KişilerKuramlarMarifet Divanı AkademiMarifet Metinleri

Birey ve Toplum

Fatma Nur Ertan- AYBÜ Lisans 3. Sınıf Öğrencisi

Bilindiği üzere sosyoloji toplumları içinde bulundukları yer, zaman ve mekana göre nesnel ve somut koşullarıyla anlamaya çalışır. Toplumların tarihsel gelişim sürecinde nasıl gruplaştığını ele alır. Farklı toplumsal yapı arasında benzeşmeyi, farklılaşmayı, çatışma ve bütünleşmeyi ele alır. Sosyoloji çıkarımda bulunur kanun koymaz.

Sosyologlar, ağırlıklı olarak toplumun birey üzerindeki etkisine yoğunlaşırlar.

Sosyologların işi, toplumun bizi nasıl etkilediğini ve bizim kendi kaderimiz için ne yaptığımızı araştırmaktır. Bazı sosyologlar sosyalleşme sürecine vurgu yaparak, insan davranışının sadece bireysel eylemlerle veya kişisel seçimlerle; yani özgür irade ile açıklanabileceği fikrini reddederler. Toplumsal faktörlerin birey üzerindeki etkisini anlamak bakımından Durkheim’ın İntihar adlı eseri son derece önemlidir.

Birey: toplumu oluşturan ve topluluk içinde bağımsız bir varlığı olan, düşünsel, duygusal nitelikleri toplum içinde belirlenen insanların her biri.   Fert, şahıs gibi kavramlar birey kavramının eş anlamıdır.

Birey kavramı ne zaman ortaya çıkmıştır?

Birey kavramı, siyasi sistemlerin temel kavramlarındandır. Önce bireyin bu sistemdeki konumunun belirlenmesi gerekmektedir. Bundan sonra onun hak ve özgürlükleri şekillenecek, anayasal sistemin nasıl yapılanacağı ve hukuki sistemin sistem içerisinde insanı nereye konumlandıracağı belirlenecektir. Tarih boyunca birey farklı farklı konumlandırmıştır.

  • Antik Yunan Uygarlığında Birey Kavramı: Birey kavramı, günümüzde de çok tartışılan bir kavramdır ve aslında bu tartışmanın kökeni Antik Çağ’a dek uzanmaktadır. Antik Yunanlılarda köle ve yabancı statüsünde olmayan erkeklerin birey kavramının kapsamına girdiklerini, bunun dışında kalanların birey dolayısıyla yurttaş sayılmadığını bilmekteyiz.
  • Roma İmparatorluğu Dönemi: Roma hukukunda herkes eşit kabul edilmez. Statüler vardır. herkes hukuk karşısında aynı şekilde yararlanmaz. Özgür erkek yurttaşlar ( roma vatandaşı olan) diğerlerine oranla daha önceliklidir.
  • Karanlık Ortaçağ: ortaçağ insanı sorgulamamış , yeni düşünceler üretememiştir. Salgın hastalıklarla uğraşmıştır. Bu dönemde bireye ilişkin bir iz yoktur.
  • Yeniçağ ve Birey Kavramındaki Dönüşüm: Bu dönemde aydınlanma çağı ve Fransız Devrimi’nin etkileri vardır. Bu dönemde Descartes’le başlayan ben söylemi, aklın öne çıkması , insanı biz denen toplum fikrinden kopmaya ve bireyi kabul etmeye götüren adımların başında gelir. Buna Katolik kilisesi karşı çıkıyor. Çünkü; insanı biz olarak algılıyor.

Toplum: Üyeleri arasında işbirliği bulunan ve bu işbirliğini belirleyen kuralları olan ortak bir mekan ortak bir zaman ve ortak bir kültür algısının olduğu az ya da çok kurumsallaşmış ilişkiler bütünüdür.  Tanımda geçen ortak kültür kavramından kasıt ortak bir refleks vermek yani nerde nasıl davranacağını ortak kabul etmek demektir. Örneğin; ezan okunurken yatamazsınız.

