Sosyal Çatışma ve Din: Matüridi Düşüncede İzdüşümleri Üzerine Bir İnceleme
Mehmet Emin Sarıkaya
Çalışma, sosyal çatışma ve din ilişkisi çerçevesinde Matürîdî düşünce geleneğini referans alarak grup içi ve grup dışı dini çatışmayı anlamayı amaçlamıştır.
Sosyolojik bir kavram olarak çatışma, farklı iki grubun veya bireyin yek diğerinin fikir veya fiilini devre dışı bırakmak için yürüttüğü mücadelenin adıdır. Çatışan iki grup veya birey arasındaki bu süreç bir karşıtlığın göstergesi olarak her iki tarafın iddialarını da içermektedir.
George Simmel’e göre çatışma klasik tanımıyla sadece iki farklı grup arasında gerçekleşen bir olay olarak görülmemelidir. Aksine denge, çatışma, sevgi ve nefret gibi eylemlerin aynı toplumsal grup içerisinde var olduğu bütünleşmiş bir toplumsal yapıdan bahsetmektedir
Simmel’i takip eden Coser’a göre çatışma kendi başına sadece negatif olarak anlaşılamayacak bir denge unsurudur. Toplumsal grubun negatif referans noktası olarak öteki ile olası çatışma hali, grup içi bütünleşmeyi artırmaktadır.
Çatışmanın oluşumuna göz atıldığında çatışmaya katılan her iki tarafı ilgilendiren beş temel özellikten bahsedilebilir:
- Bunlardan ilki farkındalıktır. Yani çatışan taraflar en derin duyguları ve güçlü tutkuları ile karşısına konumlandırdığı kişi, düşünce veya grupla ilişkisi hakkında bilinçli bir eylem içerisindedir.
- İkinci olarak çatışmanın doğasına etki eden şey her iki tarafın da takipçilerine çatışmayı sürdürmedeki amaç ve ulaşmak istedikleri hedefler hakkındaki vaatlerinin yoğunluğudur. Zira duygular ve davranışlar etkileşim halindedir.
- Çatışmanın üçüncü boyutu katılımcıların içselleştirdiği yönetmelik olarak ifade edilmektedir. Yönetmelik, çatışmaya dair kişileri yönlendirecek olan kuralları içeren izlencelerdir.
- Dördüncü boyutu ile çatışma iki taraf arasındaki zıtlığın içeriğine dair ilişkilerin (purity) saflığıdır. Yani ikili çekişmelere sahne olan çatışmada birinin kazanması, doğal olarak diğerinin kaybetmesi anlamına gelecek sıfır toplamlı bir oyun gibidir.
- Çatışmanın seyrini ve sonuçlarını belirleyecek en önemli ve son boyutu ise güç eşitsizliğidir. Bunun yanında gücü elinde bulunduran taraf daima kazanan olmak zorunda değildir. Güçsüzlük çatışmanın gidişatına dair ilk madde olan farkındalığı artırmaktadır (Krıesberg, 1973: 14- 21).
İki kişi/grup arasında sosyal çatışmanın karakteristik özellikleri bulunmaktadır. Aynı zamanda her çatışmanın ortaya çıkışı ve seyri çekişmeli konulara ve düşmanlığın seyrine bağlıdır:
- Bu karakteristik özelliklerden ilki sınırların kesinliğidir. Sınırların kesinliği, her iki tarafın (yukarıda bahsedilen) farkındalığının boyutuna göre daha az ihlal edilir.
- Çatışan tarafların her biri kendi içerisinde organize olma derecelerine göre farklılaşır. İyi organize olmuş bir grup diğerine karşı avantaj sağlar. Buna örnek olarak her ülkenin dış ilişkilerinden sorumlu bakanlıkları verilebilir.
- Karşılıklı çatışma ihtimali olan birimler arasında sistem bağlamları olarak adlandırılan alt-üst ilişkileri veya birbiri ile bağlantılı olma söz konusu olabilmektedir. Hocalar ve öğrenciler arasında yaşanabilecek bir çatışma buna örnektir (Krıesberg, 1973: 22- 25).
Din ve Sosyal Çatışma
- Bunlardan ilki iç grup-dış grup ayrımını yaparak sınırlar oluşturan topluluk olarak dindir. Din bu noktada gruba aidiyetin ve kimliğin oluşturulmasında rol oynar
- İkinci boyutu ile dinin çatışma ile ilişkisi öğretiler seti olarak ön plana çıktığı süreçlerde görülmektedir. Dini öğretiler toplum içerisinde bir taraftar kitlesi oluşturabileceği gibi bir grubun oluşmasında temel etken olabilir.
