CHARLES TAYLOR’DA ÇAĞDAŞ DÜNYADA DİNİN KONUMU GİRİŞ
Nurgül Önal AYBÜ İlahiyat Lisans 4. Sınıf Öğrencisi
Taylor’ın din teorisi Batılı liberal demokrat toplum modelinin oluşum sürecini bireysel ve toplumsal boyutlarıyla eleştirel değerlendirmeye tâbi tutan bir yaklaşımın ürünü olarak ortaya çıkmıştır.Taylor’ın din kuramında şu temel eksenleri görebiliriz; modern toplumsal tahayyül ve benlik, sekülerleşme, sekülerlik, sekülerizm, din ve ahlâk ilişkisi.
Modern Toplumsal Tahayyül ve Benlik
Taylor Batı modernliğini ve günümüzdeki farklı modernlikleri ancak toplumsal tahayyüller temelinde ele aldığımızda gerçek anlamda çözümleyebileceğimizi iddia etmektedir. Bu toplumsal tahayyül fikrini bir kurumlar sosyolojisi olarak ve salt bir düşünce tarihi olarak ikisini de kapsayacak ve aşacak şekilde toplumun kurumlarını, pratiklerini ve bütün örgütlenme biçimini anlamlandırabileceğimiz bir kavramsal araç olarak düşünür. Taylor’a göre bu modern tahayyül biçimi aynı zamanda “yeni bir ahlâk düzeni”nden (Taylor, 2006: 12) neşet etmiştir ve zamanla ekonomi, kamusal alan ve yönetim biçimi gibi toplumsal alanlarda da yeni formların ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Taylor toplumsal tahayyülü, “insanların kendi toplumsal varoluşlarını tahayyül etme biçimleri, diğerleriyle nasıl uyum sağladıkları, çevrelerindekilerle ilişkilerinin nasıl yürüdüğü, normalde karşılanan beklentileri ve bu beklentilerin altında yatan normatif nosyonlar (kavram) ve imgeler” olarak tanımlamaktadır (Taylor, 2006: 31).Bu tanım kapsamında sekülerleşmeyi modernliğin getirdiği yeni yaşam tarzlarının bir yönü ve modern toplumsal tahayyülün kurucu unsurlarından biri olarak ele alır.
Taylor modern toplumsal tahayyülün üç biçiminden bahseder. Bunlardan ilki toplumun liberal teoride kendi kendini yöneten piyasa olarak isimlendirilen ekonomik bir birim ve sistem olarak algılanmaya başlanması; ikincisi kamusal alan, üçüncüsü ise halk egemenliği fikridir. Ona göre sekülerlik, bu üç farklı biçime sahip olan modern toplumsal tahayyülün ve modern insan benliğinin içerisinde köklü bir şekilde yerleşmiş bir gerçekliktir. Taylor modern sekülerleşme sürecini değerlendirirken bunu alışılmış biçimde rasyonelleşme, bilimselleşme, sanayileşme, kentleşme, bireyselleşme gibi süreçlerin ötesinde ele alır ve sekülerliğin esas anlamını “insanın zaman bilincinin değişmesi” şeklinde belirler. Bu tanıma göre sekülerliğin anlamını belirleyen şey içerikten ziyade toplumsal eylemlerin meydana geldiği genel çerçeve ve zaman algısıdır.Buna göre modern insan, artık o eski kutsal zamanı tamamıyla dindışı biçimde konumlandırmaktadır ve modern toplumsal tahayyülü de bu dikey zaman fikrinin ortaya çıkardığı eşzamanlılık algısı üzerine kuruludur.
Bu algının da ortaya çıkışına katkıda bulunduğu modern öznellik yeni bir politik kültürü doğurmuştur. Bu politik kültür toplumun artık mitlere, efsanelere ve menkıbelere değil kendi kendini tanımlayabilen bir güce dayandığı ve kişisel mutluluk ve faydaya ulaşmada bir araç olarak değerlendirildiği faydacı anlayışta zirveye ulaşmıştır. Geleneksel toplumun çöktüğü ve modern toplumsal biçimlere geçişin yaşandığı dönemlerde farklı tarihsel özgüllüklere sahip ülkelerde farklı gelişmeler, geri çekilmeler ve gel-gitler yaşanmıştır.Örneğin bazı modern toplumlar “güçlü seküler bir din olan milliyetçiliğe” başvurmuşlardır (Taylor, 1979: 112).