Toplumun temel görevleri bulunmaktadır. Bunlar; neslin devamını sağlamak (biyolojik üretim), yeni nesli eğitmek yani sosyalleştirmelerini sağlamak ve toplumun üyesi yapmak (sosyalleşmenin faktörleri; aile  , medya, eğitim, akran grupları son yıllarda medya ailenin önüne geçmiştir) , bireye yaşamın anlamını ve amacını aşılamak, mal ve hizmetlerin üretimini ve dağıtımını sağlamak, toplumda düzen sağlayan kurallara hakim olmak ve bunlara uymak.

Sosyal hayatın belirli amaçlara dönük olarak ortaya çıkan, gelişen, örgütlü, toplumsal etkileşim, biçim ve oluşumlarına toplumsal kurum denir (Doğan,2008:175). Aile, ekonomi, din, ahlak, siyaset ve eğitim temel toplumsal kurumlardır.  Kurumlar toplumların vazgeçilmez unsurlarıdır. Kurumlar toplumların ihtiyaçlarını karşılamak için doğmuşlardır ve her kurumun bir amacı vardır. Bireyler arasındaki ilişkiyi düzenleyip toplumsal uyum ve düzeni sağlar. Kurumlar sayesinde toplumsal iş birliği ve toplumsal dayanışma güçlenerek bir bütünleşme sağlanmaktadır.

Geçmişten beri tartışılan birkaç soru vardır. Bunlardan ilki Bir bireyde doğuştan gelen özellikler nelerdir ve birey eğitim yoluyla neler kazanır?  sorusudur. Bu soruyla ilgili farklı görüşler vardır. Bazıları her şeyin doğuştan geldiğini bireyin kişiliğinin doğarken taşıdığı yeteneklerden ibaret olduğunu söylerler. Diğerleri ise buna karşı çıkarak önemli olanın eğitim olduğunu söylerler. Yani bireye biçim kazandırmanın eğitim ile olduğunu söylerler. Sorunun bu şekilde sorulması bir sosyolog için yanlış bir sorudur.

Diğer bir soru ise birey ve toplum arasında nasıl bir ilişki olduğudur. Sosyologlar bu soruyu reddetmiştir. Çünkü onlar birey olmadan toplum olmayacağını ve toplumdan soyutlanan bir birey olmayacağı görüşündedir.

Yani sosyologlar, bireylerde “sosyal” olanın ne olduğunu, sınırlı ya da daha geniş gruplar (bir ülke, belki de bir medeniyet) içindeki üyelerin ne ölçüde ortak kişilik özelliklerine sahip olduklarını incelemek ister.

Kültüralizm

Kültürcülük,  medeniyetleri dini, tarihi ve geleneksel sınırlar içerisinde yorumlayan bir yaklaşımdır.  ‘insan ilişkilerindeki her şeyin kültür meselesi olduğunu savunan öğreti’ olarak bilinen kültüralizm akademik çevrelerce halen tartışılan bir konudur. Kültür, tarihsel süreçte insanla birlikte var olagelen bir olgudur. İnsan temelli din, sanat ve bilim olgularının yaratımı ve ihtiyaçlarının karşılanması sırasında yapılan faaliyetlerin tümü kültürü meydana getirir.

Kişilik ve toplum arasındaki ilişki problemleri hakkında ilk soru soranlar etnologlardır. Ruth Benedict Kültür Kalıplan* (Pattmıs of Culture) adlı kitabında Kuzey Amerika ve Güney Denizi Adaları’ndaki birkaç topluluğu inceler; bu toplumlardan Zunilerle Kwakiutllan karşılaştırmıştır. Zuniler bilge insanlar olup bir insan için en önemli şeyin kendisiyle doğa arasındaki uyum olduğuna inanırlar. Kwakiutllar ise tersine, diğerini küçük görerek ve dünyaya hükmederek kendini yüceltmesi gerektiğine inanır. Bireylerin kişiliği bir medeniyetin ve bir toplumun kurumlarının ürünüdür.

Kişilik bir bireyi diğer bireylerden ayırt eden doğuştan getirdiğimiz özelliklerle sonradan kazanılan özellikler bütününe denir. kişilik toplum tarafından belirlenmiş belli bir modele göre gelişir. Toplumlar onu oluşturan bireyler olmadan olmaz. Toplum onu var eden bireyler sayesinde medeniyetini yayar. Bir toplum belli sayıda kişi tarafından yaşatıldığı için vardır. Eğer bir gün bütün Kwakiutllar, Zuniler gibi bilge olmaya karar verirlerse, Kwakiut toplumu diye bir şey kalmaz.  Medeniyet onu canlı tutan bireyler var olmadan olmaz.

