DİN SOSYOLOJİSİ- PROF. DR. ÜNVER GÜNAY
Mehmet Emin Sarıkaya
Prof. Dr. Ünver Günay din sosyolojisi ve genel sosyoloji alanlarında yaptığı kıymetli çalışmalarla ‘hocaların hocası’ unvanını hak etmiş bir akademisyendir. Onun hakkında yazılmış bir biyografide kendisinden; ‘’… Prof. Dr. Ünver GÜNAY, gerek yazdığı eserler, gerek verdiği dersler gerekse yaptığı danışmanlıklar ile Türk Din Sosyolojisi alanında üretken düyaen bir isim olarak temayüz etmektedir. Türkiye’de din sosyolojisinin gerek üniversitelerde kurumsallaşmasında gerekse de bir araştırma geleneğinin oluşmasında önemli bir isimdir.’’ şeklinde övgü ve hürmetle bahsedilmektedir. Aşağıda din sosyolojisi alanında çalışan öğrencilerin vazgeçilmez başucu kitabı olan sistemli ve bütüncül bir yaklaşımla yazılmış din sosyolojisi kitabı tanıtılmaktadır.
Sosyolojinin görevi de, insanların oluşturdukları bu toplumun ve orada ortaya çıkan toplumsal olayların, olguların ve süreçlerin, daha genel bir terimle toplumsal realitenin bilimsel incelenmesi olmaktadır. Bu başlık altında Günay genel sosyoloji terimlerinden bahsetmektedir.
Aynı zamanda sosyolojinin diğer bölümleri ile din sosyolojisini kıyas etmekte ve din sosyolojisinin alanını ortaya koymaktadır. Dini inançlar, pratikler ve davranışlar ile toplumsal etken ve kurumlar arasındaki ilişkiler, dinin toplum hayatındaki yeri ve fonksiyonları, öteki toplumsal kurum ve oluşumlar üzerindeki etkileri; bilimsel, teknolojik, kültürel, ekonomik vs. değişimlerin dini inanç, uygulama, örf ve adetler, gelenekler ve davranışlar üzerindeki tesirleri; sanayileşme, kentleşme, eğitim-öğretim ve kitle iletişim araçlarının dini tutum ve davranışlar ve değişimlerle olan ilişkileri ve bu çerçevede kendini gösteren etkileşimler, kurumlaşmış dini otorite ve teşkilatın yapısı, gücü ve fonksiyonları, dinin kültür ve medeniyetle olan bağlantıları ve karşılıklı tesirler ve bu çerçevede kendini gösteren sorunlar din sosyolojisinin temel ilgi odaklarını oluşturmaktadır
Her halükarda, din sosyolojisinin, bir yandan sosyoloji ve onun çeşitli uzmanlaşmış alt dallarına, öte yandan diğer sosyal bilimlere, ilahiyat bilimlerine ve özellikle de dinler bilimine yahut Din bilimi yada Din bilimlerine olan bu çok yönlü bağımlılığı, tıpkı sosyolojide olduğu gibi, genel olarak ilahiyat ve Din bilimleri ve özellikle de din sosyolojisinin gerçekte “disiplinlerarası” (interdisiplinaires) bir çalışmayı gerektiren bir bilimsel hüviyete sahip olduğunu bir kez daha anlamamıza izin vermektedir.
Din Sosyolojisinin konusunu kısaca, “toplumun ortaklaşa dini hayatının, din ve toplum münasebetleri ve bu münasebetlerden doğan etki ve tepkilerin ve dini grupların incelenmesi” şeklinde tarif etmek mümkündür.
İslam dünyasında, din sosyolojisinin öncüsü ve hazırlayıcısı olarak ilk dikkati çeken alimlerden biri 890-950 yılları arasında yaşamış bulunan Farabi’ dir. Farabi’ den sonra, din sosyolojisi bakımından İslam dünyasında dikkati çeken isimlerden biri İbn Miskeveyh’tir. Yine hikmetle din arasında bir bağ kurmaya çalışan ve konumuz bakımından da adından söz edilebilecek olan bir düşünür de, Farabi ekolüne mensup Ebu Hayyan’dır. Din sosyolojisinin öncüsü ve hazırlayıcısı olmak balonundan İslam aleminde üzerinde durulması gereken isimlerden biri de İbn Sina” dır. İslam dünyasında din sosyolojisinde gerçek bir öncü olarak kabul edilebilecek olan alimlerden biri şüphesiz Gazzali’dir.
