
By Hossam Abouzahr ‘ın Standart Arabic is on the Decline :Here’s What’s Worrying About That adlı makalesi üzerine konuşmalar :
MSA (Modern Standart Arabic ) Türkçeye fasih Arapça olarak çevrilmiştir. Elde edilen çeşitli veri ve gözlemlere göre MSA’ da bir düşüş yaşandığı belirtilmektedir. Bazıları bu düşüşle Arapları Kur’an ve İslam’ın diline sahip çıkamamakla suçlamaktadır. Bazıları da yerel kimliklerin ön plana çıkmasıyla yerel lehçelerin güçlenmesi ve MSA’ nın sosyal tabandaki gücünü yitirmesiyle bu düşüşün gerçekleştiğini söyler.
Dillerdeki fasihliğin düşüşte olması sadece Arapçaya özgü bir şey değildir. Bugün 100 yıl önce konuşulan İngilizce veya Türkçe ile bugün konuşulan Türkçe veya İngilizce bir değildir. Dünya gelişmekte ve insanlar birbirlerinden etkilenmektedir. Bu etkileşim doğal olarak kültürlerini ve kültürün bir parçası olan dili de etkilemektedir. Güçlü kültürler zayıf kültürleri etkilemektedir.
Kendi dilimizden örnek verecek olursak: biz namaz kelimesini ‘’salah ‘’ olarak Arapçadan değil de daha güçlü bir kültüre sahip olan İran’dan aldık. İbn-i Haldun kültür etkileşimi ile ilgili tarihe şu notları düşmüştür : ‘’galip devletler mağlup devletler tarafından takip edilirler. ‘’
Biz her ne kadar Batı zihniyeti ile çatışsak bile Batı kültürünü takip etmekteyiz. Çünkü onların bilimde, sanatta ve edebiyat alanındaki üstünlükleri bizi zorunlu bir takibe itiyor. Kısacası fasih Arapça zayıflıyor da İstanbul Türkçesi çok mu ilerliyor? Türkiye’de ve dünyada genel tablo böyledir.
Peki gerçekten MSA (fasih Arapça) düşüşte midir?
Öncelikli olarak şunu belirtmek gerekir elimizde net ve açık istatistikler bulunmamaktadır. Peki düşüşe geçtiği kanısı nereden geliyor? Düşüşe geçtiğini bireysel göstergelere bakarak karar verilmektedir. Bunlar istatiksel veriler olmasa bile ciddi gözlemlere dayanmaktadır. Arap dünyasında MSA insanların gündelik iletişimlerinde yoktur. Ancak MSA’ya resmi konuşmalarda diplomatik ilişkilerde ve dini seremonilerde rastlarız. Genelde biri fasih Arapçanın düşüşte olduğundan bahsediyorsa bu genelde edebi yazılardaki düşüşten, okur-yazarlıktaki düşüşten ve lehçelerin ve yabancı dillerin kullanımının artmasından bahsediyordur.
Bizdeki duruma baktığımızda da aşağı yukarı durum böyledir. Günlük konuşma dilinde lehçeler hatta argo ifadeler daha çok hakimdir.
MSA’ nın düşüşünde etkili olan bazı faktörler şunlardır :
- Zayıflayan ekonomiler
- İnsanları tüketen savaşlar
- Sansürler
- Ana dilde eğitimin olmaması
- Beyin göçü
- Eğitime yeterli desteğin verilmemesi ..
Okur-yazarlıkla ilgili yapılan istatistikler genelde ikili sorulardan oluşur. Yani kişiye sadece okuma yazma bilip bilmediği sorulur. Ancak okur-yazarlık sadece okuma – yazma bilmek midir?
Ülkelerin gelişmişlik oranlarına göre bu soruya verilen cevap değişmektedir. Mesela ülkemizde harfleri bir araya getirip okumayı yazmayı çözmek okur-yazarlık olarak görülürken Rusya’da okuduğunu anlamak anladığını yorumlamak okur-yazarlık olarak görülmektedir.