Kültür ve Medeniyet

Kültür insan yapısıdır ve insanın yaptıkları kültürün bir parçasıdır.  Genel kültür, maddi kültür , manevi kültür gibi birçok kültür çeşidi vardır.

E.B Tylor kültürü şöyle tanımlamıştır. ‘toplumun bir üyesi olarak insanın elde ettiği bilgi , inanç, sanat , moral hukuk, alışkı ve diğer yetenek ve alışkanlıkları kapsayan karmaşık bir bütün ‘ .

Kültürün Özellikleri: Kültür öğrenilebilir bilgidir, öğrenilmesi eğitim kurumları ve yasalara uygun olmalıdır. Kültür dil aracılığıyla nesiller boyu aktarılır. Kültür özellikleri toplumdan topluma değişir.

Kültürde iki önemli nokta vardır. Birisi ulusal kültür diğeri evrensel kültürdür.

Bireyin kültürü bağlı bulunduğu topluluk ya da sınıfın kültürü ile ilişkilidir. Topluluk ya da sınıfın kültürü ise parçası olduğu topluma dayanır. Yani temel olan toplumun kültürüdür. Kısacası kültür toplum ile ilişkilidir.

Temel varsayıma göre bir toplum belli bir mantığa sahiptir. Eğer bu mantık geçerliyse, toplumu oluşturan unsurlar arasında belli bir işlevsel bağlantı bulunmalıdır. Eğer toplum “yürüyorsa” bunun nedeni işlemek üzere düzenlenmiş olmasıdır. Bir makinenin işlemesi için içindeki parçaların birbiriyle uyumlu olması gerektiği gibi, oldukça yüzeysel bir karşılaştırma yapılabilir.

Etnologlar göreceli olarak daha az farklılıkları olan ve nüfusu daha az toplumları incelerler. . Bir turist grubu içinde, fiziksel özelliklerinden, davranışlarından ve dillerinden dolayı Amerikalılar, İngilizler, Portekizliler, Almanlar ve Fransızlar derhal ayırt edilebiliyorsa, kabul edilmesi gereken ulusal farklılıklar var demektir. Ama diğer yandan bir ulusun içinde de kendine özgü belli başlı farklılıklar vardır. Bugünün işçileri ve yöneticileri üzerinde iz bırakan bir işçi medeniyeti ve bir de burjuvazi medeniyeti vardı.  (Karl Marx toplumu alt yapı kurumları ve üst yapı kurumları diye ikiye ayırır. Burjuvazi alt yapı kurumları aracılığıyla üst yapıyı kontrol eder ve belirler. Marx burjuvazinin insanı yabancılaştırdığını söyler. Bu yabancılaştırmanın kendisine, eşyaya, varlığa karşı olduğunu belirtir. İnsanlar hür doğmuştu ama siz onu köleleştirdiniz der. İnsanlar potansiyel olarak eşit doğuyor doğduktan sonra siz insanları kendisine yabancılaştırdınız der.)

Politik kültür nesilden nesile geçer; kültürden bahsedenler ise genellikle etnologlardır. Fransızca’da “kültür” kelimesi esas itibariyle “entelektüel kültür” anlamına gelir. İnsan toprağını işleyip geliştirdiği gibi kendi kendini geliştirir. Burada bir titizlik, gelişim, filizlenme fikri söz konusudur. Ama etnologların üstünde durdukları şey bu değildir. Etnologlar kültür kelimesini, Alman etnologlardan sonra kullanmaya başlamışlardır. Medeniyet teriminin kullanılmasının sakıncası vardır. Öncelikle bu terimin kullanılması medeni olan ve olmayan arasında bir aynın yapıldığı izlenimini verir. Oysa sosyologlar ve etnologlar için “medeni” olsalar da olmasalar da bütün halkların bir medeniyeti vardır.