İslam mütefekkirleri öteden beri sadece kendi dinleri ve toplumlarının problemleri üzerine eğilmek suretiyle kapalı bir devreye kendilerini hapsetmek yerine, dünyada yalnız yaşamadıklarının şuurunda olarak başka dinler ve toplumları da araştırma kapsamına almayı az çok ihmal etmemişlerdir. Bilhassa Abbasiler devrinde bütün ilim dallarında kaydedilen büyük gelişmeler, Müslüman alimlerin başka dinler, toplumlar, kültür ve medeniyetlere açılmalarına imkan vermiştir. Nitekim bu devrede eski Yunan, İran ve Hint kültürlerinden önemli tercümelerin yapıldığı bilinmektedir.
İslam aleminde dinler ve mezhepler tarihi açısından olduğu kadar din sosyolojisi bakımından da önemli bir isim olmak bakımından Şehristani’nin adından da söz açmak gerekmektedir. Ebu’l-Feth Tac edDin Muhammed b. Abdü’l-Kerim b. Ahmed eş-Şehristani bulunmaktadır.
Konumuzla ilgili olarak Endülüs’te yetişmiş İslam filozoflarından da söz açmak gerekir. Bunlardan İbn Bacce ve İbn Tufeyl dini, toplum ve insan hayatı için gerekli görmekle birlikte, cemiyet hayatından kaçmayı ve inzivayı tavsiye etmeleriyle dikkati çekmektedir.
Buna karşılık bir başka Endülüslü filozof ve mütefekkir olan İbn Rüşd (1 126-1 198) İbn Tufeyl’in bu kanaatinden ayrılmakta ve insanlara hiçbir surette toplumdan ayrılmamayı tavsiye etmektedir
Bununla birlikte, toplum meseleleri ve din-toplum münasebetleri üzerinde İbn Haldun kadar duran bir başka İslam alimi yoktur denilebilir. 1332-1406 yılları arasında yaşamış bulunan İbn Haldun Tunuslu bir tarihçi, filozof ve sosyologdur.
- Pozitivist Felsefe ve Tekamülcü Din Nazariyeleri
Comte, Spencer, Simon
- Etnolojik Akımın Tekamülcü Din Nazariyeler
Frazer, Müller, Taylor
Monoteist din nazariyesi ile W. Schmidt tekamülcülüğe karşı çıkmıştır.
Mantıki Tecrübi delillerle Pareto tekamülcülüğü reddeder.
Fonksiyonalist Sosyologlar Durkheim, Malinowski, Parsons, Merton bu tekamülcü nazariyeleri reddeder.
- Fransız Sosyoloji Ekolü
Bu ekolün kurucusu Durkheim dinin kaynağını totem olarak açıklar ve dinin kuruluşunda toplumsal fonksiyonlara dikkat çeker.
- Bergson’un Tipolojisi
Bergson ibtida’i dinlerin statik din türünden olduklarını, yüksek dinlerin ise ikinci kategoriyi oluşturduklarını belirt.mekte ve böylece bir din tipolojisi kurmakta ve büyük ölçüde, Alman sosyoloğu Tönnies’ in “cemaat” (Gemeinschaft} ve “cemiyet” (Gesellschaft} tipolojisinden mülhem olarak insanlığın dini ve toplumsal tarihini kendisinin “yaratıcı tekamül” dediği bir evrimle açıklamaya çalışmaktadır.
- Tarih;, Etnolojik, Etnografik, Folklorik, Antropolojik ve Fenomenolojik Eğilimler
Simmel’in Formel Sosyolojisi
Sjmmel ‘e göre sosyal olayların muhtevası özel sosyal ilimleri ilgilendirmekte olup, kişilerin karşılıklı aksiyonları sonucu ortaya çıkan sosyal formların incelenmesi ise, sosyolojiye ait olmaktadır. Simmel’in dini ve dini hayatı ferdi karakterler ve fertler arası formlara irca etmek istediği anlaşılmaktadır.
- Etnolojik Din Sosyolojisinden Tarihi, Tıpolojik, Fenomenolojik ve Sistematik Din Sosyolojisine
- Max Weber’in Tarihi ve Sistematik Din Sosyolojisi
Max Weber din sosyolojisine, sosyolojinin dinin özünü değil fakat din ve diİıi inançların ortaya çıkardıkları davranışları tetkik etmesi gerektiğini belirterek başlamaktadır.
2. Ernst Troeltsch’ün Hıristiyanlık Sosyolojisi
Weber’i takip eden Troeltsch objektif ve tecrübi din sosyolojisi sahasında pek çok ve verimli çalışmalar ortaya koymuştur.
