
O Loncasının yeni bir yıldızı olarak kabul edilir, daha az cümle ile günlük hayatımızı taşıyan düşünce binasını çökertebilir.
Bundan dolayı kendisine hayranlık duyulur ve saldırıya uğrar. Berlinli filozof Byung-Chul Han ile bir söyleşi
“Üzgünüm, ama bunlar gerçekler”
Byung-Chul Han, Prenzlauer Berg’deki “Café Liebling’i” buluşma yeri olarak önerdi. Utangaç filozof, Berlin Sanat Üniversitesi’nde ders veriyor ve “yorgunluk toplumu” ve “şeffaflık toplumu” üzerine kitaplarla dikkatleri üzerine çekti. Söyleşilerden kaçınıyor.
Toplantı için kararlaştırılan saatin üzerinden on dakika geçti. Oturmamızı mı istiyor? Han, caddeye aşağı bisikletle geliyor. Oturdu ve bir kola sipariş etti.
ZEIT Wissen: Şu an nereden geliyorsunuz?
Byung-Chul Han: Her zaman olduğu gibi çalışma masamdan.
ZEİT Wissen: Ne üzerine çalışıyorsunuz?
Han: Güzellik hakkında yeni bir kitap yazıyorum. Botho Stauss ile yapılan bir söyleşiyi okurken bu kararı almıştım. ” Sizde olmayan ne?” sorusunu, Botho Strauss şöyle cevaplar: “Güzel.” Daha fazlasını söylemedi – bende eksik olan güzel ve ben bunu anladım. Daha sonra karar verdim, güzel hakkında bir kitap yazıyorum.
ZEİT Wissen: Artık güzelliği düşünüyorsunuz. Düşünme aslında somut olarak nasıl görünüyor.?
Han: Düşünmek, benzerlikleri algılamakla ilgilidir. Çoğu zaman, aniden, (meydana gelen)olaylar arasında, şimdiki bir olay ile daha önceki bir olay arasındaki benzerlikleri algıladığımı deneyimliyorum. Ya da aynı anda gerçekleşen şeyler arasında. Bu ilişkileri takip ediyorum.
ZEİT Wissen: Peki bu, “Güzel” için ne anlama geliyor?
Han: Bugün olan ya da bugün popüler olan farklı şeyler arasında bir bağlantı görüyorum. Mesela: Brezilya Ağdası (istenmeyen tüylerden kurtulmak için üretilmiş ağda çeşitlerinden birisidir.) , Jeff Koons(Amerikalı heykeltıraş ve ressam) ve iPhone’un heykelleri arasında.
Niels BOEING ve Andreas LEBERT, Filozof Byung-Chul Han’ın dünya görüşünün, kendilerini kasvetli bir havaya sokacak duruma getirmesine hazırlıklıydılar. Ancak dört saatlik sohbetten sonra neredeyse canlı bir atmosfer oluştu. Belkide bu durum, Han’ın, aşırı iyimserlik deprasyona yol açar şeklindeki tezinin tasdiki gibi.
Zeit Wissen: Vücut kıllarının alınmasını bir akıllı telefon ve bir sanatçıyla mı karşılaştırıyorsunuz?
Han: Benzerliği görmek oldukça kolay: Pürüzsüz. Pürüzsüz varlığımızı karakterize ediyor. LG’nin bir akıllı telefonu olan G Flex’i tanıyor musunuz? Bu akıllı telefon özel bir kaplamaya sahip: Oluşan çizikler en kısa sürede kayboluyorlar, bu yüzden kendiliğinden iyileşen bir cilde, neredeyse organik bir cilde sahiptir. Yani,bu akıllı telefon oldukça pürüzsüz kalıyor. Merak ediyorum: bir nesnede ortaya çıkan birkaç çizik neden rahatsız edici oluyor? Pürüzsüz bir yüzey için bu kadar çaba niye ? Böylece, Pürüzsüz akıllı telefon, pürüzsüz cilt ve aşk arasında bir bağlantı ortaya çıkıyor.
Zeit Wissen: Aşk mı? Lütfen buna açıklık getiriniz.
