HANİF TÜRK GÖK MİLLET- Nuh’un Töreli Torunları
Yazarımız Lütfi Bergen’in 2019 basım tarihli HANİF TÜRK GÖK MİLLET- Nuh’un Töreli Torunları kitabı Türk’ün tarihini Oğuznâmelerde anlatılan açıklama modeliyle izah etme denemesidir. Ele aldığımız kitap, giriş ve 4 bölümden oluşmaktadır. Paradigmanın dayanaklandırılması için;
1.bölüm: Türk’ün Adı, Dini ve Töresi
- bölüm: Türklük ve Malazgirt
- bölüm: Türklük ve Milliyetçilik
- bölüm: Türk’ün Hanif Tarihinin İzinde, başlıkları seçilmiştir.
Paradigmanın amacının stratejik mi, ideolojik mi yoksa tarihi- dini bir kaygıyla mı ele alındığını aktarılan bölümler ışığında anlaşılacaktır. Lütfi Bergen, Türklerin Bereketli Hilal içinde yer alan Anadolu’ya 26 Ağustos 1071 Malazgirt Meydan Muharebesi neticesi girmedikleri, Hz. Nuh’un gemisinin karaya oturmasından itibaren bu coğrafyada yerleşik oldukları tezini savunmaktadır. Bilindiği üzere “Türk Töresi”ni Kutadgu Bilig, Divan-ü Lügat-it Türk veya Şamanizm üzerinden izah eden başka açıklama modelleri bulunmaktadır. Lütfi Bergen, diğer açıklama modellerinden farklı olarak Türklerin bin yıldır Türk İli’nde okuduğu Oğuznâmelerin, Kur’an’da zikredilen Hz. İbrahim’in, Hz. İsa’nın, Hz. Davud’un ve Hz. Peygamber’in (asv) kıssaları ile benzerliğine işaret etmektedir: Oğuz Kağan’ın “hanif dini”ne iman ederek oluşturduğu “tevhid toplumu”nun “töre”sinin kaynağı “nübüvvet”tir.
Diğer taraftan kitaptaki tez, “Anadoluculuk” fikir akımının “Türk Asya’da Şaman idi” söylemini reddetmekte, “Allah katında din İslâm’dır” beyanına dayanarak “İslâm öncesi Türk” şeklindeki kavramlaştırmanın hatalı olduğuna işaret etmektedir. Türklerin tarih boyunca Araplar, Yahudiler ve başka kavimlerden farklı olarak put oymadıklarını, put oyan Türklerin ise Türklüklerini kaybettiklerini dile getiren yazara göre, Budist olan Türklerin “Çinli”, Hıristiyan olan Türklerin ise “Macar” olması, tezinin delilidir.
Lütfi Bergen’e göre “Türk”, “Allah’ın ordusu” olarak yaratılmış, 15.000 yıllık tarihi olan bir “teşkilatlı millet”tir. Yazar Türk’ün teşkilatlanma ve yerleşme düzeninin “üç misaklı millet” olmakla açıklanabileceğini ifade etmektedir. Kur’an’ın beyanına göre Allah beş peygamberden misak almıştır: Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa, Hz. Muhammed (asv). Türkler insanlığın ikinci atası Hz. Nuh’un misakına bağlı kalarak “Allah’ın ordusu” olarak teşkilatlandı ve yerleşme düzeni tesis etti. Türklerin Hz. İbrahim’e iman eden Oğuz Kağan ile misaklarını yenilediklerini ifade eden yazara göre Allah bu milleti Hz. Muhammed’e indirilen misaka teslim olmaları nedeniyle Anadolu’ya varis kılmıştır. “Anadolu’da kimse yoğ iken Türk vardı.”
Lütfi Bergen, paradigmasını temellendirmek için kurduğu sistemini oluşturan yapıları şöyle ele almaktadır:
“Hanif Türk” kavramlaştırmasının dört temel kalıp yargıya yeni bir yaklaşım geliştirmeyi hedeflediğine değinilmiştir: 1) İslâm Öncesi Tarih Paradigması’nın kırılması, 2) “Her Millete Peygamber Gönderilmesi” hakikatinin Türkler için uygulanması; 3) “İslâm Öncesi Tarih Algısı”nda Samî olmayan peygamberlerin izinin aranması (ki bu, yeni bir tarih/antropoloji/ontoloji çalışması demektir); 4) Türklerin ikrahla/kılıçla Müslüman olmadığının beyanı. Lütfi Bergen bu kitapta en temel amacının gerek Türkçülerin gerekse İslâmcıların “eski Türkler Şaman idi” yargısıyla ortaya attıkları iki parçalı tarih zihniyetini kırmak olduğunu belirtmektedir.