Ekonomik gelişmişlik ile kültürel gelişmişlik arasında doğru orantı vardır. Haliyle gelişen kültürün içinde dil de kendi payına düşen oranda gelişmeye fırsat bulacaktır. Mesela son zamanlarda ciddi ekonomik gelişmeler geçiren Güney Kore hem çok fazla turist çekmeye başladı hem de kendi vatandaşları dünya üzerinde gezmeye başlamışlardır. Böylece gezen duyuyor, biliyor ve bilgiye erişimi kolaylaşıyor. Haliyle bu durum hem insanın zihinsel gelişimini sağlar hem de kültürünü geliştirmesini sağlar. Yani gezen görür ve zihin çapı gelişir. Buna Divriği Ulu Camii örnek vermek mümkündür: Divriği Ulu Camii’nin kapısının üzerinde işlemeler bulunmaktadır. Bu işlemeler ikindi güneşi üzerine vurulduğunda cami içerisinde namazda kıyamda duran bir kişi silüetini oluşturmaktadır. İşlemelerin bu özelliği ise bir Türk tarafından değil de Ulu Camii’ne gezmeye gelen uzak doğulu bir turist tarafından fark edilmiştir. Bizim kültürümüz olmasına rağmen sanatsal faaliyetlerde çok fazla gelişmediğimiz için bunu bir Türk fark edememiştir.
By Hoosam’ın bahsettiği günlük dilde okur-yazarlığın artması sadece Arapçada değil dünyadaki diğer diller üzerinde de artmaktadır. Aynı zamanda nitelikli okuma, karşılaştırmalı okuma ve düşünmeyi gerektiren okuma-yazmada düşüş yaşanması zıt bir durum değildir.
Kendi dilimiz açısından bakacak olursak Osmanlıda belli bir eğitimden geçen biri okuma-yazma öğreniyordu ve bu kişi nitelikli, karşılaştırmalı akademik tarzda okumalar yapabiliyordu. Bunları okumayanlar zaten okuma-yazma bilmiyorlardı. Günümüzde okur-yazarlık oranı çok yüksek olsa dahi okur-yazarlığın niteliği azalmıştır.
Abouzahr Arap dünyasında 15 bin ile 18 bin arasında kitap yayınladığını söylüyor. Üstelik bu sayı sadece İngiltere’deki Penguin Random House yayınevinin tek başına bastığı kitap sayısına denktir. Ayrıca Abouzahr, Mısır’ın 2011’deki devrime kadar çok fazla kitap bastığını ancak 2011 devrimin ardından bu durumun % 70 azaldığını belirtmektedir. Arap dünyasında tercüme faaliyetlerinin de çok az olduğunu belirten Abouzahr, Yunanistan’ın 22 Arap toplumundan 5 kat daha fazla kitap tercüme ettiğini belirtmektedir. Faslı bir yazar ve edebiyat eleştirmeni olan Abdelfattah Kilito Faslı yüksek lisans öğrencilerinin hiçbir şey okumadığını söylemektedir.
Arap ülkelerinde tercüme faaliyetlerinin az olmasının nedeni bizce Arapların özellikle İslam alanında diğer milletlerin yazdığı kitapları bilgi olarak kabul etmemeleridir. Bu sebeple tercümeye de ihtiyaç duymazlar.
Abouzahr, sansürlere örnek olması açısından Kahire Üniversitesinde ilahiyat konusunda uzman olan bir profesörü örnek verir. Bu profesör kitapları yasaklandığı ve baskılara maruz kaldığı için Hollanda’ya göç etmek zorunda kamıştır. Abouzahr’ a göre sansürler entelektüelleri yurt dışına gitmeye zorluyor.
Abouzahr örneğinden hareketle gerçekten diktatör rejimlerde edebi ruhların ortaya çıkması veya ilerlemesi oldukça güçtür. Mesela Rusya artık bir Tolstoy çıkaramamaktadır.
Bizim de cumhuriyet döneminden sonra iyi edebiyatçıları çıkardığımız pek söylenemez. Özellikle kitapların basımının veya okunmasının yasaklanması onlara sansür uygulanması geri kalmış ülkelerde görülen bir uygulamadır. Ayrıca kitabın yasaklanması onun esrarengizliğini ve cazibesini arttırır. Bunun ülkemizdeki en bariz örneği Risale-i Nurlardır. Yazıldığı dönemde kitaba karizmatik roller yüklenmiştir. Bunu okuyanların hapse atılması kitaba olan istek ve merakı da beraberinde getirmiştir. Bu dururumlar bizim gibi yeterince gelişmemiş ülkelerde görülmektedir.
Abouzahr, MSA’ nın düşüşte olmasının bir nedeninin ise ana dilde eğitimin olmamasını gösteriyor . Irak ve Suriye anadilinde yapan ülkelerdir ancak buralar da savaşlardan muzdariptir. Savaşlardan kaçan mülteciler Lübnan’a gittiklerinde orada eğitim dilinin Arapça olmadığı gerçeğiyle karşılaşırlar.