- Üçüncü boyutu ile maneviyat olarak din kurumsal dindarlık veya yukarıda bahsedilen şekliyle temel öğreti dışında kişisel tecrübelere dayanan bir dindarlık formunu üretmektedir.
- Hayatın her alanında; giyimde, uykuda, hastalıkta, ölümde vb. bir pratik olarak din inançlar arasında farklılıkların gündelik hayatta en bariz olarak görüldüğü boyuttur.
- Din ve sosyal çatışma ilişkisinde son boyut söylem olarak dindir. Söylem, problemler hakkında düşünme ve eyleme geçme aşamasında insanları motive etmektedir. Bu, dinin meşrulaştırma işlevinin bir göstergesidir.
Matüridilik
Grup içi çatışma
Hanefî İslam yorumu, kendi içerisinde farklı iki ekol tarafından: Semerkant ve Buhara gibi iki önemli ilim şehrinde yaşatılmıştır. Bu iki ekol arasındaki temel fark Semerkant ekolünün Mütekellim Hanefîler, yani kelam ile ilgilenen kanadı oluşturması; Buhara ekolünün de Fakih Hanefîler, yani fıkıh ile ilgilenen tarafı teşkil etmesi itibari ile dini meselelerde farklı anlayışları temsil etmeleridir.
Kelam ilmi ile uğraşanların arkasında namaz kılınmayacağına, kelam kitaplarının değerli bir mal hükmünde olmadığına, kelam ilminin dini ilimler içerisinde sayılmayacağına dair fetvalar, takipçiler arasındaki farkındalığı artırırken içselleştirilen bir yönetmelik haline gelmiştir.
Bu haliyle dini söylem de hâkim dil Fakih Hanefîlerin elindedir.
Aynı zamanda zamanın hükümdarları ile olan ilişkiler Hanefî fakihlerin dini topluluk olarak avantajlı konumda olmasının nedenidir. Bu çerçevede çatışmanın tarafları arasında bariz bir güç eşitsizliğinden bahsedilebilir. Bunun en çarpıcı örneği; Matürîdî- Hanefî olan Ebû İshâk Zâhid es-Saffâr’ın Sultan Sencer tarafından Buhara baş kadılığından azledilerek sürgün edilmesidir.
Yaşanan sosyo-dini çatışmada Mütekellim Hanefîlerin, yazılı kaynaklar olan Ebu Hanife’nin akaid risalelerine atıfla ortaya koydukları görüşler, Fakih Hanefîler yazılı kaynaklara oranla daha az güvenilir olan sözlü mirasa dayanmasına rağmen ellerinde bulundurdukları yoğunluk ve siyasi otorite sayesinde çatışmanın seyri Mütekellim Hanefîler lehine değişmemiştir.
Bunun sonucu olarak bir mütekellim olan İmam Matürîdî ve eserleri yaşadığı bölgede yaklaşık iki asır boyunca ihmal edilmiştir
Grup dışı çatışma
Ehl-i Kıble’nin tekfir edilemeyeceği ilkesini benimsemiştir (Matüridi, 2017, 1/535). Bu öğreti, büyük oranda Müslümanlar arasında meydana gelebilecek küfür ile itham etme ve akabinde çatışmaya giden yolları kapamaktadır. Ancak bu öğretiye rağmen mezhebe ait düşüncenin sınırlarında, diğer mezheplerle yaşanan çatışmalarda, küfür ile ithamın gerçekleştiği görülmektedir. Örneğin; Allah’ın sıfatları, Halku’l-Kur’an, Ruyetullah, gibi meselelerde tekfir, bir çatışma unsuru haline gelmiştir. Ali el- Kârî bu tarz bir çelişkiyi çözmek adına tekfir fikrini Fakih Hanefilere has göstermektedir. Ancak bu açıklama, sayılan konularda Mütekellim Hanefîlerin kelamî görüşlerinde tekfire başvurmaları nedeniyle geçerliliğini yitirmektedir.
Dine girme dinden dönme
Maturîdî düşüncenin iman ile ilgili konularda grup sınırlarını ve öğreti setini akıl temelli bir yaklaşım çerçevesinde, çatışma değil özgürlük prensibi üzerine kurguladığı görülmektedir.
Bu bağlamda mevâlînin; sosyolojik anlamda dinin pratik boyutu ile amelde ‘profesyonel Müslüman’ olan Arap Müslümanlara karşı kaybettiği mevziiyi, teolojik prensipler ortaya koyarak iman üzerinden sağlamlaştırdığı dile getirilmektedir (Evkuran, 2014, 402) . Bu şekilde güç eşitsizliğinin dengelendiği ifade edilebilir.
Çalışmanın metnine ulaşmak için lütfen TIKLAYINIZ