Büyük Tartışma- Niyazi Berkes
Niyazi Berkes Kimdir?
Kıbrıslı Türk sosyolog ve bilim insanı. Özellikle Türkiye’nin Osmanlı döneminden günümüze kadar geçirdiği değişimler üzerine araştırmalar ve bunlara ek olarak da kuramsal sosyolojik çalışmalar yapmıştır. Berkes’in düşünsel çalışmalarına yön veren temel problem Türkiye’nin çağdaşlaşması konusudur. Gelenekselliğin değişmemek olduğunu belirten Berkes, geleneksellikte hiçbir yeniliğe yer olmadığını savunur.
Niyazi Berkes – Türkiye’de Çağdaşlaşma Genel Çerçeve;
- Berkes’in ortaya koyduğu çalışmalar özellikle cumhuriyetçi ve Kemalist rejimin en önemli kaynakları arasında.
- Niyazi Berkes bize bir anlamda Türk modernleşmesinin dinle bitmek tükenmek bilmeyen çatışmasını ve bu çatışmanın ürettiği değişimi, dinamizmi kitabında ortaya koymaya çalışır.
- Niyazi Berkes, 1700’lerden başlayarak Osmanlı modernleşmesinin Batıyla buluşma süreçlerini ele alır ve bu modernleşmenin paradigmalarını ele alır.
- Modernleşmeyi geleneksel artıklardan, geleneksel bakiyeden, kör gelenekten kurtulmak olarak algılar.
- Kitapta din, başka diğer ögeler gibi terk edilmesi, ya da kontrol altında tutulması, ya da daha tehlikeli bir biçimde ona ilişkin bütün argümanların hayattan çekilerek daha modern, seküler bir çerçeve ortaya koymak hedeflenir.
- Berkes, modernleşme girişiminin aslında dinle girilen bir savaştan ibaret olduğunu göstermeye çalışır. Öyle bir modernleşmeden söz eder ki artık yaşamın her alanında dinsel öğelerin olmadığı, çağdaş çerçevelerin olduğu bir hayat gözler.
Büyük Tartışma
1908 Devrimi – 2. Meşrutiyetin ilanından sonraki süreci ele alacağız.
Ülkemizde çağdaşlaşma bunalımı 1908-1918 yılları arasında yaşanmıştır diyebiliriz. Belli bir sürecin sonuna tekabül eder.
İlk Sorun: Devlet Sorunu
- Batılılaşmaya göre, devlet dinden arınmadığı için çağdaş değildir.
- İslamlaşmaya göre, gerçek İslam devleti değil.
- Türkleşmeye göre, ulusal bir devlet değil.
Tanzimat döneminde başlayan dini devletten ayırma süreci, devleti ileri götürmek için bir şarttı ancak bu fikrin önü Yeni Osmanlılar ideolojisiyle birlikte kapandı.
1876 anayasasında İslam’ın, devletin resmi dini olması ve Abdülhamid’in tutumları, Osmanlılığın Müslümanlığın ve Türkçülüğün karşısında Avrupa’yı model olarak göstermek konusunda zorlaşıyor. Ütopik bir görüş olmaktan ileri geçemiyordu (Batılılaşma fikri)
İslamcılara göre devletin baş görevi şeriatı uygulamaktır. 1876 anayasasını sonuna kadar savunmuşlardır çünkü parlamentoya karşı halifenin siyasi egemenliğinin korunması gerektiğini düşünüyorlardı. Şari varken milletvekilleri hüküm/anayasa koyamaz. Parlamento için teşri kelimesinin kullanımına karşılar. İslam’da, batıda var olan sorunlar yoktur örneğin, eşitlik, milliyet. İslam devletinde demokrasiye gerek yoktur çünkü adalet vardır anlayışı hakimdir (İslamlaşmaya göre)
İkinci Sorun: Ulusçuluk Sorunu
İttihat ve Terakki iktidarı güçlü muhalefet karşısında duramadı ve parlamento dağıldı. Anayasanın aldığı son biçim muhafazakâr kesime uygundu ancak Balkan Savaşıyla birlikte dincilik havasının yanında ulusçuluğun etkisinde artış gözlemlenmiştir. Türk hükümeti, Türk ordusu, Türk Hakanı gibi terimler meydana geldi. İslamcılar buna da karşıydı çünkü bu ümmet ideolojisiyle zıt düşmekteydi. İslamcılara göre Türkçülüğün iddia ettiği Osmanlıların Tatarlar ve Moğollarla olan akrabalığı, gerçeği yansıtmayan bir yalandır. 2. Abdülhamid zamanında (1913)
Türk milliyetçiliği karşısında Arapçılık doğuyor, Arap kavmiyeti akımı Ahmet Naim ile başlamış oldu.