Lübnan için Ortadoğu’nun Avrupası tabiri kullanılıyor. Lübnan Batı’nın Arapça bilen insan kaynağını sağlıyor. Lübnan Arapları Fransız tarihi ve dilini çok iyi bilirler. Böyle iyi yetişmiş Araplar başka milletlere de hizmet etmektedirler. Arapların % 30’nun Müslüman olmadığını söylemekte fayda vardır. Lübnan’ın en iyi üniversitesi Lübnan Amerikan Üniversitesidir. Lübnan hem siyasi hem de ticaretin model olduğu ülkelerden biridir.
Ana dilde eğitim olmadığından cahil insanlar konuşma dilini bilirken MSA’yı ancak entelektüel camia kullanabilmektedir. Bu durumun en acı verici yanı ise gençlerin büyük bir bölümünün El-Cezire’yi anlamamasıdır. Aynı zamanda bu gençler fasih Arapça konuştuklarında kendilerini rahat hissedememektedirler.
Tabi burada kendimize şu soruyu yöneltmememiz gerek bizim gençlerimiz (12 – 16 yaş aralığı) TRT’yi anlayabiliyorlar mı?
Abouzahr’a göre Arap ülkeleri MSA’daki bu düşüşün farkındalar ancak radikal ciddi kararlar almamaktadırlar. Abouzahr bu düşüşün ülkelerin gerilemesine yol açacağını haber vermektedir. Onun korkusu MSA düşerse yerini başka bir dilin almasıdır. Acı bir gerçek olarak belirtiyoruz ki medeniyet dili olan Arapça da küreselleşme karşısında çatırdamaktadır.
Abouzahr, der ki MSA’nın düşüşü özellikle politikacıları endişelendirmelidir. Çünkü bu eğitimli sınıfların azalmasına neden olur ve politikacılarında eğitim sistemlerinin başarısızlığını gözer önüne serer.
Okların hedefine kendi dilimizi koyarak bir öz eleştiri yapacak olursak: bizim dilimizde bir kısırlaşmanın var olduğunu söylemek mümkündür. 17. Yüzyıldaki Türkçe ile bugünkü Türkçe bir değildir. Özellikle Cumhuriyet döneminde halk diline bir eğilim olmuştur. Üzülerek söylüyoruz halk dili edebiyatımızı kısırlaştırmıştır. Mesela bugün Atatürk’ün Nutuk’unu okuyup anlayamıyorsak bu dilimizin kısırlaştığını göstermektedir. Bizler Cumhuriyetten sonra Osmanlı’da var olan saray dilini Medeniyet dili olan Osmanlıcayı yerelleştirip Türk diline ve Türkçeye hapsederek büyük bir hata yaptık. İmparatorluğu kaybetmek sadece toprak kaybetmek değildi bizim için biz dilimizden de bir şeyler kaybettik. Toprak olarak 3 milyon kareden 780 bin metrekareye küçüldüğümüz gibi dilde de aynı küçülmeyi yaşadık. Oysaki zamanında Mustafa Kemal, Trablusgarp’ a gittiğinde yerel halkla iletişime geçebilecek dil kapasitesine sahipti.
ABD’nin süper güç haline gelmesinde İngilizce’nin dünya dili olmasının büyük bir payı olduğu gibi İngilizcenin küresel dil olmasında ABD’nin rolü de çok büyüktür. Millileşme sadece Türkçenin kelimelerini kullanmak olursa yerelleşiriz. Dilde ve kültürde millileşme demek yüzyıllardır bünyemizde getirdiklerimizi dışlamadan onları da yanımıza katarak yapmaktır. Mesela 20’den fazla deyim ürettiğimiz Arapça kökenli ‘’akıl’’ kelimesini atıp yerine ‘’us’’ kelimesini kullanmak olmamalıdır. Çünkü biz ‘’akıl ‘’ kelimesini artık içimizde özümsemişiz ve onunla bir kültür oluşturmuşuzdur.
Dil duygu ve düşüncelerin aktarıldığı en güzel argümandır. Bu sebeple onu en güzel şekilde kullanmalıyız. Burada karşımızdakinin de aynı dili aynı orada bilmesinin faydası büyüktür. Bu şekilde olduğu taktirde dil kendisine yeni şeyler katarak gelişir ve ardından kültürü geliştirir. Nihayetinde dilimizin sınırları dünyamızın sınırlarını oluşturur.
Dilimizde millileşme konusunda kaynak olması bakımından Mehmet Kaplan hocamızın Kültür ve Dil kitabını önerebiliriz.