biçimde hiyerarşikleştirilmiş bir dünyada yaşıyordu. Bir Mısır piramidi gibi hiç değişmeden kalmış olan bu dünya, modernliğin istikrarsızlık yaratan darbeleriyle çökmüştür. Freud; modern insanın hakikat algısını tepeden tırnağa allak bullak eden üç temel darbeye maruz kaldığını bildirir, bize. Bunlardan birincisi, artık sabit olmadığı için kâh Hegel ile birlikte tarihsel-tinsel bir süreç olarak, kah Darwin ile birlikte doğal ve biyolojik süreç olarak, kah Marx ile birlikte sosyal-ekonomik bir süreç olarak hareket eden dünyanın merkezinin artık kendisi olmadığını öğrenmesini sağlayan ‘kozmogonik’ darbedir. Bunlar içinde biyolojik darbenin sonuçları daha travmatik olmuştur. Soyunu Peygamberlere ve mitolojik zamanların Tanrılarına dayanmadığını öğrenip, insanımsı maymunların soyundan geldiği ve de dünyanın temelinin artık aklın doğal ışığı değil de en uygun olanın hayatta kaldığı bir ayıklanma ile iş gören kör bir tabiat olduğu kafasına dank etmiştir insanın. En sonunda psikolojik darbe ile de “benliğinin artık kendi evinin efendisi” olmadığını, bilinç dışı, akıl dışı kuvvetlerden oluşan bir okyanusun üzerinde gezindiğini ve “tarih” diye adlandırma alışkanlığında olduğu şeyin ise ilkel ve birbiriyle uzlaşmaz içgüdülerin çarpıştığı yürekler acısı bir durumdan ibaret olduğunun farkına varmıştır.

Bu dünyanın röntgenini çekmek için didinip durduğumuz vakit kargacık burgacık yazılarla dolu parşömen kağıdında aslında hiçbir şeyin yok olmadığının farkına varırız. Eş zamanlılık, ard ardalığın yerini almıştır. Kutsalın geçirdiği başkalaşımlar geleneklerin, bireylerin, kültürlerin keyfince çeşitlenir ve her kişi bir ‘sınır geçirici’ haline gelir. Arayışı korumuşuzdur fakat aradığımız artık sadece kutsal kase değildir. Üstelik bu arayış insanların manevi müdahalelerine göre değişikliğe uğrar; kah Budizmdeki ruhun sınırsız göçler çemberi olan Samsara, kah Vedanta’daki dünyanın kozmik yanılsaması olan Maya, kah semazenlerin vecd içindeki dansları kılığına bürünür. Bir başka deyişle kültürlerin melezleşmesi ile büyüyen tercih yelpazemiz, zaman ve mekanın ötesinde serüvene çıkmak için yorum bilgisinin dar çemberini kırar. Bu yolculuklar her birimizi çok bireyselleşmiş ve çok özel bir seyyah insan haline getirir. Bununla birlikte zamanın ruhu diye bir şey de vardır. Erich Neumann “Sanat ve Zaman” adlı makalesinde belirli bir dönemde bütün varlıkların özellikle de yaratıcıların aynı ruhla harekete geçip belirli bir yöne doğru hareket ettiklerini ileri sürer. Neumann, yolların bu birleşmesine ‘zamanın ruhu’ adını verir. Dünyanın iki arada-bir deredelik dönemi yaşadığını düşünür. Yok olan bir dünya ve onun küllerinden doğması gereken bir başka Dünyanın olması gerektiğini söyler. 19 yüzyılı sonunun Cezanne, Van Gogh, Picasso gibi büyük yaratıcıları Kahraman bireylerdi. Kaosun karanlık kişilerinden yola çıkarak dünyaya tekrar yaratmaya çağrılı olduklarından arayışları iblise karşı bir kavgaydı. Ama 20. yüzyıl sonu ve 21. yüzyıl başından itibaren dünya, ne dev ne sekeşif sahibi olan yeni bir insan tipine tanık olmamıştır. Bu iki arada-bir deredelik sınırında pişen kumarbazlar başka bir deyişle yalpakçılar (bricoleur) var olmuştur. 

Yalpakçılar, sanat eserleriyle, farklı meditasyon uygulamalarıyla, şark öğretilerinin çeşitli unsurları ile oynayan yap-takçı yeni varoluşsal zeminlere biçim verir. Önünde geniş bir tercih yelpazesi vardır. Bir kültürel sahadan diğerini kayabilir, başka tarihsel belleklerden beslenebilir, buraları kaynak alıp zenginleşir ve kendince bunu sentezini yapabilir. Yaptakçı seçer ve her tarafa saçılmış mevcudiyetlerden, parçaları bir ressam gibi birleştirir bütünü oluşturmaya çalışır. Yaptakçılık en üstün düzenleme sanatı olarak anılır. Yaptakçı bunu çok iyi kullanmayı bilir. Hint-ingiliz ve Latin Amerika romanlarında New-age’i benimseyenler arasında yeni değer borsaları arayışlarıyla bir manevi iklimden diğerine seyahat eden o yeni ruh göçbeleri arasında bunun örnekleri bulunmaktadır. Yaptakçı kendisi ile hem ait olduğu gelenek hem de taşıyıcısı olduğu kültürel dönüşümleri arasına mesafe koyan iki yönlü bir bakışla donanmıştır. Temel ilk örneklerle halelenmiş bir dünyada yaşayan Rind’in aksine, yaptakçı henüz tabiatını bilmediği fakat öncü işaretlerini hissettiği bir hakikatin su yüzüne muhtemel çıkışı ile kaos arasında sıkışmıştır. Tefekküre daldığı, varlığını aştığı olursa bu içe kapanış geleneksel etiğin kuralları uyarınca değil adeta yoksunlaşma yoluyla gerçekleşir. Eğer bir tasavvuf varsa bu tasavvuf negatiftir. Tamama ermişliğin ve iç huzurun o nice nadir nefasetinin tadına eleme yoluyla varır. Özgür insanın modern versiyonu diye tanımlanabileceği ise kesindir.

 

SÜMEYYA ORTAKAYA

ortakayasm

Etiketler
Daha Fazla Göster

Andcenter Editör

Çankırı İli, Orta İlçesi Kalfat Kasabası’nda 1993 yılında dünyaya geldi. İlköğretimi kendi köyünde tamamladı. 2007 senesinde Tevfik İleri Anadolu İmam-Hatip lisesine kayıt oldu. 2011 senesinde Tevfik İleri Anadolu İmam-Hatip Lisesi'nden mezun oldu. Aynı sene Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesine başladı. 2016 yılında Ankara İlahiyat’tan mezun oldu. Aynı sene Ankara Sosyal Bilimler Enstitüsü Din Sosyolojisi bölümünde yüksek lisansa başladı. Yüksek Lisans eğitimini Ankara Yıldırım Beyazit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Din Sosyolojisi Bölümü’nde tamamladı. Şuan aynı enstitüde doktora eğitimine devam etnektedir. Gaziantep ili, Şahinbey ilçesinde 2017-2018 Eğitim-Öğretim yilinda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenliği görevini yaptı. Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Sosyolojisi Anabilim dalında Arş. Gör. olarak çalışti.Suan Ankara Yıldırım Beyazit Üniversitesi İslami ilimler Fakültesi'nde araştırma görevlisi olarak çalışmaya devam etmektedir.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
Kapalı