Han: Akıllı telefonun bu pürüzsüz yüzeyi, herhangi bir yaralanmaya açık olmayan bir cilt yapısında. Ve gerçekten bugün aşkta, her yaralanmadan kaçınılması gereken bir durum değil mi? Korunmasız olmak istemezsiniz, kendinizi incitmekten ve incinmekten korkarsınız. Aşk için yüksek bir bağlılık gerekir. Ancak, yaralanmaya yol açacağı endişesiyle bu yüksek bağlılıktan kaçınılır. Kişi tutkudan kaçınır ve aşık olmak zaten çok fazla yaralanmadır.Aşık olmak, Fransızca söylenecek olursa “tomber amoureux” olmaması gereken şey . Aşık olmak, çok olumsuz, kaçınılması gereken bir yaralanma. Bunu başka bir düşünce ile ilişkilendiriyorum …
Like” Beğen ” çağında yaşıyoruz . Facebook’ta Dislike”Beğenme” butonu yok, sadece Like”Beğen” var. Ve bu “Like” iletişimi hızlandırırken, “Dislike” iletişimi engelliyor. Ayrıca bir yaralama iletişimi durgunlaştırır. Bugün sanat bile artık acı vermek istemiyor. Jeff Koons’un heykellerinde yaralanma yok, kırılma yok, çatlama yok, kırılma noktaları yok, keskin kenarlar yok, dikiş yok. Her şeyin geçişleri yumuşak, pürüzsüz akıcıdır. Her şey yuvarlak, cilalı, düzleştirilmiş görünüyor – Jeff Koons’un sanatı pürüzsüz bir yüzey hedefliyor. Bugün bir iyilik kültürü ortaya çıkıyor. Bunu politika ile de ilişkilendirebilirim.
ZEİT Wissen: Oluşan düzgün bir politika var mı?
Han: Bugün politika bile yüksek angajmandan kaçınıyor. Bir hatır için politika uygulaması oluşuyor. Bu oluşan uygulamaya uygun örnek bir politikacı kimdir? Belki Angela Merkel . Bu yüzden o kadar popüler . Açıkcası, kendisi sağlam bir duruş ve vizyona sahip değil. Sokağı gözlemliyor ve sokaktaki atmosfere göre fikrini değiştiriyor. Fukuşima’daki nükleer felaketten sonra aniden nükleer enerjiye karşı çıkıyor. Onun da gerçekten pürüzlü olduğu söylenebilir. Bugün, aslında pürüzlü bir politika ile uğraşıyoruz.
Pürüzsüz cilt, pürüzsüz sanat ve pürüzsüz politika arasında ilginç bir bağlantı var. Bununla birlikte, empatik anlamda politik eylem bir vizyon ve yüksek bir angajman gerektirir. O ayrıca zararda verebilir. Ancak günümüzün pürüzsüz politikası bunu yapmaz. Sadece Angela Merkel değil, bugünün politikacıları bunu yapabilecek durumda değil. Onlar sadece sistemle uyumlu olanlardır. Alternatifleri olmadığı güzel görüntüsü altında, systemin bozulan yerlerini onarıyorlar. Ancak politika bir alternatif sunmak zorunda. Aksi halde diktatörlükten bir farkı olmaz. Bugün neoliberalizm diktatörlüğünde yaşıyoruz. Neoliberalizmde, her birimiz kendi kendimizin girişimciyiz. Marks’ın zamanında kapitalizm çok farklı bir çalışma yapısına sahipti. Ekonomi, fabrika sahiplerinden ve fabrika işçilerinden oluşuyordu, hiçbir fabrika işçisi kendi yerinin patronu değildi. Yabancı bir sömürü vardı. Bugün kendi kendini sömürü yaşanıyor – Kendi hayallerimi gerçekleştirmek için kendimi sömürüyorum.
“Özgürlük, baskının karşı figürüdür”
ZEİT WİSSEN: Bu nedenle neoliberalizm terimi genellikle solun mücadele kavramı olarak adlandırılır.
Han: Bu doğru değil. Neo-liberalizm, bugünün toplumunun durumunu çok iyi tarif ediyor, çünkü bu, özgürlüğün istismarı ile ilgilidir. Sistem gittikçe daha üretken olmak istiyor ve böylece dış sömürüden kendini iç sömürüye geçiyor, çünkü bu, özgürlük kisvesi altında daha fazla verimlilik ve daha fazla randıman sağlıyor.
ZEİT WİSSEN:Analiziniz çok cesaret verici görünmüyor. Kendi kendimizi sömürüyoruz, ne aşkta ne de politikada, hiçbir şeyi riske atmıyoruz, incinmek ve incitmek istemiyoruz.