Bireyin Oluşumu

Psikologlar bireylerin kişilik oluşumlarındaki problemler üzerinde çalışmışlardır. Bu konuda Freud’un teorileri vardır. Freud kişilik oluşumunda bebeklik ve çocukluk döneminin önemine vurgu yapar. Freud’a göre kişilik id , ego ve süper ego olarak bilinen üç gücün karşılıklı etkileşimiyle oluşur. İd içimizdeki kural tanımayan merkez. Hiçbir kural otorite tanımaz. Süper ego insandaki vicdani veya toplumdaki örf, adet, kültür, dinin kurallarından oluşan yapı. İlke ve kuralları vardır. çevre etkisiyle, yetiştirilme şartlarının etkisiyle kişiliğin idealize tarafının gösterilmesi. Ego dengeyi sağlar. Bizim topluma uygun davranmamızı sağlar.

Soru: Freud’un bu kişilik kuramında kişiliği oluşturan üç boyuttan hangisi Türk toplumunda daha baskındır?

İlk hipotez her insanın olaylara bakış açısı ve olaya karşı verdiği tepkiler farklıdır. hastalık, buluğ çağı, ölüm,  gibi olaylar dünyanın her yerinde çok değişik şekillerde yaşanıp ele alınır. Bu konuya örnek olarak Fransız toplumunda buluğ çağındaki erkek çocukların otoriteye karşı isyan etmesi normal görünürken Cheyenne Kızılderililerinde erkek çocuğa çok genç yaşlardan itibaren mümkün olduğunca babasına benzemesi öğretilir, . Buluğ çağı, Cheyenne çocukları için sosyal kurallara uyum sağlama çağıdır.

İkinci hipotez sosyologlar için önemli olan bir diğer konu ise bireyin en genç yaşlarından itibaren teker teker kazandıkları yani kişiliğidir. Eğer küçük bir çocuğun içinde bulunduğu ortamla 10-12 yaşına geldiği zamanki sosyal ortamı arasında net bir uyuşmazlık varsa, bunun sonucunda kişisel bir çatışma ortaya çıkar.

Üçüncü hipotez normal insan normal yolla öğrendiği gibi tepki verir. Sosyologda öncelikle sosyal olanla insanın öğrendiğiyle ilgilenir.

Çocuğun sosyalleşmesi: üç veri : Kişilik üç temel veriden oluşur. Bunların ilki biyolojik verilerdir. Biyolojik özellik kalıtım sonucunda oluşur ve bunlar sağlıklı olmak ya da olmamak gibi bazı özellikleri belirlerler. İkinci veri sosyal öğrenmedir: Toplum çocuğa diğer bireyler ve bazı kurumlar aracılığıyla onaylanmış davranış kurallarını iletir. Eğer çocuk toplum tarafından onaylanmış davranışlarla uyum içindeyse cesaretlendirilir, eğer kurallara uymuyorsa cezalandırılır. Üçüncü öğe ise bireyin kişisel tarihidir. Psikologlar çocuğun kişiliğini belirleyen kazalar ve travmalarla ilgilenmektedir. Kazalar ve travmalar bazılarını güçlendiren, bazılarını ise yıldıran sorunlu durumlardır.

Bu üç temel öğe, yani biyolojik veri, sosyal öğrenim ve kişisel tarih, bazı açılardan her bireyin biricik olduğunu, bazı açılardan ise sosyal tipin bir örneği olduğunu gösterir. Her birinin eşsiz ve kişisel karakteri sosyoloğun değil, psikoloğun çalışma alanına girer. Bunun tersine sosyolog, bireylerin sosyal öğrenim sürecine nasıl alıştığını, sosyal öğrenimin bireyler ya da belli bir toplumdaki geniş çocuk kitlesi üzerinde iz bırakması için ne derece yaygın ve güçlü olması gerektiğini anlamaya çalışır.

Sosyalleşmenin evreleri Sosyal öğrenme çocuğa belirlenmiş sosyal durumlar karşısında vereceği sosyal refleksleri öğrettiği söylenebilir.