Taylor’a göre dinin ve Tanrı fikrinin kamusal alandan tamamıyla çıkarılması söz konusu değildir. Söz konusu olan gelişme “dinin veya tanrının kamusal alanda belli bir biçimde bulunuşunun sonudur” (Taylor, 2006: 180).
Taylor benlik ve modern kimliğin inşasıyla ilintili olan bireycilik ve sahicilik ideali tartışmasını “Benliğin Kaynakları ve Modern Kimliğin İnşası” adlı çalışmasında felsefî kökenleriyle birlikte daha derinlemesine ele almıştır.Eserde ahlâkî özneler olarak insanların benlik dönüşümünü tarihsel ve kültürel bir perspektife yerleştirmeye çalışmaktadır. Taylor’a göre,“modern insanın kafasındaki “iyi” fikri “bazı açılardan insanî kültürde daha önce eşi benzeri görülmemiş bir şeydir ve bunun izlerini sürmek aynı zamanda faile ve şahsiyete dair daha önce eşi görülmemiş yeni anlayışların evrimini takip etmek demektir” (Taylor, 1989: 105).
Din ve Ahlâk İlişkisi
Durkheim’ın din kuramı Taylor için hem ahlâkî topluluk fikri, çoğulculuk, milliyetçilik ve çokkültürlülük gibi alanlarda bir ilham kaynağıdır ve hem de dinin kamusal alandaki rolünü anlamada anahtar niteliğinde bir role sahiptir Durkheim’ın genel olarak kiliseyi ve özelde ise çeşitli dinî gruplar ve örgütlenmeleri sırf kendi içerisinde bir dinî örgütlenmeden öte “ahlâkî bir topluluk” (Durkheim, 2005: 65) olarak tanımlayan yaklaşımı Taylor’da da yankılar bulmuştur. Modern toplumsal tahayyülün temelini yeni bir ahlâk düzeninin
ortaya çıkışına dayandırmaktadır modern ahlâkî özne olarak insan çıkacaktır
Kişiyi, hayvanlardan farklı olarak, hayatına dair planlar yaparken “taşıdığı bazı değerlere dayanarak yaptığı planların daha iyi veya daha kötü olduğuna karar veren ve bunlar arasında seçim yapabilen” (Taylor, 1985: 257) varlık olarak tanımlar.İnsanın konuşan canlı (language animal=hayvân-ı nâtıka) olmasının getirdiği diyalojik özelliğinin onun ahlâkî doğasını belirleyen en önemli niteliklerinden biri olduğunu ifade eder.Taylor’ın ahlâkın en önemli mevzularından biri olarakgördüğü benliğin ve onun diğer kişilerle olan ilişkilerinin önemini vurgular.
Taylor sadece insan eylemine, eylemi yönlendiren ilke ve standartlara ve sadece ne yapmamız veya yapmamamız gerektiğine odaklanan bir anlayış yerine “iyi”nin ne olduğuna dair görüşleri ve neyin kendi içerisinde değerli olduğunu önemsemektedir. Öte yandan Taylor, modern ahlâk felsefesinin evrenselci tutumunu da eleştirmekte ve daha çok tikel olana ve kültürel-tarihsel şartlara göre değişen ahlâk anlayışlarını dikkate alan bir ahlâk felsefesine odaklanmaktadır. Dolayısıyla ahlâkî seçimler basitçe ya bu ya da öteki, doğru-yanlış, iyi-kötü şeklinde ikili seçimler olmayıp, fedakârlığı ve kaybetmeyi göze almayı gerektiren çoklu ve karmaşık seçimlerdir. Taylor, böylece temelde insan-merkezci bir anlayışla doğayı ve geriye kalan her şeyi araçsallaştıran ve onlara sadece araçsal bir değer atfeden Batı aklını ve kültürünü eleştirir (Taylor, 1995: 100).