Naim, bir kitap yazmış ve adeta milliyetçiliğe karşı savaş ilan etmiştir. Ona göre dinden ayrı bir devlet batıcılık akımı gibi İslam’a musallat olan bir mikroptur. Ona göre Türkçülük/Türklük, Rusya’dan gelen tatar Türkçülerin icat ettiği bir efsanedir. İslam’dan ayrı bir Türkçülük düşünülemez.
(Ahmet Naim’e göre) Bunun yanında Arapların milliyetçilik konusunda Türkler kadar ileri gittiğini düşünmez. Bir Müslüman Arapları üstün tutmalıdır, ulusçuluk yapmadan. Çünkü peygamberimizin ırkı Arap’tır, İslamcılara göre ulusçuluk Türk-Arnavut-Arap-Kürt vb. çeşitlerden oluşan İslam birliğini parçalar.
Balkan savaşı sonrası Osmanlı Türkleri arasında Pantürkizm yayılmaya başlamıştır, fikir babası ise Yusuf Akçura olmuştur. Türkçüler Ahmet Naim’in görüşlerine cevaben İslam’ın ulusçuluğa değil cahiliye devrindeki kabile asabiyetine karşı olduklarını söylemişlerdir. Arap coğrafyasının en başından beri birbirinden ayrık olup her zaman savaş halinde olduklarını öne sürer.
“Ahmet Naim’in Arapçılığı, ulusçuluk düşünüşünde yeni bir dönüm noktasına yer açar: (bu) Ziya Gökalp’in Türk ulusçuluğu ile Pantürkistlerin Türk ırkçılığı arasındaki farkları belirlemesine yol açtı. Ona göre İslam’a, Osmanlıcı ve Türkçü ulusçular yanlıştı. Birincisi, ulusçuluğu ümmetçilikle karıştırıyor ikincisi, ulusçuluğu bir siyasi birleşme ile karıştırıyor üçüncüsü ise, ulusçuluğu ırkçılıkla ‘kavmiyet’ ile karıştırıyordu. Ulusçuluğun temeli ne ümmet birliği ne Osmanlı birliği ne de ırktır.”
Ziya Gökalp ‘jeune’ yani jön akımını başlatmıştır ancak yeni Osmanlılar Türklüğü benimsemediği gibi jönlüğü de benimsememişlerdir.
Üçüncü Sorun: Dinde Reform Sorunu
Dinde reform meselesi 1908 devriminden sonra 3 ana akımın birleştiği önemli noktalardan biridir.
İslamcılar neden dinde reform istesin?
-Bu konu öncelikle şeyhülislamlık ve medreseleri ilgilendirmekteydi. Çünkü dine karşı yöneltilen eleştiriler en çok medreseler ve tarikatlar üzerinden geliyordu.
O dönemde medreseler fakültelerden kalabalık ve yaş aralığı 30-35 idi. Adeta askerden ve işten kaçanlar yuvası halinde gelmişti. Aydın din adamları yetiştirmesi gerekiyordu. Yaşanan 31 Mart olaylarından sonra mevcut ilahiyat sorunu artık bir dinsizlik sorunu haline gelmişti. Sait Halim Paşa, dinsizliğin her Müslüman toplumun başına gelebilecek felaketlerin en büyüğü olarak görmekteydi ve devletin ödevi, dinsizliğe karşı savaşmaktır.