1960-1970 yılları arasında gelişsen sosyal öğrenme teorisi, ilk kez, insan davranışının anlaşılmasında bilişsel düşünce süreçlerinin dikkate alınması gerektiğinin farkına varan Albert Bandura ve diğer araştırmacıların çalışmalarının bir sonucu olarak gözlemlenmiştir. Sosyal Öğrenme kuramı; öğrenmenin sosyal bağlamda, etkileşim, gözlem ve taklit yoluyla gerçekleşen bir süreç olduğu temeline dayanmaktadır. Sosyal öğrenme kuramına göre öğrenmede 4 temel süreç dikkat etme, hafızaya alma, taklit etme ve güdülenmedir.

Eğitim Modelleri

Önce ödüllendirme gelir.  Çocuk bunun için iyi davranır. Sonra gelenek gelir. Yani babalarımızın davrandığı gibi davranmalı, geleneksel modele uygun olmalıyız. Kendiliğinden olan ise esas olanın çocuğun kendisini ifade etmesine izin vermektir. Politika ise devlet ve toplumla ilişkilerdir.

Geleneksel Fransız eğitimi Fransa’da çocuğa her zaman: “Dikkat et, canını acıtacaksın!”, “Yola dikkat et,  arabalar geliyor!” gibi uyanlarda bulunulur. Çocuklara anlatılan masallar kötü huylu periler ve kötü yaratıklarla doludur. Kurt adam uslu durmayan çocuktan alıp götürür. Dış dünya tehlikeli bir dünya gibi canlandırılır ve annenin esas rolü çocuğunu bu tehlikelere karşı korumaktır.  Başka toplumlarda tersine, çocuğa dış dünyaya atılması için yardım edilmesi gerekir, çocuk kazanmayı öğrenmelidir ve dış dünyaya karşı yeterince donanım kazanır. Dış dünya bir tehlike olarak değil, kişinin kendisini gerçekleştirmeye yarayacak bir araç gibi tasarlanır.

Jesse Pitts ve Michel Crozier, Fransız ekolünün “suçlu topluluk” diye adlandırdıktan çocuklar arasında bir suç ortaklığı ilişkisi geliştirdiğini göstermişlerdir. Bu suç ortaklığı baştaki ulaşılmaz gibi görülen otoriteye karşı geliştirilen bir savunma mekanizmasıdır; öğretmene yaklaşmak ve onunla özdeşleşmek için her çocuğu birinci olmaya iten rekabeti de içinde bulunduran bir otoritedir bu.

Michel Crozier,  Fransızları  “karşı karşıya gelme korkusu” olan, işbirliği yapmakta zorluklar yaşanan bir ilişkiler düzeni olarak karakterize etmiştir. . Oysa Amerikalılar her zaman ekip olmaya hazırdırlar. Fransız kültürünün son dönemde büyük değişikliklere uğramasının nedeni pedagojik yöntemlerin okulda olduğu kadar evde de değişime uğramasıdır. Anne babalar daha az otoriterler:

O halde bir toplumu anlamak için eğitim sisteminin detaylı bir analizinin yapılması gerekir. Eğitim sosyolojisi hem medeniyeti, hem de tabakalaşmayı ve sosyal değişkenliği aydınlatmakta ve belirli bir ülkede var olan farklılıkları vurgulamaktadır.

Erkekler ve Kadınlar

Bütün medeniyetlerde erkek ve kadın arasındaki fark önemli bir problemdir. Bu probleme çeşitli çözüm üretmişlerdir. Bir iddiaya göre sosyal farklılığın nedeni biyolojik farklılıktır. Fiziksel farklılıkların belirli olduğunu söylerler. Erkeleri daha iri ve güçlü görürler. Aslında güneydoğu Asya da erkek ve kadının aynı kas yapısına sahip olduğu söylenmiştir.

Toplumda erkek ve kadınlar aynı görevi yerine getirmez, aynı sorumluluğa sahip değildir. Tipik olarak erkek veya kadın mesleği görevi yoktur. Bir toplumda terziliği kadın yaparken diğer bir toplumda erkek yapabilir.

Görev dağılımında genel olarak kadın evde erkeğin dışarda çalışması mantığı üzerine kurulmuştur. Günümüzde bu mantık değişmiştir.

Uzam ve Zaman

Uzam bizim uzayda kapladığımız yeri anlatıyor. Her nesnenin bir uzamı var yani şu evrende kapladığı bir yer vardır.