Han: Üzgünüm, ama bu bir gerçek.
ZEİT Wissen: Bir birey bu toplumda nasıl mutlu olabilir – ideallerimize dahamı fazla bağlı kalmalıyız?
Han: Sistem bunu zorlaştırıyor. Ne istediğimizi bile bilmiyoruz. Benim ihtiyaçlarım olarak algıladığım ihtiyaçlar benim ihtiyaçlarım değil. Primark her şehirde bulunmadığından, insanlar oraya ulaşmak için birlikte yolculuk organize ediyorlar. Ondan sonra geliyorlar ve neredeyse mağazayı yağmalıyorlar. Geçenlerde bir gazete makalesinde bir kızdan bahsediliyordu: Söz konusu olan kız Primark’ın C & A’nın (Bir başka mağaza) yanındaki Alexanderplatz’a taşındığını öğrendiğinde, neşeyle çığlık atmış ve Primark buraya geldiğinde hayatım mükemmel olacak diye söylemiş. Bu hayat onun için gerçekten mükemmel bir hayat mı, yoksa bu tüketici kültürünün yarattığı bir hayal mi? Orada neler olduğuna yakından bakalım. Kızlar yüz adet elbise alıyorlar, her elbise belki beş avro ediyor – ki bu bir çılgınlıktır, Çünkü bir giyim fabrikası çöktüğünde, Bangladeş gibi ülkelerde bu giysileri üreten insanlar ölüyorlar. Kızlar yüz çeşit elbise alıyorlar, fakat onları nerdeyse hiç giymiyorlar. Onları ne yaptıklarını biliyormusunuz?
ZEİT Wissen : Elbiseleri YouTube’da, Haul- videolarında tanıtıyorlar.
Han: Kesinlikle reklam yapıyorlar! Satın aldıkları kıyafetleri övdükleri tonlarca video oluşturuyorlar ve modeli oynuyorlar. Her YouTube videosu yarım milyon kez tıklanıyor. Tüketiciler giysi veya başka şeyler satın alıyorlar, ancak onları kullanmıyorlar, ancak reklamlarını yapıyorlar ve bu reklam yeni tüketime sebep oluyor. Yani, satın alınan şeylerin kullanımıyla bağlantısı kesilen mutlak bir tüketim ortaya çıkmıştır. Şirket, reklam işini tüketicilere yüklemiştir. Kendisi reklam yapmıyor Bu mükemmel bir sistem.
ZEİT Wissen: Buna karşı çıkmalı mı?
Han: Primark geldiğinde hayatım mükemmel olacaksa, ben neden buna karşı çıkayım ki?
ZEIT Wissen: Yeni kitabınız Psychopolitik’te “Özgürlük bir bölüm olacak”, diye yazıyorsunuz . Neden?
Han: Özgürlük baskının karşı figürüdür. Kişi bilinçsizce, özgürlük olarak maruz kaldığı kısıtlamayı kabulleniyorsa, bu özgürlüğün sonudur. Bu yüzden bir kriz içerisindeyiz. Özgürlük krizi, zorlamayı özgürlük olarak görmemizdir. Buna direniş mümkün değil. Beni bir şey yapmaya zorlarsanız, kendimi bu dışsal zora karşı savunabilirim. Ama beni zorlayacak birşey kalmazsa, o zaman direnişde mümkün olmaz. Bu yüzden kitabımın girişinde özdeyiş olarak, sanatçı Jenny Holzer’in “Beni istediğim şeyden koru”. şeklindeki meşhur cümlesini seçtim.
ZEİT Wissen:Yani Kendimizi kendimizden korumak zorunda mıyız?
Han: Bir sistem özgürlüğe saldırdığında, mücadele etmek zorundayım. Ancak, şüpheli olan şey, bugün sistemin özgürlüğe saldırmadığı, onu sömürdüğüdür. Örneğin, 1980’li yıllarda nüfus sayımı gerçekleştiğinde, herkes barikatlara çıktı. Hatta resmi bir makamda bir bomba bile patladı. İnsanlar sokaklara çıktılar çünkü, kendilerinden istekleri dışında zorla bilgi almaya çalışan devleti düşman olarak görüyorlardı. Bugün ise, hakkımızdaki verileri her zamankinden daha fazla ifşa ediyoruz. Neden protesto yok? Çünkü biz kendimizi o zamana göre özgür hissediyoruz. O zamanlar insanlar özgürlüklerinin saldırıya uğradığı, kısıtlandığı hissine kapılıyorlardı ve işte bu yüzden sokaklara dökülmüşlerdi. Bugün kendimizi özgür hissediyoruz. Verilerimizi gönüllü olarak veriyoruz.
