Okuduğumuz kitap Max Weber’in Ekonomi ve Toplum adlı eserinin din sosyolojisi bölümünü oluşturmaktadır. Kitapta Weber, klasik din sosyolojisi kitaplarında olduğu şekliyle öncelikle dinin tanımı ve kaynağına dair tartışmalara girmektedir. Ancak Weber’i diğer din sosyologlarından ayıran nokta tipolojik analizi benimseyerek bu alanın öncüsü olması ve büyük dinlere dair yaptığı açıklamalardır.
Weber kitabındaki izlencesine göre öncelikle diğer sosyologlarında yaptığı bir çabaya, primitif din tanımına gitmek ister. Bu doğal din hali Frazer, Müller vb. de animistik ve büyüsel süreçler olarak adlandırılmaktadır. Aynı zamanda Durkheim’de dinin kaynağı olarak Totemizmi görmektedir. Weber’de dinin primitif şekli olarak büyüyü görmektedir. Ancak temelde tüm inanç sistemleri insanların bu sistemlere verdikleri anlam ile ilgilidir. Bu nedenle Weber tüm toplum tiplerinde yüklenilen anlamların sistematik olarak incelenmesini ve tipolojik olarak sınıflandırılmasını esas alır. Toplum ve din arasındaki ilişikiyi ise hiçbir zaman tek taraflı bir ilişki olarak görmemektedir.
Weber’in en temel kavramlarından birisi rasyonelleşmedir. Toplumlara evrimci bir gözle yaklaşan Weber, rasyonelleşmenin tarihi süreç içerisinde bir sıçrama tahtası görevi gördüğünü ifade eder. Bu kavram sayesinde kültürler kendi içerisinde bulundukları teolojik durumu tanımlayabilir ve anlamlandırabilirler. Din sosyolojisi de bu teolojik durumun kültürle ilişkisini yoklar. Rasyonel düşünüş aynı zamanda normatif kontrol ve yaptırımları da içerir. Bu vesile ile tüm insan toplumları bireylere normatif talepler yükleyen dinsel referanslara sahip olur. Rasyonalizasyon aynı zamanda bir kimsenin kendini feda etmesi ve fedakarlıklarda bulunması anlamında güdülenmeyi de sağlar.
Weber toplumların dini sosyalleşmelerini incelerken ikinci olarak peygamberlik ve karizma kavramlarını kullanır. Peygamberlik karizmanın bir dini karakterde toplanmış kutsal halidir. Karizma da kendi içerisinde geleneksel, hukuki, rasyonel olarak ayrılmaktadır. Aynı zamanda Weber peygamber ve rahip tipolojilerini de ayırmaktadır. Ona göre peygamber yenilikçi, devrimci; rahip kurulu düzenin temsilcidir. Karizma peygamberin şahsında, Durkheim’deki anlamıyla kutsalı karşılamaktadır. Weber peygamber ve onun öğretici ve kanun koyucu özelliklerini öne çıkararak Mistagog dediği ve mistik inançların temsilcisi ve kaynağını büyüden lan tipten ayırmasıdır. Ancak burada Weber peygambere anlam verirken vahye dayalı dinlerin peygamber algısından ziyade karizması ile ortaya çıkan bir dünyevi/seküler tanımı ele alarak Durkheim’ın dini toplumda bulma anlayışına yaklaşır. Tabi bunu açıklarken ahlaki peygamber olarak tipleştirdiği İslam’ın peygamberleri için referansı var olan veya yaratılmış tanrı algısı olarak belirtir.
Bu noktada Weber bir dini yapının üç unsurundan cemaat, kutsal metin ve dogmalardan bahsetmektedir. Farklı din biçimlerinde bu üç ögenin ağırlık sıralaması farklı olabilir. Ancak dini yapının çehresini belirleyen ölçütler bunlardır. Aynı zamanda peygamber din olarak ortay çıkan dinsel toplulukların ahlaki eğitimi dini vaaz ve peygamberin sözleri ile mümkündür.
Farklı dini toplumsallıkları birbirinden ayıran Weber’e göre köylü dini olarak adlandırdığı geleneksel otorite Aydınlanma ile birlikte aristokratik ve bürokratik dinsizliğin etkisi ile bir inançsızlık halini alır. Ancak Weber özellikle kapitalizm incelemesinde bir burjuva dini ve ahlakından da bahsetmektedir.
Aynı zamanda farklı toplumlarda din dünyanın anlamlandırılması olarak işlev görmüştür. Özellikle imtiyaz sahipleri için din kendi de facto durumlarının meşruiyet aracı olmaktadır. Zanaatkarlar ve esnaf için kurtuluş dini inancı onların toplumsal rolleri ile uyumlu birer dindarlık geliştirmelerinin sonucudur. Ama işçiler ve kölelerde bir dini ilgisizliğin meydana gelişi gözler önündedir. Kurtuluş dini analizlerinde Weber dini inancın bir telafi mekanizmasına dönüştüğünü iddia ederek Freudvari bir analize bir meşrulaştırım olduğuna dair vurgusu ile de Marksist bir düşünüşe yaklaşmaktadır. Halbuki bu söylemler inanan kişinin kendi anlamlandırmasından ziyade Weber’in teorik kurgularıdır. Bu yönüyle kendi metedolojisini çiğnemektedir.
Teodise problemine de değinen Weber buna çözüm olarak kader ve ilahi takdir inancı aynı zamanda düalizm ve ruh göçü veya uhrevi kurtuluş teorilerinin dinlerdeki yansımalarına değinir.
Dinlerde kurtuluş inancını siyasal ekonomik sebeplerle de ilişkilendirerek anlatan Weber, en önemli analizlerinden biri olan kapitalizm ve Protestan ruh ilişkisine de bu çerçevede değinmektedir. Aynı zamanda din ve siyaset ilişkilerini de dinlerin karakterine bağlamaktadır. Bu noktada Yahudiliğin ezilenler için otoriteye bağlılıkla bir çıkış yolu dini normları içerdiğinden dem vurur. Dinsel ahlak ve kadın konularına, dinlerin evlenmeye dair tutumlarına da değinmektedir.
Büyük dinler hakkındaki yorumlarında ise İslam’ı bir savaşçı din olarak lanse etmesi oldukça eleştiriyi hak etmektedir. Zira İslam’ı birebir tetkik etmeyip oryantalist bakış açılarından etkilenerek bir tipolojik açıklama geliştirmiştir.