Taylor’ın “ahlâk ontolojisi” olarak da isimlendirilen teizme dayalı bu yaklaşımındaki temel hedefleri insandışı alandaki ahlâki motivasyon ve bağlılık kaynaklarına da yer açarak bu yolla insanmerkezciliği veya öznelciliği aşmaktır (Abbey, 2004: 8).
Sekülerlik, Sekülerizm ve Sekülerleşme
Taylor’ın din ve sekülerliğe ilişkin fikirlerinde de Kanada’daki dinî çoğulculuğun, lâikliğin ve din ve vicdan özgürlüğü geleneğinin etkisi göz ardı edilemez. Ana akım sekülerleşme paradigmasının klasik tezi dinin modernleşmeyle birlikte bir düşüş yaşadığını iddia ederken buna karşı gelişen antitez modernleşmenin beraberinde dinî canlanma getirdiği yönündeydi. Taylor meselenin temelinde dinî canlanma-dinî düşüş, inanç-inançsızlık ikilemlerini görmez, ona göre temel mesele şimdiye kadarki alışılmış hâliyle din ve inancın (Latin Hıristiyanlık) yanı sıra yeni dinsel formların ortaya çıkışı ve bunların kişisel hayatlarla ve toplumsal
hayatla ilişkisinin niteliğinin değişmesidir.
Taylor öncelikle sekülerliği birbiriyle bağlantılı üç anlamıyla ele alır:
Birincisi, daha çok sekülerizm veya laïcité kavramının karşılığı olarak toplumun en büyük çatı örgütlenmesi olan devlet yönetiminde dinin etkisizleştirilmesi veya tarafsızlaştırılmasıdır (Taylor, 2014b: 3).
Sekülerliğin ikinci anlamı dinin gündelik hayattaki yeri, görünürlüğü ve kamusal alanda dinin etkisiyle ilgilidir. Taylor’a göre ikinci anlamdaki sekülerlik, “dinî inançları ve pratikleri bırakmak, insanların Tanrı’ya sırt çevirmeleri ve artık kiliseye gitmemeleridir” (Taylor, 2014b: 4). Taylor üçüncü olarak sekülerliği, seküler bir çağda yaşamanın, inancın ve inançsızlığın çerçevesini oluşturan koşullar bağlamında ele alır ve bu yönüyle yeni bir tartışmanın ve sekülerliğe dair yeni bir bakış açısının kapısını aralar. Bu bakış açısına göre dinin politikayla, devlet pratikleriyle veya kamusal alandaki görünürlüğüyle ilişkisinden ziyade inancın koşullarına odaklanmak ve kişilerin inancı ve inanmayı nasıl anlamlandırdıklarını incelemek daha kritik ve kavrayış sağlayıcı olacaktır.
Taylor, “tanımlamak ve izini sürmek istediğim değişim, bizi Tanrı’ya inanmamanın neredeyse mümkün olmadığı bir toplumdan alıp, inancın en sofular için bile insanî seçeneklerden sadece biri hâline geldiği bir topluma götüren değişimdir” (Taylor, 2014b: 6) derken dinin (ve inancın) bugünü ve geleceğine dair son durumu sorgulamak istemektedir. Bu durum
dinin buyruklarıyla hayatı bütünüyle veya kısmen tanzim ettiği ve neredeyse istisnasız herkesin bir Tanrı’ya veya aşkın bir varlığa inandığı aşamadan, dinin artık müminler için bile eşit seçeneklerden sadece birini oluşturduğu bir aşamaya geçişi temsil etmektedir. Bu bağlamda modern seküler durumun en temel belirleyici özelliklerinden biri kişinin kendi inancını seçebilme özgürlüğü ve yetisidir. Bu durumda din insanın seçimlerini yaparken başvurduğu kural koyucu bir üst-anlatı olmaktan çıkmış ve aksine kendisi bir seçeneğe dönüşmüştür.
Taylor 1500’lü yıllarda Tanrı’ya inanmamanın neredeyse imkânsız olduğu bir Batı toplumundan günümüz Batısına bu durumun yalnızca kolay değil, aynı zamanda kaçınılmaz bir durum arz ediyor olmasını sorgulamalarının başına koymaktadır. Nasıl olmuş da hayatın anlamını ortaya koyan ve Tanrı olmadan bir dünya tasavvur edilemeyen bir hayat ve evren tasarımından Tanrı’ya inanmanın sadece birçok seçenekten biri hâline gelen bir dünyaya ulaşılmıştır? “Tanrı’dan başka bir şeyin nasıl olup da ahlâkî ya da manevî özlemlerin, ‘tamlığın’ zorunlu nesnel bileşeni” olma durumundan dışlayıcı hümanizmaya
ulaşılmıştır? (Taylor, 2014b: 33).