ZEİT Wissen : Belki akıllı telefon, bize yardımcı olabileceği için, zararlarından çok faydalarını görüyoruz.
Han: Olabilir, ancak bu yapı toplumu Orta Çağın feodalizminden ayırmıyor. Biz serfdom’uz. (Serf: Derebeylik toplum düzeninde toprakla birlikte alınıp satılan köle.) Facebook gibi dijital feodal beyler bize toprak veriyor ve diyorlar ki: işleyin onu, ücretsiz olarak alıyorsunuz. Ve biz verilen bu toprağı deli gibi işliyoruz. Sonunda, efendiler geliyor ve mahsulü alıyorlar. Bu bir iletişim sömürüsüdür. Birbirimizle iletişim kuruyoruz ve böylece kendimizi özgür hissediyoruz. Feodal beyler bu iletişimden insafsızca yararlanırlar. Ve gizli servisler sizleri izler. Bu sistem son derece verimlidir. Buna karşı hiç bir protesto yok, çünkü biz özgürlüğü istismar eden bir sistem içerisinde yaşıyoruz.
“Bugünün dijital toplumu sınıfsız bir toplum değil”
ZEIT Wissen: Bununla nasıl başa çıkıyorsunuz?
Han: İletişim ağına bağlı olmadığım zaman, elbette bende herkes gibi huzursuz oluyorum. Ben de bir kurbanım. Bütün bu dijital iletişim olmadan, işimi ne profesör ve nede politika yazarı olarak uygulayamam. Herkes işin içinde, herkes bağımlı.
ZEIT Wissen: Büyük Veri Teknolojileri hangi rolü oynamaktadır.?
Han: Önemli bir rol, çünkü büyük veriler sadece gözetim için değil , özellikle insan davranışlarının yönlendirilmesi için de kullanılıyor. Ve insan davranışı kontrol edildiğinde, özgürlük hissi içerisinde verdiğimiz kararlar tamamen manipüle edildiğinde, özgür irademiz tehlikeye girer. Yani, (Big Data)Büyük Veri özgür irademizi tehlikeye atar.
ZEİT Wissen : (Big Data) Büyük Veri toplumda yeni bir sınıf ortaya çıkarır diye yazıyorsunuz.
Han: Bugünün dijital toplumu sınıfsız bir toplum değil. Acxiom veri şirketini ele alın : İnsanları kategorilere ayırıyor. Son kategorinin adı ” waste“ – Çöp. Acxiom, 300 milyon ABD vatandaşının verileriyle ilgileniyor, bu neredeyse tamamı demektir. Bu firma, amerikan vatandaşları hakkında, FBI’dan(Federal Soruşturma Bürosu) ,hatta muhtemelen NSA’dan(Ulusal Güvenlik Ajansı) daha çok bilgiye sahiptir. Acxiom’da insanlar yetmiş kategoriye ayrılıyor, ihtiyaca göre satın alınabilecek eşya gibi katologta sunuluyor. Piyasa değeri yüksek olan tüketiciler “Shooting Stars”(Yükselen Yıldızlar) grubunda bulunabilir. Onlar 26 ile 45 yaş arasında, dinamik, Jogging yapmak için erken uyanıyorlar, çocukları yok ama evli olabilirler ve vegan (Vejetaryenlik ya da et yemezlik, çeşitli nedenlerle et, balık, kümes hayvanları tüketmemeye denir. Et tüketmemenin yanında ayrıca hayvanların ürettiği yumurta, süt, bal vb. ürünleri de yemeyenlere ise vegan denir.)bir yaşam tarzını sürdürüyorlar, seyahat etmeyi seviyorlar, televizyon dizisi Seinfeld’i izliyorlar. Büyük Veri’nin yeni, dijital bir sınıf toplum yaratması budur.
ZEIT Wissen: Peki “Waste”(Çöp) sınıfına kimler giriyor ?