-Batıcıların dinde reform istemesine rağmen bu konuda olumlu ya da yapıcı bir programı yoktu. “Darwin teorisinin okutulmasını küfür sayan bir ülke hala orta çağda yaşıyor demektedir” minvalindeki söylemlere sahiplerdi.
Abdullah Cevdet’e göre Müslümanlar kendi dinlerinin bilimsel tarihini batılılardan öğrenme durumuna düşmüşlerdi. Halbuki tarihimizi biz yazmalıydık ama şeriatçı bir zihniyetle değil. Batı bilginlerinin tarihimizle ilgili neler yazdığını da tanımak gerekirdi ama dinde reform konusunda en etkili görüş İslamcılardan ve batıcılardan değil ulusçulardan geldi.
Reform konusunu ilahiyat/dincilik ya da dinsizlik bağlamından kurtaran kişi Ziya Gökalp’tir. Dini devletten koparma olanağı görmüştü ve Atatürk döneminin devlet ayrımının çözümünün tersi bir çözüm bularak reformu hazırlama yolunda adımlar atmıştır. Din çağdaşlıkla, uygarlıkla uyuşmamıştır. Türk toplumunda örf ve şeriat ayrımını sunan kişi yine Gökalp’tir. Örfe şeklini veren nas değil, nassa şeklini veren örftür demiştir.
Ulusçular; gelenekler, şeriatı ilgilendirmeyen meseleler olduktan sonra geleneksel olarak şeriat alanına ait sayılan birçok sorun da aslında şeriat dışında ya geleneksel ya da çağdaş sorunlardır. Tüm bu düşünceler sonucunda din reformu, projeleri, girişimleri sonuç vermemiştir.
Dördüncü Sorun: Aile Sorunu
Yine 1908 devrimiyle birlikte gelen tartışmalardan biri aile konusudur. Özellikle batıcılar; kadının statüsü, toplumdaki yeri, peçe ve çarşaf kullanmaları, eğitimleri gibi konuları tartışmaların merkezi haline getirmişlerdir. Onlar, sorunların kaynağı ve Türk toplumunun geride kalmışlığının temel sebebi olarak ‘kadınların durumunun aşağılığı’ olduğunu dile getirirler. Yine batıcılara göre tüm bu tartışmaların sorumlusu din ve sürmesini sağlayanlar da din adamlarıdır.
Toplum içinde zamanla kadın figürü daha aktif hale geldi, peçe maksadını yitirerek süs mahiyetli kullanılmaya başlandı, kadın cemiyetleri ve onlara yönelik kurslar açıldı. Bu ve fazlası gelişmeler İslamcılara göre sapkınlık olarak nitelendiriliyor ve bunu dini kurallar ile temellendiriyorlardı.
Aile ve kadın konusunda en mantıklı analiz ve çözüm Ziya Gökalp’ten gelmiştir. O, kadın özgürlüğü sorununu üç kısma ayırır:
- Kadınların toplumsal hayata, özellikle ekonomik hayata ve serbest mesleklere katılması sorunu
- Erkek ve kadına sağlanan eğitim fırsatlarında eşitlik sorunu
- Evlenme, boşanma ve miras hukukunda kadınlara eşitlik sağlayacak adalet reformları sunumu
Gökalp, caiz ve şeriat ayrımı yaparak kadın konusunun şer’i bir konu olmadığını izah eder. Evlenme, boşanma, poligami ya da çalışma gibi caiz bırakılmış konuları şeriatın kapsamadığını dile getirir.