3. Wach’ın Fenomenolojik, Fomıel ve Sistematik Din Sosyolojisi
Wach’ın, dini tecrübenin ifade şekilleri arasında ayırt ettiği “teorik” yani inançlar, “pratik” yani ibadetler ve “sosyolojik” yani mü’minler cemaati şeklindeki üçlü ayırımdan bu yana artık din sosyolojisi kesinlikle kendini komşu ilim dallarının inhisarından kurtardığı gibi, sadece etnolojik verilere dayalı bir ilkel dinlerin sosyolojisinden ibaret olmaktan da çıkarak alemşümUl karakterine bürünmüş, dini hadiselerin öteki sosyal hadiseler arasında kendilerine mahsus, spesifik karakterleri ve dinamizmleri içersinde · objektif bir gözle ele alınmak suretiyle de din sosyolojisi ilmi dini ilimlerle sosyal ilimler arasında köprü kurmak vazifesini üstlenmiştir.
4. Mensching’in Tarihi, Sistematik ve Formel Din Sosyolojisi
Genel ve sistematik bir din sosyolojisinin yanı sıra belli bir dinin sosyolojik tetkikinden ibaret bulunan özel bir din sosyolojisinin de mevcut bulunduğunu belirten Mensching, sözünil ettiğimiz bu eserinde tarihi ve etnolojik metotlardan yararlanarak, yani dinler tarihinin ve din etnolojisinin verilerinden hareketle ve fenomenolojik, karşılaştırmalı ve tipolojiik metotların kombinasyonu suretiyle tecrübi, tipolojik, fenomenolojik, tarihi ve sistematik bir din sosyolojisi araştırmasını gerçekleştirmektedir
5. Le Bras’ın Dini Morfoloji Arıştırmaları
din sosyolojisine “Dini Hayatın Sosyografisi” diye adlandırabilecek olan sosyolojik tasvirle girmektedir. Daha sonra dini pratiklerin dışında dini inançlara ve dine bağlılık ve dinin sosyal hayat içerisindeki yeri ve rolü konularına da el atmıştır.
6. Diyalektik Din Sosyolojisi
Günay kitabın ikinci bölümünde sistematik din sosyolojisi adı altında dinin tanımları, din ve toplum ilişkileri, dini grup ve kurumlar konularını incelemektedir.
Din, Durkheim ve onun yolundan gidenlerin öne sürdükleri gibi sosyal hayatın basit bir “salgı” (secretion) sından ibaret değildir. Zira, yapısı ne olursa olsun her toplumda ve insan ruhunda bir “yücelme ihtiyacı, transandantal ve ilahi aleme yönelme arzusu ve eğilimi” mevcuttur ki, bunu sadece fert ya da toplum kalıpları içerisine sıkıştırılmış bir kutsal kategorisiyle anlamak ve açıklamaya çalışan her teşebbüsün başarısızlıkla sonuçlanacağına şüphe yoktur.
Sadece fert ya da toplum kalıpları içerisine sıkıştırılmamış bir “kutsal” kavramı ve kategorisi bu yüce ve spesifik gerçeği gayet güzel tanımlamaktadır. Yukarda belirtildiği üzere, İslamiyet’in ve Müslüman alimlerin insanda aynı zamanda hem fıtri ve hem de kesbi olduğunu ifade ettikleri dinin bu yüce hakikatini, din sosyologları kısaca “korkutucu ve büyüleyici sır” olarak vasıflandıran “kutsalın tecrübesi” veya “yaşanması” şeklinde tanımlamaktadırlar ki, bu tanım dini bizzat kendi öz cevheri ile yani beşer hayatında yüce mukaddes bir tezahür olarak ortaya çıkan “sırf dini olan” la tarif etmiş olmak bakımından yerinde, objektif ve önemli olmak vasfına sahip bulunmaktadır.