- İslâm Öncesi Tarih Paradigmasına Eleştiri: Akademi ve aydın çevrelerindeki “iki parçalı tarih paradigması”na itiraz geliştirmektir. Cuma hutbelerinde “İnned dîne indâllâhil İslâm / Şüphesiz Allah katında din İslâm’dır” (3 Al-i İmran 19) ayetinin kıraat edildiği herkesin malumudur. Buna rağmen bilgi üreten akademik ve epistemik cemaatin yazdığı kitap başlıklarında bile “İslâm öncesi Türk Tarihi” ibaresi kullanılmaktadır. Bu ibarenin Kur’an ve nübüvvet tarihi ile bağdaşmadığı hususunu çalışmasında tartıştığı görülmektedir. “Hanif Türk” kitabının en temel tezi, Müslümanların bakışıyla tarihin “İslâm Öncesi-İslâm Sonrası”şeklinde iki parçalı olarak ele alınmasının tutarsızlık içerdiği hususundadır.
- “Her Millete Peygamber Gönderilmesi” Hakikatinin Türkler İçin Uygulanması: Kitabın kaleme alınmasındaki ikinci gerekçe, tarihi nübüvvetle açıklayan bir ayetin nasıl anlaşılacağı sorusuna cevap arayışıdır.
“Tarih Sümer’de Başlar” teorisinin çöktüğünü, Misak verilen peygamberler ve Türklerin töresiyle bağdaştığını açıklayarak belirtmiştir. Lütfi Bergen, “Hanif Türk paradigması, Yusuf Akçura’nın İslamcı mı olalım, Türkçü mü? sorusunu yeniden gündeme getirmektedir. Verdiğimiz cevap, “İkisi de” olmuştur.” diyerek tezini savunmuştur.
- c) “Hanif Türk” Paradigması 3 (İmam-ı A’zam’ın Sözünden):
“Ehl-i kıble tekfir edilmez” ilkesi gereğince Türklerin şamanlık ve göçebe olmaları iddialarına bu çerçevede cevap vermiştir. “Hanif Türk”, erenlerin, bacıların, ahilerin alp-yiğitlerin esaslarına bağlanmakla yani töreye bağlanmakla ilgili bir “ahlâk ayaklanması”dır.
“Gelin tanış olalım / İşi kolay kılalım / Sevelim sevilelim / Dünya kimseye kalmaz” (Yunus Emre).
Hanif Türk, vavlı Türk, yani “töreli Türk” demektir.
- d) Hanif Türk Paradigması 4 (Kureyşli Olmak):
“Türk” denildiğinde sadece bir soya atıf yapılmadığının anlaşılması gerekmektedir. Yazarın nazarında “Türk”, nübüvvetle gelen “töre”ye tabi olan milletin adıdır. Türkler “töreli millet” olmak vasfıyla tarihe çıktılar ve Göktürk Yazıtları’nda da belirtildiği üzere “açları doyurmak, yoksulu giydirmek, dağınık boy ve soyları toplayarak az milleti çok etmek” davasının neferi olarak devletlerini Allah’a adadılar. Bu haliyle Türk Milleti, “Gök Millet”tir. Tanrı’nın Halkı’dır.
- e) Hanif Türk Paradigması 5 ( Millet Esası):
Türkler “Birlik” temelinde bir siyasi inşa peşindedir. Bu husus, “Türk” kavramının “millet” esasıyla boyları, kavimleri bir bayrak altında toplamayı içermesinden kaynaklanmaktadır.