Din Çağı ile Seküler zamanlar arasında en net ayrımı Taylor bu insan gönencini merkeze alan hümanizmada bulmaktadır: “Seküler bir çağ, insan gönencinin ötesindeki her türden hedefin silikleştiği, daha doğrusu insan yığınları açısından bu silikleşmenin tahayyül edilebilir bir hayat içinde yer bulduğu çağdır” (Taylor, 2014b: 25).
Sekülerizm ve Din-Vicdan Özgürlüğü
Taylor birçok yerde modern demokrasilerin seküler olması gerektiği düşüncesinin modern toplumsal tahayyülde sabitleştirilmiş bir fikir olduğundan bahsederek bunu eleştirir (Taylor, 2009: XI; Taylor, 2014a: 59). Burada kastedilen sekülerliğin anlamını ise iki farklı şekilde açıklayan görüşlere yer vermiştir. Birinci yaklaşıma göre sekülerizm dinin kontrol edilmesi ve kamusal hayattaki yerinin ve konumunun tayin edilmesiyle ilgilidir. Bu anlayış Taylor’a göre dine dair en ufak bir göstergeyi bile lâikliğe karşı bir düşmanlık işareti olarak görmekte
ve kamusal hayatta hayat hakkı tanımamaktadır. Örneğin Fransa’daki başörtüsü meselesinde kız öğrencilerin taktıkları başörtüsü “gösterişli bir işaret” olarak damgalanmıştır ve kamusal hayatta yeri olmadığına hükmedilmiştir. Dolayısıyla Fransa modelinde ve bundan esinlenen Türkiye ve Tunus gibi baskıcı lâiklik modellerinde dinin ve dinî kurum ve faaliyetlerin geriletilmesine, kontrol edilmesine ve baskı altına alınmasına dayalı bu birinci yaklaşımın benimsendiğini söyleyebiliriz. İkinci anlayışa göre ise sekülerizm inanç ve inançsızlık alanındaki tüm dinî ve metafizik çeşitliliğin yönetilmesi sorunudur. Taylor’ın birçok sefer ifade ettiği üzere modern seküler durumun en temel belirleyici özelliklerinden biri kişinin kendi inancını seçebilme özgürlüğü ve yetisidir. Dolayısıyla modern seküler demokrasilerde farklı seçimlere dayanan çeşitlilik baştan öngörülmektedir. Bu yaklaşımda sadece dine ve din kaynaklı dünya görüşlerine ve faaliyetlere değil, dindışı veya din karşıtı inanç ve felsefelere de bazı kısıtlamalar getirilmesi öngörülmektedir.
Taylor sekülerizmin ilkesel olarak var olduğu çeşitli siyasî rejimleri ele almakta ve genel olarak temel alınması gereken ilkenin tarafsızlık olması gerektiğini ifade etmektedir. Bu bağlamda sekülerizm rejimlerinin ve siyasî teşkilatlanmasının ilkeleri üç temel değer üzerine kuruludur:
- Kişinin ve özel alanının özerkliğine dayalı vicdan özgürlüğü,
- Ateist, agnostik veya başka inançlara sahip her türlü grubun tam eşitliği,
- Kamusal alanda geçerli bir evrensellik ilkesi (bu ilke de herkesi kapsayan ortak yasanın halkın ortak çıkarlarını koruyor olmasına dayanmaktadır) (Taylor ve Maclure, 2011: 25).
Taylor, sekülerizmin seküleristlere bırakılmayacak kadar önemli bir ilkesel çerçeve olduğunu çünkü hem vatandaşlar arasındaki eşitliği ve hem de inanç ve inançsızlık özgürlüğünü
temin ettiğini ifade etmektedir. Böylece demokratik toplumun vazgeçilmez değerlerinden biri olarak din ve vicdan özgürlüğünün tesis edileceğini savunmaktadır.