Anlayıcı din sosyolojisinin çağımızda en önemli temsilcilerinden olan J. Wach’ a göre dinin “Kutsalın Tecrübesi” olarak tarifi, dini tecrübenin objektif özelliği üzerinde ısrar etmekte ve onun yalnızca sübjektif tabiatı üzerinde ısrar eden yanıltıcı psikolojist nazariyelere karşı koymaktadır. Gerçekte ise din, psikolojik bir vakıa olması dolayısıyla ferdi alakadar ettiği gibi aynı zamanda sosyal bir olay olması dolayısıyla da toplumu ve sonuç olarak da sosyolojiyi ilgilendirmektedir. Esasen, hiçbir tecrübenin ve hele bunlardan oldukça tesirli vı ehemmiyetli olanların sadece fertlere inhisar edip kalmasına imkanı yoktur; ister istemez onlar fertleri aşmak ve fertler-arası bir karaktere bürünmek durumundadırlar. Dini tecrübenin, her şeyden önce sübjektif bir özelliğe sahip olduğunu yani ferdi şuura yerleşip kök saldığını kabul ve tasdik etmek ve hemen akabinde onun zorunlu olarak fertler-arası bir görünüme büründüğünü, böylece onda cemaat teşkil edici özelliğin asli’ bir vasıf olduğunu ifade etmek, belki ilk anda bir çelişki imiş gibi görünebilir.
- Dini Tecrübenin İfade Şekilleri
Glock’un, Stark ile birlikte gerçekleştirdiği ABD’deki dini yaşayış araştırmasında, dini tecrübe ve yaşayışta ayırt edilen boyutlar bundan biraz farklı olup, aşağıdaki şekilde beşli bir tasnife tabi tutulmuş bulunmaktadır:
1- İnanç (Belief) boyutu, 2- Dini pratikler (Practice) boyutu, 3- Tecrübe (Experience) boyutu, 4- Bilgi (Knowledge) boyutu, 5- Etkiler (Consequences) boyutu.
Sistematik din sosyolojisinin en yetkililerinden J. Wach’ın, dini tecrübenin objektifleşme yönlerini tasnifi ise üçlüdür: 1. Dini tecrübenin teorik anlatımı: Akide (doktrin), 2. Pratik anlatım: İbadet (Kült), 3. Sosyolojik anlatım: Dini cemaat veya topluluk.
- Dini Gruplar
a) Tabii Dini Gruplar
b) Sırf Dini Gruplar
- İslamiyet Üzerine Bir Din Sosyolojisi İncelemesi
İslam’dan önceki Arabistan’ın, animist ve natürist inançları ve unsurları ile birlikte bir tür Sami politeizminin tüm özelliklerine sahip görünen dini de, toplumsal yapının bu dağınık parçalardan oluşan mozaik manzarasını, adeta büyük ölçüde onun bir yansıması olarak, büyük ölçüde bize sunmaktan geri durmamaktadır.
Bütün bu gelişme ve değişmeler, Arabistan’ın geleneksel yapılarını önemli ölçüde etkilemiş bulunmaktadır. Esasen bu etkiler, zaten uzun süredir belli bir çöküntü sürecine girmiş bulunan dini alanda da kendilerinin göstermişler, bu bağlamdadır ki orada bazılarının geleneksel dinden uzaklaşarak bir arayışa sürüklendikleri, nitekim Hanifler denilen bir grubun tektanncı bir inanca yöneldikleri vakidir.
Dini morfoloji bakımından ele alındığında, Kur’an-ı Kerim’ de ifade edilen şekli altında İslam dini, katıksız bir mutlak monoteizm olarak karşımıza çıkmakta ve bu şekli altında o, Hz. İbrahim geleneğinin bir devamından ibaret görünmektedir
İslam dini, ümmet içerisindeki toplumsal yapılanma bakımından, fonksiyonel olarak bir yandan önemli bir birleştirici ve bütünleştirici faktör oluştururken, aynı zamanda ayrılıkçı gelişmeler için de yerine göre önemli bir meşrulaştırıcı referans teşkil edebilmiştir.
İslamiyet’in dini olanla dünyevi olan arasında hiçbir ayırım gözetmediği iddiası da tutarsız ve temelsizdir. Her ne kadar, tarihi şekilleri altında, din ve devlet ilişkileri bakımından İslamiyet, hakim temayülü itibariyle, bu ikisini birleştiriyor görünse de, “din” ve “dünya” yine de orada temelde daha başlangıçtan itibaren sanılanın aksine belli bir ölçüde birbirinden ayrı tutulmuş, hatta karşıt addedilmiştir.
İslamiyet ve toplumsal değişme ilişkileri bağlamında, bütün büyük dini bünyeler gibi, tarihi ve toplumsal bir olgu olarak İslam ümmeti içerisinde de, Weber’in bu genel fonksiyonel değişim tablosunun kendi şartları ve özellikleri çerçevesinde, tipik bir örneğini bulmak konumuz bakımından oldukça ilginç olmaktadır.