Han: Skoru kötü olanlar. Örneğin, onlar herhangi bir kredi alamazlar. Panoptikum’a (hücreleri gardiyana bakan dairevi hapishane)
ek olarak, Jeremy Bentham’ın ideal hapishanesi, sosyolog Zygmunt Bauman’ın dediği gibi “Bannoptikum” eşlik ediyor. Panoptikum, sistemin hapsolmuş mahkumlarını gözetim altında tutar, buna karşın Bannoptikum ise, sistemden uzak veya sisteme düşman insanları istenmeyen ve dışlayan biri olarak tanımlayan bir söylemdir. Klasik Panoptikum disipline hizmet ederken, Bannoptikum sistemin güvenliğini ve verimliliğini sağlar. İlginç olanı, NSA ve Acxiom’un birlikte çalışmaları, yani İstihbarat Servisi ile Piyasa el ele.
ZEİT Wissen: “Çöp” sınıfının sonunda belirli bir kritik boyuta ulaşması ve böylece kontrol toplumu içinde artık yönetilemez olması düşünülebilir mi?
Han: Hayır. Bunlar saklanıyorlar, utanıyorlar, Mesela “Hartzer”(Almanya’da 2002 yılında Sosyaldemokrat-Yeşiller koalisyonu zamanın da, sosyal yardımları kısıtlayan ve iş piyasalarını yeniden düzenleyen “Hartz IV” yasaları sonucu işsiz kalan ve sosyal yardımlar ile geçinen insanlara takılan lakab) diye tanımlananlar. Onlar Sürekli korkutuluyorlar. Hartz’lerin burada nasıl bir korku içerisinde yaşadığı gerçeği korkunç. Bannoptikum içinde tutsaklar, korku hücrelerinin dışına kaçamazlar. Çöp gibi muamele gören, çok sayıda Hatzer tanıyorum. Dünyanın en zengin ülkelerinden birinde, Almanya’da insanlara pislik gibi davranılıyor. Onurları ellerinden alınıyor. Tabii ki, bu insanlar protesto etmiyorlar çünkü utanıyorlar. Bu durumdan toplumu sorumlu tutmak, suçlamak yerine kendilerini suçluyorlar. Bu sınıftan herhangi bir politik aksiyon beklenemez.
ZEİT Wissen: Oldukça depresif bir durum. Bütün bunlar nerede son bulacak?
Han: Zaten, maddi kaynaklar açısından, her halükarda bu durum böyle devam edemez. Petrol üretimi belki 50 yıl daha sürebilir. Biz burada, Almanya’da bir hayal aleminde yaşıyoruz. Üretimin büyük ölçüde yerini değiştirdik. Bilgisayarlarımız, kıyafetlerimiz, cep telefonlarımız Çin’de üretilmektedir. Fakat çöl Pekin’e daha da yaklaşıyor. Ve orada hava kirliliğinden zorlukla nefes alınabiliyor. Kore’deyken, sarı toz bulutlarının Seul’a kadar geldiğini görmüştüm. Koruyucu bir maske takmanız gerekiyordu, çünkü ince toz ciğerlere zarar veriyor. Orada işlerin gelişimi dramatik bir hal alıyor. Bir süre daha iyi kötü böyle devam etse bile – bu nasıl bir hayat? Ya da günün her saatinde, tansiyon, şeker, yağ oranı ölçümlerini yapmak için bedenlerini mümkün olan tüm sensörlerle donatan ve verileri internette yayınlayan insanlara bakınız. Bu (Self-Tracking) Öz-izleme olarak adlandırılıyor . Bu insanlar zaten birer zombi, onlar tel üzerinde bilinmeyen güçler tarafından oynatılan kuklalar gibidirler, Georg Büchner’in Dantonun Ölümünde olduğu gibi bilinmeyen kimselerce oynatılıyorlar.
(Bu noktada Cafe Liebling’de sohbetin çoğu kez melodisini yitirme tehlikesinde olduğunu zikretmek gerekiyor. Sürekli masamıza yaklaşan ve sazlarını kayıt cihazlarımıza kuşkulu tarzda yaklaştıran sokak çalgıcıları geliyordu. Glenn-Miller’in parçalarını çalan bir saksofoncu, Paris havaları çalan bir akordeoncu, “Que Sera” nakaratlarıyla bir şarkıcı-gitarcı. Ama Byung-Chul Han son derece konsantre olmuş vaziyette konuşuyordu. Keskinlikle birbirine bağladığı cümlelerini düşüncesinde nasıl şekillendirdiği gözle görülür gibiydi. Böyle anlarda tüm konsantrasyonu düşünce aleminde yoğunlaşıyor – düşüncelerini sunduğu insanlarda değil. Eğlence programı bile onun aklını karıştıramamıştı.)