Beşinci Sorun: Din ve Eğitim Sorunu
1908 devrimiyle toplumun gelenekleri de sallantılı bir sürece girmiştir. Buradaki gelenekten kasıt, toplumun belirli alışkanlıklarıdır. Bu süreçte alaturka ve alafranga sorunu da meydana gelmiştir. Eğitimde de değişimler yaşanmaya başlanmıştır. Tanzimat dönemi maarif anlayışından farklı bir terbiye anlayışı gelişmeye başladı. Münevver tiplemesi yerine öğretmen tiplemelerine bıraktı. Öğretmen; ahlak, sanat, fikir ve hareketlilik gibi açılardan öğrencilerin örnek alacağı bir karakter olmalıydı. Bu dönem içerisinde okullara sosyal faaliyetler ve spor etkinlikleri de dahil olup ders sayılmaya başlandı.
Batıcılığı benimseyenler için iyi öğretmen düşüncesinin öncüleri Tevfik Fikret ve Satı Bey olmuştur. Tevfik Fikret’in idealinde bir ‘yeni mektep’ vardı. Bu mektep geleneklerden arınmış, girişimci bir yapıya sahip bir mektepti. Öğretim dili Türkçe ve İngilizce olmalıydı. Seçmeli diller artırılmalı ve liberalizm, özel girişimcilik dersleri de verilmeliydi. İslamcılar elbette sıbyan mektebi varken bu tipte bir okula karşı çıkacaklardı. Onlara göre okullarda her şeyden önce Kuran dersi okutulmalıydı.
Ziya Gökalp din dışı ahlak sorunu ve eğitimin toplumsal rolü konusunda iki tarafı (batıcı ve İslamcı) da eleştirmiştir. Ahlaki bunalımın okullarda din dersi vererek çözüleceğine inanmıyordu. Ancak okullar yeni, ulusal bir ahlak veremiyor üstelik düşünsel ve ahlaki anarşi de yaratıyordu. Gökalp, bu konunun kültür ve uygarlığın harmanlanarak çözülebileceğini düşünmüştür.
Türkiye’de İslamcı (medrese), Batıcı ve Devlet okulları mevcut ve neredeyse üçü de birbirine zıt karakterde insan yetiştirmektedir. Ortak bir kültür paydasında birleşilemedi dolayısıyla mevcut eğitim sistemi kültür yaratıcılığından uzak kalmıştır diyebiliriz.
Zamanla çözüm olarak medrese derslerine fizik, astronomi gibi fen ilimleri eklendi ve bu alanlarda yeniliklere gidildi. Maarif bakanlığı eğitim merkezlerini artırdı, edebiyat-tarih-felsefe derslerine ağırlık verildi. Ulusal bir eğitim politikası hedeflendi.
Altıncı Sorun: Ulusal Ekonomi Sorunu
Artık üç görüş de (İslamcılık, Batıcılık, Ulusçuluk) çağdaşlaşma konusunda hemfikir hale geldi.
İslam’ın ekonomi ahlakı bizi çağdaş uygarlığa götürecek niteliktedir çünkü İslam’ın sunduğu ekonomi, zenginin lehine fakirin aleyhine değildir. Sosyalizme de kapitalizme de ihtiyaç duymaz, kendi sistemi adalet temellidir.
Faiz ve sigorta konuları bu dönemin ve alanın tartışma konusu olmuştur. İslam yazarlarının çoğuna göre sigorta, faizin bir türevidir. Onlara göre gelişmesi gereken ümmet ekonomisidir, Müslüman Müslüman ile alım satım yapmalıdır.
Ulusçulara göre ise temeldeki sorun ümmet ekonomisi ya da onu geliştirmek değil, ulus ekonomisini geliştirmek ve bunun için çabalamaktı.
Ziya Gökalp bu konuda sosyalizme alternatif olarak Durkheim’den aldığı solidarizm (dayanışmacılık, sınıf çatışmasını reddetme) ideolojisini benimsemiştir.
Yararlanılan Kaynaklar
Berkes, Niyazi, Türkiye’de Çağdaşlaşma, sf. 429-472
https://islamansiklopedisi.org.tr/berkes-niyazi
https://tr.wikipedia.org/wiki/Niyazi_Berkes
Melek Feyza ZORLU, Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, İslami İlimler Fakültesi
feyzazorlu7@gmail.com