Hızla değişen ve globalleşen günümüz dünyasında, Müslüman toplumların çağdaş medeniyetin değişim mecburiyetleri karşısındaki uyum süreçleri bütün hızıyla devam etmekte, ancak uyumsuzluk ve onun beraberinde sürüklediği sorunlarla süreç giderek karmaşık bir hal almaktadır.
İslam’ da dünya hayatına karşı dengeli bir vaziyet alışın var olduğu; ancak, öte yandan Orta Çağ boyunca Müslümanların arasında dünyaya karşı tutumların aktivist bir hayat telakkisinden, pasif bir tutuma ve hatta ona karşı tam anlamıyla olumsuz bir tavra kadar yönelen çok çeşitli eğilimlerde gerçekleşmiş bulunduğu hususuna bu kitabın, Ekonomik Ahlak ve Din arasındaki ilişkiler bahsinde temas etmiş bulunmaktayız.
Değişim, modem dönemde bir şekilde mitolojize, idealize ve hatta ideolojize edilmiş geleneksel İslam .kültür ve medeniyetinin yabancı bir kültür ve medeniyetle karşılaşması ve çatışması görünümüne büründürülmüş bulunmaktadır. Bu tür bir çatışma ortamında, geleneksel olanın “eski”, yeni ve modern olanın da “yabancı” hüviyetine bürünmüş olması gerilimi artırmakta ve değişimin bunalımlı bir çatışmaya dönüşmesine yol açmaktadır. Böylece Müslüman topluluklar değişimi bir şekilde bir kimlik değişimi, yeni kimliğe uyum ve buna uyumsuzluğun sebebiyet verdiği kimlik bunalımları şeklinde sancılı olarak yaşamakta, uyum ve uyumsuzluk bağlamında adeta bölünmekte ve eski ile yeni ve modern arasındaki gelgitler ve hatta ikilemlerde bocalamaktadırlar.
- Türk Toplumunun Dini Yaşayışı Üzerine Bir Din Sosyolojisi İncelemesi
Esasen, savaşçı bir kavim olan Türklerin bu özelliği İslam’ın cihat ruhu ile de çarçabuk ·bağdaşmıştır. Zaten, ilk planda Türkler İslamiyet’le sınır boylarında karşılaştılar. Buralarda onlara sunulan Müslümanlık özel bir tür teşkil etmekteydi. Bu Müslümanlık, büyük bilginlerinkinden oldukça farklıdır. Tarihi, sosyolojik, psikolojik yahut fenomenolojik bir gerçeklik olarak Türklerde din konusunu olgusal düzeyde objektif bilimsel incelemeye tabi tutarken onu, bazılarının bize göstermeye çalıştıkları gibi tek boyutlu ve bütünleşmiş bir inanç ve uygulamalar toplamı imiş gibi incelemeye kalkışmanın yanlışlık ve yanıltıcılığına önemle ve ısrarla işaret etmek gerekmektedir.
Anadolu’daki Müslüman Türk halk dindarlığında ve kültüründe, mitolojik boyut, karizmatik unsur, Sufilik ve gaza ruhunun ve hatta hoşgörünün, kökleri çoğu zaman İslamlaşmadan önceki Türk kültürüne uzanan öteki bazı dini ve sihri unsurlarla da kaynaşmak suretiyle, bu şekilde oldukça sürekli bir biçimde kalıcı olması olgusu bize açıkça göstermektedir ki, Anadolu’da, Müslüman Türklerin hayatında din çok boyutludur ve çok yönlü bir biçimde fonksiyonel olmuştur. Osmanlı İmparatorluğunda İslam, bazılarının bizi inandırmaya çalıştıklarının aksine monolitik ve bütünleşmiş bir inanç ve uygulamalar toplamından ibaret olmak yerine karmaşık, hetorojen ve değişim halindeki bir olgudur.
Türk toplumu içerisinde, anlaşılan bu “dine dayalı dünya göri4ü ve hayat anlayışı” (Weltenchauung) geniş kitlelerin çoğu zaman sözlü kültüre dayalı geleneksel dini kültür ve dindarlığında dünyayı öyle pek de geniş ve zengin olmayan bir çerçeveye ve adeta bir şablona oturtan ve onu yüzeysel ve şekli çerçevesinde taklidi bir biçimde algılayan bir çerçeve dünya görüşü ve hayat anlayışı olmaktan pek öteye geçiyor görünmemekte; entelektüel düzeyde ise geçmişin geleneksel bir tekrarcı ve hatta taklitçi çerçevesinin üstüne çıkabilecek gücü ortaya koymakta oldukça zorlanmaktadır.