“Mutluluk, hedeflediğim bir şart değil”
ZEİT Wissen: Profesör Han, Siz önce Güney Kore’de metalurji okudunuz. Nasıl olduda, çiçeği burnunda bir metalteknikeri Byung-Chul Han’dan, bir filozof ve katı bir sistem eleştirmeni oldu?
Han: Ben bir teknisyenim. Çocukken, radyo ve diğer elektronik ve mekanik cihazlar üzerinde amatörce tutkulu bir şekilde çalışırdım. Aslında, elektrik veya makine mühendisliği okumak istemiştim, ancak metalurjide karar kıldım. Gerçekten hevesli bir teknisyen ve amatörce el işleri ile uğraşan (hobileri olan) birisiydim .
ZEİT Wissen: Neden bıraktınız?
Han: Çünkü, bir kez kimyasallarla deney yaparken bir patlama oldu. Bugün hala bu olaydan kalan yara izleri var. Neredeyse ölüyordum ya da en azından kör kalabilirdim.
ZEİT Wissen : Bu nerede oldu?
Han: Seul’deki evimde. Ben öğrenciydim. Tüm gün boyunca keser, biçer, lehimlerdim. Çekmecelerim teller, ölçme aletleri ve kimyevi maddelerle doluydu. Bir tür simyagerdim. Metalurji modern bir simyadır. Ama patlama gününden bu tarafa bu işleri bıraktım. Bugün hala amatörce el işleri yapıyorum, ancak tellerle veya havya (Lehim yapme aleti) ile değil. Düşünme de yapma çatma işidir. Düşünmekde bir patlamaya neden olabilir. Düşünmek en tehlikeli etkinliktir, belki de atom bombasından daha tehlikelidir. Dünyayı değiştirebilir. Bu nedenle, Lenin şunları söylemiş: “Öğren, öğren, öğren!”
ZEİT Wissen : İnsanları yaralamak mı istiyor sunuz?
Han: Hayır. Ben, mevcut olanı, görüneni tasvir etmeye çalışıyorum. Bazı şeyleri anlamak zor. Bu yüzden daha fazlasını görmeye – görebilmeyi öğrenmeye çalışıyorum. Gördüğüm şeyleri not ediyorum. Kitaplarımda yazdıklarım yaralayabilir, çünkü görülmek istenmeyen şeylere parmak basıyorum. Ben değil, analizlerim acımasız, özellikle içinde yaşadığımız dünya acımasız, delice ve manasız.
ZEİT Wissen : Mutlu biri misiniz?
Han: Bu soruyu kendime sormuyorum.
ZEIT Wissen: Sorunun kendimize sorulmaması gerektiğini mi düşünüyorsunuz?
Han: Bu aslında anlamsız bir soru. Mutluluk illa ulaşmaya çabaladığım bir durum değil. Bu Terimin tarif edilmesi gerekir. Mutluluk denince siz ne anlıyorsunuz.?
ZEİT Wissen : Oldukça basit: Dünyada olmayı seviyorum, dünyada kendimi evimde gibi hissediyorum, dünyada mutluyum, iyi uyuyorum.
Han: Sonuncusuyla başlayalım. Kötü uyuyorum. Öceki gün, filozof Wilhelm Schmidt ile müzikle dolu iyi yaşam hakkında sempozyuma başladım: Goldberg Varyasyonları. Bach Goldberg varyasyonlarını şiddetli uykusuzluk çeken bir Kont (Avrupada bir soyluluk ünvanı) için bestelemişti. İzleyicilere, Marcel Proust’un “kaybedilen zamanı ara”nın ilk cümlesini hatırlattım . Bunun Almancası şöyle; “Uzun süredir erken yatıyorum.” Ancak Fransızca’da: “Longtemps je me suis couché de bonne heure.” Bonheur şans demek. Doğru çeviri şöyle olur: “Uzun süre mutlu bir şekilde uyuyordum.” Seyirciye, iyi uykunun iyi ve mutlu bir yaşamın göstergesi olduğunu söyledim. Benim de uyku problemim var.