- f) Hanif Türk Paradigması 6:
Lütfi Bergen, “Hanif Türk” paradigmasını Türkiye’ye yönelik bir Arap kültürü istilasına karşı kaçınılmaz gördüğüm için kaleme aldığını belirtmiştir. “Türk’ün atası Yafes’tir, onun da babası Hz. Nuh’tur, Türkler Allah’ın ordusudur” ifadesi ırkçılık değildir. Tam aksine Batılılar dahi Selçuklu-Osmanlı gibi devletleri tanımlarken “Türk” demektedir. “Hanif Türk” paradigması, insanlık tarihini Hz. Nuh’a varan bir şecere temelinde okumayı teklif ediyor. Rivayete göre Hz. İshâk’ın iki oğlu oldu: Yâkûb ve Iys. Hz. İshak, Allah’a dua etmiş ve duası kabul görmüştür. İshak’ın duası, Hz. Yâkûb’a neslinden peygamberler gelmesi; Iys’a da zürriyetinin bol olması, soyundan melikler ve sultanlar gelmesi içindi. Nitekim Yâkub’un soyundan Yusuf ve sonra da Kur’an’ın zikrettiği peygamberler gönderildi. Hz. İshâk’ın diğer oğlu Iys’ın oğlunun adı Rûm idi. Rûm, Anadolu’ya yerleştiği için bu topraklara diyar-ı Rûm denilmiştir. Bu mesele Kaşgarlı Mahmud tarafından şöyle yazılmıştır: “Türkler kökeninde yirmi boydur. Tümünün soyu, Tanrı’nın selamı üzerine olsun Nuh oğlu Yafet (s) oğlu Türk’e dayanır. Bu (husus), Tanrı’nın selamı üzerine olsun İbrahim oğlu İshak oğlu Esav oğlu Rûm’a (ve soyuna) benzer” (Kaşgarlı Mahmud,2017: 29). Görüldüğü üzere, Kaşgarî’nin de belirtiği üzere Türkler tarihe Rûmlardan önce çıkmıştır. Çünkü Kaşgarlı, Türk’ü Hz. Nuh’un torunu sayarken, Rûm’u “Hz. İbrahim oğlu İshak oğlu Esav oğlu” silsilesine yerleştirir. Türkler İsrailoğulları’ndan da, Rûm kökenli toplumlardan da, Araplardan da önce varlığa çıkmıştır.
“Hanif Türk” paradigmasıyla yapılan şey, tüm kavimlerin şecerelerinin Hz. Nuh’a bağlanması ve dünya tarihinin yeniden yazılması gerektiği yolunda bir perspektifin geliştirilmesi teklifidir. Kur’an, Hz. Âdem ve Hz. Nuh üzerinden bir insanlık tarihi sunmaktadır. Kitap da bu metodolojiye müracaat edilmektedir. Bu metodoloji kimilerince “ırkçılık” sayılıyor. Ancak kim ne derse desin Türk tarihi 15.000 yıllık olup Anadolu-Filistin-Mısır’dan Maveraünnehir-İç Asya’ya kadar TÜRK ELİ idi. Anadolu 15.000 yıl önce de şimdi olduğu gibi TÜRK ELİ idi.
Kimse yoğ iken buralarda “Türk” vardı. YORT SAVUL.
DEĞERLENDİRME:
Hanif Türk paradigması, başka bir tarih okumasının mümkünlüğünü ve gerekliliğini bizlere sunarken akıllara gelen “ Türk kimdir, ilkesi nedir ki tarihi rolü böylesine uludur?” sorularına yanıt aramamızı sağlamaktadır. Kitap, vahyi esas alan temellendirmeler ve İslam diniyle ilintilendirme yaparken, mit ve destanların, yazıtların büyük oranda örtüşmesine dikkat çekmektedir. Tarihi serüven boyunca kimilerinin korkulu rüyası, kimilerininse beklenen TÜRK dediği ve tüm tarihin adına şahitlik ettiği Türk kimdir? Bir muştu mudur insanlığa yoksa tarih sahnesinin etkili kahramanı mıdır? İşte tüm bu sorular paradigmanın yeni bir soluk getireceği gerçeğini gözler önüne sunmaktadır. Türklük kavramının ırkçılık söylemi olmaktan çok uzak bir konumlandırma ile kavimler üstü bir millet bilincinin sonucu olarak öne sürülürken; Türklerin, göçebelik ve bedevilikten uzak olarak “gezen şehir” imar ettikleri dikkat çeken önemli ayrımlardır. Anadolu’nun sonradan sahibi değil ilk sahibi olduğuna dair tezleri de oldukça anlamlıdır. Hanif Türk paradigmasının bir tez olduğu unutulmamakla birlikte önemli bir adım ve yeniden inşa adına kıymetlidir.
Ey Türk, atının yelelerinde estirdiğin rüzgar, İslam’ın sancaktarlığını yapmaktaki övgüyü muştulamış mıdır? sorusuyla değerlendirmemi sonlandırıyorum.