Taylor sekülerliğin ve sekülerizmin kültürlararası bağlamda farklı anlamlarının olabildiğine değinirken yeni bir alternatif önermektedir: “aşkın hümanizm”. Bu, Taylor’ın bir tür dışlayıcı ve ayrıcalıklı sekülerizm olarak adlandırdığı ve kutsal gelenekleri, anlatıları, hatıraları ve hafızayı reddeden seküler dışlayıcı hümanizm ile dinsel dogmatizm arasına koyduğu seçenektir.
Kurama Yöneltilen Temel Eleştiriler
Taylor sosyal değişmenin temel unsurlarından olan sosyal hareketleri, seçkin sınıf-kitleler etkileşimini ve bunların bireylerle, diğer yapı ve örgütlenmelerle ilişkilerini yeterince analiz etmemiştir. Bütün bunlar Batı’da dinî değişmeyi anlamada anahtar niteliğindeki öğelerdir. Dolayısıyla dinî değişmenin doğasını yeterince net bir biçimde ortaya koyamamıştır. Taylor aynı zamanda bu dinamiklerin kültürel alandaki etkilerini analiz etme konusunda da yetersiz kalmaktadır.Tarihsel süreç içerisinde dinî geleneklerin ve bunların alt kültürlerinin
nasıl dönüşümler geçirdiği Taylor’ın din kuramında eksik kalan kısımlardan biridir. Örneğin Taylor’ın ele aldığı Katoliklik örneğinde Kilise içerisinde son yüz yılda hızlanan
sosyal hareketliliğe dair herhangi bir tahlil yapılmamıştır.Taylor’ın sekülerlik
analizleri büyük ölçüde antropolojik verilerden yoksundur. Bazı eleştirmenler Taylor’ın ahlâk kuramının temellerinin ve ahlâkî gerçekçiliğinin onun Katolikliğinde saklı
olduğunu savunmuşlardır ve bu eleştirmenlere göre Taylor’la aynı dinî inancı –teizm– paylaşmayanlar onun ahlâk kuramını da kabul etmekte zorlanacaklardır. Bu iddiayı savunanlar onun, “insanların ahlâkî hayatı öznel olmayan bir tarzda deneyimlediği” yönündeki iddiasının aşkın bir iyilik kaynağı ihtiyacıyla oluştuğunu ve bu kaynağın da büyük ihtimalle Hıristiyan Tanrısı olduğunu savunurlar (Abbey, 2004: 32). Taylor’ın bu yaklaşımıyla Hıristiyan etiğini doğallaştırdığı ve onun “aşkınlık” kavramının âdeta insanüstü bir fenomene ve doğaüstüne işaret ettiği eleştirisi yapılmıştır.
Genel Değerlendirme ve Sonuç (Kuramsal Katkılar ve Nihaî Değerlendirme)
Taylor’ın Batı’da sekülerleşmeye dair bir dizi sosyolojik görüşe dayanan üst-anlatısı kendi içinde tutarlı ve sistematik bir Taylor sosyolojisi olarak ele alınabilir. Taylor sosyolojisi onun insan benliği, modern toplumsal tahayyül ve bilgiye dair felsefî görüşlerine dayanmaktadır. Taylor din ve sekülerlik konusunda fenomenolojik bir yaklaşım sunar. İnsanların fenomenolojik tecrübesini esas alan bir yaklaşım benimser. Sekülerliğe dair getirdiği yeni yaklaşım da inancın ve inançsızlığın koşullarına odaklanan ve insanların inancı deneyimleme biçimlerini merkeze alan bir yaklaşımsergiler. Sonuç olarak, çok boyutlu ve çok katmanlı sekülerlik analiziyle klasik sekülerleşme tezine de yeni bir açılım getirir.
Taylor’ın çoğunlukla hâkim olan, çoğulculuğun sekülerizmle ilişkili olduğu yönündeki görüşe karşı üç büyük semavî dinin tek tanrıcılığının da başka bir ontolojik ahlâkî çoğulculuk sunduğunu savunarak dışlayıcı hümanizma düşüncesine karşı küresel ölçekte bir cevap vermiş olması önem arz etmektedir.