ZEİT Wissen: Uyuyamadığınızda ne yapıyorsunuz?
Han: Ne mi yapıyorum? Orada öyle yatıyorum. Diğer bir noktaya gelince: Dünyada olmaktan mutlumuyum? Yanlışlıklarla dolu dünyada olmaktan nasıl mutlu olunabilir? Mümkün değil. Bu yüzden mutlu değilim. Dünyayı çoğu zaman anlamıyorum. Bana çok saçma geliyor. Saçmalamalar içinde mutlu olunamaz. Mutluluk için çok hayal kurmaya ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.
ZEIT Wissen: Mutlu oluyorsunuz …?
Han: Ne için?
ZEİT Wissen: Herhangi bir şey için!
Han: Dünyadan mutlu olamam.
ZEİT Wissen: Bir parça lezzetli pastadan?
Han: Ben pasta yemem. İyi bir yemekten mutlu olabilirim, ama Berlin’de, Almanya’da yemekler bir sorun. Almanlar iyi yemekleri beğenmiyor gibi görünüyor. Belki bu beğenmeme duygusu Protestanlıktan kaynaklanıyor olabilir. Asya’da, yemek kültürü tamamen farklıdır ve çok yüksek bir değere sahiptir. Almanya’dakinden farklı olarak, yemek için çok para harcanıyor. Mesela Japonya’da: yemek orada bir kült ve estetiktir. Özellikle bu yemeklerin inanılmaz tazeliği! Güzel kokulu pirinç bile sizi mutlu edebilir.
ZEIT Wissen: Bu bir parçacık mutluluğa benziyor. 30 yıldır Almanya’da yaşıyorsunuz. Buna nasıl katlandınız?
Han: Dayanmak olarak adlandırmak istemem. Almanya’da yaşamayı seviyorum. Buradaki huzuru seviyorum. Böylesi Seul’da yok. Hepsinden önemlisi, Alman dilini ve kelimelerini seviyorum. Kitaplarım okunduğunda, bu fark edilir. Burada çok iyi felsefe yapabileceğim bir dil var. Evet, burada beni mutlu eden şeyler var. Yemekler mutlu etmesede, Glenn Gould tarafından oynanan Bach mutlu ediyor. Bach’ı sıklıkla saatlerce dinliyorum. Schubert’in kış seyahati , Schumann’ın şair sevgisi ve Bach olmadan Almanya’da bugüne kadar kalabilirmiydim bilmiyorum. Felsefe tahsilimin yanında, çok zaman şarkı söylerdim, özellikle Schumann’ın ve Schubert’in şarkıları, bunun içinde ayrıca çok müzik dersi aldım. Winterreise(Kış seyahati) şarkısını piyano eşliğinde söylemek çok güzel …
“Dil bugün konuşulmuyor”
ZEİT Wissen: Güzel şeyler de var! Dünya hakkında kötü konuşarak çok zaman harcıyorsunuz.
Han: Belki. Aslında öğrencilerime umutsuzluk aşılıyorum, çünkü onlara derslerimde tüm bu sorunları anlatıyorum. Son dersimde bugün çözümleri ele alacağız dediğimde, bazıları alkışladı. Nihayet! Bizi artık umutsuzluktan kurtarıyor!
ZEİT Wissen: Ne kadar güzel. Bizde, zaten sizinle çözümler üzerine konuşmayı istiyoruz.
Han: Çözümler üzerinde çalışmak istiyordum, ancak daha sonra daha fazla sorunlara işaret etmek zorunda kaldım.
ZEİT Wissen: Pekala. Daha ne gibi sorunlar var ?
Han: Günümüzde bir lisan kalmadı – suskunluk ve çaresizlik var. Lisanın dili tutulmuş. Bir yanda muazzam bir gürültü, bir iletişim gürültüsü, diğer yanda ürkütücü bir sessizlik var. Ve bu sessizlik suskunluktan farklı bir şey. Sükut birçok anlamlar taşır. Sükutun bir lisanı vardır.Sükunet anlamlıdır. Sükunet aynı zamanda lisan olabilir. (Sükut ikrardan gelir) Ancak gürültünün lisanı yoktur. Geriye sadece suskun, gürültülü bir iletişim kalıyor ki, bu bir sorundur. Bugün bilgi diye birşey yok, sadece bilgilen(dir)me var. Bilgi, bilgilenmekten farklı bir şeydir. Bilgi ve hakikat bugün çok modası geçmiş şeyler. Bilgi aynı zamanda tamamen farklı bir gelişim yapısına sahiptir. Geçmiş ve gelecek arasındadır. Ve bilgilenmenin (Enformasyonun) dayandığı zaman anlıktır. Bilgi aynı zamanda tecrübeye dayanır. Bir usta bilgisinin ustasıdır. Bugün bir amatörlüklük terörü ile yaşıyoruz.