Zaman hem bizimle ilişkili hem bizden bağımsız hem bireyin kendi tecrübe ettiği bir şey hem de bireyin tecrübesinin dışında akıp giden bir süreci ifade eder. Eğer biz sosyal bir varlık olarak insandan bahsediyorsak her toplumda zamanın ve uzamın anlaşılma şekilleri farklıdır. Örneğin; ormandaki bir kabileye gittik o adam için 24 saat diliminin bir anlamı yoktur. Onun için zaman sabah güneşin doğuşu ile başlar güneşin en tepede olduğu zaman ve güneşin batışı ile 3 dilimli bir zamanı ifade eder. Bir Müslüman için zaman ezanla belirlenmiş 5 vakti ifade eder. Yani zamana değer atfeder. Bir Hıristiyan için zaman o kilise çanının çaldığı zaman aralıklarıyla alakalıdır. Zaman kendi açısından insanların üzerinde tamamen ittifak ettiği bir kavram gibi duruyor. Geleneksel toplumlarda uzam ve zaman daha da farklılaşıyor. Günümüze geldikçe küresel toplumun şartları gereği değişmiştir.

Birey ve Grup

Her medeniyette birey ve toplum arasındaki ilişki farklı algılanabiliyor. Batı medeniyeti bireyin gruba göre daha önemli olduğunu kabul eder. Yunan mitolojisinde insan üyesi olduğu şehir devleti tarafından var edilir. Birey bütün medeniyetlerde içinde bulunduğu gruba, ailesine, şehrine, kabilesine göre ikinci sırada yer alır. Çünkü; onlar olmadan var olamaz.

Post – Materyalizm

Materyalizm sözcüğü ilk defa 17. Yüzyılda kullanılmıştır. Evrenin temelinin maddi olduğu görüşünden hareket eder. Temelini atomculuk oluşturur.

Sosyoloji modern bilimdir. Modernleşmeyle ortaya çıkmıştır. Moderni tanımlarken geleneğin karşıtı olarak tanımlanır. Gelenek merkezde tanrı ve kutsal olan bütün örgütlenmelerinin o merkezin etrafında olmasıdır. Modern ise merkeze insanı koyar.

Post modernizmle yapı sorgulanmaya başlanıyor. Gerçekten eğitim sadece üniversitelerde yapılan bir şey midir? Post materyalist bu materyalist süreci sorguluyor. İnsanın kişisel başarısını sadece eğitime odaklanması, reklamın ön planda olması bunları sorgulamıştır. Birey ve yapı ikilemi vardır.

Kaynakça

Henri Mendras , Sosyolojinin İlkeleri ( İstanbul/ İletişim Yayınları , 2014) , 21-43

Üskül Engin, Z. (2014). BİREY KAVRAMININ GELİŞİMİ VE İNSAN HAKLARI . Journal of Istanbul University Law Faculty , 72 (1) , 201-217 . Retrieved from https://dergipark.org.tr/tr/pub/iuhfm/issue/9191/115285

 

Daha Fazla Göster

Andcenter Editör

Çankırı İli, Orta İlçesi Kalfat Kasabası’nda 1993 yılında dünyaya geldi. İlköğretimi kendi köyünde tamamladı. 2007 senesinde Tevfik İleri Anadolu İmam-Hatip lisesine kayıt oldu. 2011 senesinde Tevfik İleri Anadolu İmam-Hatip Lisesi'nden mezun oldu. Aynı sene Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesine başladı. 2016 yılında Ankara İlahiyat’tan mezun oldu. Aynı sene Ankara Sosyal Bilimler Enstitüsü Din Sosyolojisi bölümünde yüksek lisansa başladı. Yüksek Lisans eğitimini Ankara Yıldırım Beyazit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Din Sosyolojisi Bölümü’nde tamamladı. Şuan aynı enstitüde doktora eğitimine devam etnektedir. Gaziantep ili, Şahinbey ilçesinde 2017-2018 Eğitim-Öğretim yilinda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenliği görevini yaptı. Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Sosyolojisi Anabilim dalında Arş. Gör. olarak çalışti.Suan Ankara Yıldırım Beyazit Üniversitesi İslami ilimler Fakültesi'nde araştırma görevlisi olarak çalışmaya devam etmektedir.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
Kapalı