Dini Jeopolitik Yaklaşımıyla Ortadoğu
Nazife YILMAZ nzfylmz97@gmail.com
Dini Jeopolitik Yaklaşımıyla Ortadoğu
21.yüzyılda dünyada birçok çatışma ve gelişme yaşanırken, Ortadoğu coğrafyası da bundan payına düşeni almıştır. Coğrafya nedir? Din nedir? Politika nedir? Sorularına çeşitli okuma ve araştırmalar sonucu azda olsa cevap verebilen bireyler, konu jeopolitiğe gelince muhayyele ve reelin karmaşasında kendilerini bulmuşlardır.
Jeopolitik; din, coğrafya ve politika sacayakları üzerinde kurulan ve bunların etkileşiminden meydana gelen ürünler bütünüdür. Kültür ve medeniyet gibi kavramlar jeopolitiğin soyut tarafını ele alırken, coğrafya somut unsurlar kısmında yer alır. Ayrıca bu sınıflandırmayı sabit değişmeyen (ada,kenar,kıta sahanlığı) ve değişken(ekonomi,politika,askeri) olarak da ayırabiliriz.
Belirli bir bölgeye yüklenen coğrafyaya dayalı değerler üç başlık altında incelenebilir:
-kara hâkimiyet -kenar kuşak teorisi
-hava hâkimiyet teorisi
-deniz teorisi
Sahil şeriatı dediğimiz bir şey vardır, şeriattan kastımız yaşamı düzenleyen kurallar bütünüdür. Coğrafya insanın yaşayış biçimine ve duygularına sirayet eder. Örneğin; sahil kenarında yaşayan insanlar, sıcak havaya bağlı olarak daha hassas, naif karaktere sahipken, doğudaki insanlar daha gergin, sürekli kavgaya hazır mücadeleci bir pozisyonda beklemektedirler. Bu din anlayışında da böyledir, doğu daha geleneksel ve ritüellere bağlı iken batı şekilden ziyade felsefik argümanlarla donatılmış, sorunlarına cevap arayan bir inanış biçimini desteklemiştir.
İnsanoğlu mekânsal olarak bir coğrafya üzerinde yaşarken orada inandığı şeye dair bir düzen ve merkez görmek ister ki burada karşımıza dini jeopolitik çıkar. Örneğin, müslüman olan bir birey ezan sesi duymak ve cami görmek isterken, Hristiyan bir bireyde kiliseden yükselen bir çan sesi duymak ister. Ne zaman ki isteklerimiz çatışır karşımıza bir kaos çıkar bu da yüzyıllardan beri böyle meydana gelmiştir. ABD İLE SSCB mücadelesinde görünen iki ülke çatışması olmasına rağmen arka planında Doğu-Batı mücadelesi değil Hristiyanlık ile Marksizm’in, İncil ile Komünizm mücadelesi yer alır.
Ortadoğu da jeopolitikle iç içe geçmiş ve dünyanın da göz bebeği olarak baktığı yer ise, üç dinin de kutsal olarak saydığı ve temellerini dayandırdığı Kudüs’tür. Müslümanlar açısından Mescidi Aksa ilk kıble olma özelliği taşırken etrafının da mübarek kılındığı ifadesi Kuranı Kerim’de yer alır. Hristiyanlar ise Mesih’in gelmesini Yahudilerin devlet kurmasına bağlarlar, Haçlı Seferleri’nin arkasındaki bir nedende budur. Yahudilere göre Kudüs’ün önemi ise içerisinde Süleyman Mabedi’nin de bulunduğu arz-ı mevut diye adlandırılan yeri, Tanrı’nın onlara tayin ettiğini ileri sürmelerinden meydana gelmektedir. Vadedilen topraklar Erzurum Oltu’ya kadar uzanıyor, bir Yahudi için oranın elden gitmesi bir toprak parçası kaybı değil, dini anlamda bir mükâfatı kaybetmek olarak sayılmaktadır. Bir Türk için de yirmi yedi sahabenin olduğu ve İslam’ın Anadolu’ya ilk geldiği yer konumunda olan Diyarbakır’da aynı fikri bağlılığı ifade etmektedir, jeopolitik olarak sadece bir toprak parçası da değildir.
Fahrettin Paşa’nın iki yıl boyunca Medine’yi teslim etmemek için çekirge yemesi, normalde askerî olarak bakılacak bir olay değildir, zaten teslim edilmesi istenmiştir; ekonomik olarak bakılacak bir olay da değil zaten açlık yaşanmıştır; politik olarak sürdürülebilir bir olay da değildir. Kısacası olaya hangi açıdan bakarsak bakalım dini jeopolitiğin dışında hiçbir sebep Fahrettin Paşa’yı orada iki yıl boyunca tutmak için geçerli değildir.
Mekan, mekana atfedilen hikaye, mekanın insanı kuşatması, kuşatan şeye insanın kutsallık atfetmesi veya kutsallığın insana derin tecrübe oluşturarak oraya yüklediği anlam birleşiyor, birey her şeyi göz ardı edip istediği şey için açlığı, zorluğu göze alabiliyor. Bu anlamda dini jeopolitik durum önemlidir.
Türkler için Çanakkale, dini argüman barındıran ve dini hikayeleri dinledikleri, dini başa çıkmaların olduğu bir ortamdır. Bütün milletlerden insanların gelmesi önemlidir. Örneğin; Filipinler’den insanlar Çanakkale’ye savaşmaya gelmiştir, bu insanlar Osmanlı sınırları içinde bile bulunmayan insanlardır. O dönemin insanları ferasetleri ile İstanbul’un önemli bir dini jeopolitiğinin olduğunu görmüşlerdir. İstanbul’u boğaz, iç Anadolu’yu gövde, Ortadoğu’yu ayak kabul edersek, Ortadoğu kesilsede ayakta durulabiliyor ama İstanbul’un kesilmesi yani elden çıkması büyük sorun teşkil etmektedir.
Hiçbir din iddiasından kolay kolay vazgeçmez. Dini jeopolitikte, bir mekân sadece toprak olduğu için kutsal değildir, kutsallık ve hikâyeler atfedilen, derin bir kültürel kimliğe sahip olduğundan ve bireysel kültür üzere inşa edildiğinden kutsaldır. Öyle olunca toprak, sadece toprak değil uğrunda binlerce kişi tarafından ölünmüş ve ölünecek insanları sürekli var eden bir sebebe bağlayan bir aracı kabul ediliyor. Bu sebeple bazı topraklar; Hatay, İstanbul, Şam, Bağdat gibi dini politiği yüksek olan topraklar varlığını devam ettiriyor, normal bir toprak parçası olmaktan çıkarak insanın toprağa yüklediği değerler bütünü halini alıyor. Sosyolojik olarak da mekanın insana üflediği ruh, insanda bir hal değişikliğine sebebiyet vermektedir. Bugün elimize bir Kudüs fotoğrafı alıp insanlara gösterip ne düşündüğünü soracak olursak matem, hüzün, kaybediş ve yas gibi kelimeler başrolde olacaktır. Mekan ha uzak olsun ha yakın, bize yansıması hep yanı başımızdadır bugün Kudüs bir diplomasi sorunu gibi görünse de insanoğlunun manevi mücadelesinin somut bir göstergesidir.