ZEİT Wissen: Bilimin bu hususta yaptığını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bilgi üretmiyormu?
Han: Günümüzde bilim insanları bilginin sosyal bağlamı üzerinde düşünmüyorlar. Onlar pozitif taraflarını araştırıyorlar. Her bilgi bir hakimiyet ilişkisi içinde gerçekleşiyor . Hakimiyet ilişkisi, yeni bir olumsuz söylem, yeni bir bilgi, yeni bir söylev oluşturur. Bilgi her zaman bir güç yapısına dayanır. Sadece bu gücün büyüsü altında kalmadan ve bilginin bağlamını düşünmeden pozitif araştırmalar yapılabilir. Bağlamsallık üzerine bu yansıma bugün gerçekleşmemektedir. Felsefe de positif bir bilim haline gelir. Topluma değil, sadece kendisine atıfta bulunur. Böylece, bu onun topluma karşı körleşmesidir.
ZEIT Wissen: Bunu bütün bilimsel toplulukla mı ilişkilendiriyorsunuz?
Han: Az ya da çok. Artık, kendi etkinliklerine eleştirel bir yansıma olmadan, bir Google bilimi var. Beşeri bilimlerin kendi faaliyetleri hakkında eleştirel düşünmeleri gerekir, ancak buda olmuyor. Mesela, günümüzde birçok kişi duygu araştırması yapıyor. Bu araştırmaya katılan bir bilim insanına sormak istiyorum: Yaptığınız şeyi neden yapıyorsunuz? Kendi faaliyetleri hakkında düşünmüyorlar.
ZEİT Wissen: Ne önerirsiniz?
Han: Beşeri bilimlerin sahip olduğu sosyal uygunluk düzeyi nedir, mesele bu. Kişinin kendi araştırmasının sosyal arka planı hakkında net olması gerekir, çünkü her bilgi hakim yönetim sistemine bağlıdır. Bugün duygu araştırması neden bu kadar yoğun uygulanmaktadır? Çünkü, belki de, bugün duygular üretken bir gücü temsil ediyor. Duygular etki altına alınırsa, insan davranışı bilinçaltı bir düzeyde kontrol edilir ve manipüle edilir.
ZEİT Wissen: Şimdi bir komplo teorisyeni gibisiniz. Daha fazla zeka ile daha iyi bir sistem oluşturmak mümkün müdür?
Han: Zeka intel-okuma, arada bir okuma, bir ayrımdır. Zeka, bir sistem içinde ayırt etme faaliyetidir. Zeka yeni bir sistem, yeni bir dil geliştiremez. Akıl, zekadan oldukça farklı bir şeydir. Çok zeki bir bilgisayarın insan aklını kopyalayabileceğini sanmıyorum. Tamamen akıllı bir makine tasarlayabilirsiniz, ancak makine asla yeni bir dil, tamamen farklı bir şey icat edemez, sanmıyorum. Bir makinenin aklı yoktur. Hiçbir makine kendisine kaydedilenden daha fazlasını üretemez. Akıl, kendisine verilenden fazlasını üretebilir, verilenden farklı şeylerde üretebilir , bu kesinlikle hayatın mucizesidir. Hayat budur. Hayat akıldır. Akılı makineden farklı kılan budur. Her şeyin otomatik hale geldiği, her şeyin logoritmalar tarafından yönetildiği yerde, hayat tehdit altındadır. Posthümanist Ray Kurzweil’in düşündüğü gibi, Ölümsüz, mekanik insan, artık insan olmayacak. Belki bir gün teknolojinin yardımıyla ölümsüzlüğe ulaşabileceğiz ve bunun için hayatımızı feda edeceğiz. Hayatımızı kaybetmek pahasına Ölümsüzlüğe ulaşacağız.
Çeviri : Mehmet Sadık SARIKAYA