AvrupaBatı AraştırmalarıDin ve Politikaİslamofobi

Yeni Zelanda’daki Terörist Saldırının Almanya’daki Yankıları ve Teröristin İdeolojik Arka Planına Dair-I

Christchurch’daki terör saldırısından sonra dünya aşırı sağcı terörden bahsetmeye başladı. Ancak doğru olmakla birlikte bu sadece aşırı sağcılığa indirgenemez. Merkel’den sonra Alman CDU (Hristiyan Demokrak Birliği’nun başına geçen Annegret Kramp-Karrenbauer Yeni Zelanda’daki terörist saldırıdan dolayı sosyal medyada yapmış olduğu açıklamada “Nefret her kime karşı olursa olsun, şiddet ve terör her kime karşı olursa olsun, sonunda insanlar ölüyor, çocuklar ailelerini, aileler çocuklaırnı kaybediyor. Bunun için hiç bir açıklama hiç bir özür  olamaz”. Merkel’den sonra başbakan olması ihtimali de öne sürülen Kramp-Karrenbauer yine sosyal medyada bunun neden bir ırkçı, İslamofobik bir şiddet eylemi olduğu açıkça dile getirmediği yönünde eleştirilmişti. Siyaset Bilimci Andreas Püttmann Hristiyan Birlik Partilerinin ve muhafazakar siyasetçileri aşırı sağcıları, Nazi, Faşist ve ırkçı olarak nitelendirmede bir takım sıkıntılarının olmasını araştırmaya değer bir tutum olduğunu belirtti.

Yeni Zelanda’daki bu terör saldırısı belirli bir gruba yönelik bir saldırı idi. Dolayısıyla bir çok uzmanın dile getirdiği gibi burada Müslümanlara karşı bir nefret söz konusu ve bu terör saldırısında ortaya çıktığı gibi saldırının ana saiki Müslüman düşmanlığı. Aşırı sağcılık savunduğu tezlerle, ideolojisiyle çoğunluğu geçmişe veya toplumda uç kenara götürse de Müslüman karşıtı ırkçılık toplumun merkezinde çoktandır yerleşmiş durumda.

Yeni Zelanda terör saldırısı Müslüman düşmanlığının Almanya’da da ciddiye alınması ve üzerinde ciddi anlamda durulması gereken bir durum olduğunu ortaya koydu. Zira Sarrazin’in ırkçı olduğu ve sosyal Darwinizm’i savunan kitabının uzun süre en çok satılanlar listesinde yer aldığı, NSU terörünün halen çözülemediği, NSU Terör örgütü adına kurbanların avukatını tehdit eden mektupların Hessen Emniyet müdürlüğünden gönderilmesi ve 38 emniyet görevlisinin aşırı sağcılıktan soruşturma geçirdiği, her gün ırkçı saldırıların olduğu Almanya’da da Yeni Zelanda’da ki teröristin ideolojisinin yaslandığı toplumsal mümbit bir alan bulunmakta.

Alman aşırı sağcılar da beyaz ırkın yok olmasını tehdit eden halk değiş-tokuşu masalından bahsetme ve yine sözde İslamlaşmayı teşvik eden bu konuda işbirliği yapan elitler masalını yatmaktalar. Bu tablo Almanya’da geniş bir politik diskursta tartışılmakta. Bu sadece azınlıkta olan bir takım radikallerin internet ortamında, sosyal medyada paylaştığı bir görüş olmayıp çok geniş bir toplumsal zeminde karşılık bulmakta. Almanya’da camilere ve Müslümanlara yönelik saldırılar bu konuda yeteri kadar örnek oluşturmaktadır. İslam ve Müslümanlarla ilgili konular söylenmesi gerekenin de ötesine taşınarak İslam ve Müslümanların varlığı sürekli bir problem olarak sunulmakta bir çok farklı platformda tartışılmaktadır.

Önde gelen siyasetçiler ve bilhassa göreve gelir gelmez kendinden önceki CSU’lu içişleri bakanı Hans-Peter Friedrich (2011 -2013) gibi İslam’ın Almanya’ya ait olmadığını söyleyen hali hazırdaki içişleri ve vatan bakanı Horst Seehofer İslam’ın Almanya’ya ait olup olmadığını sorun haline getirmişler. Geleneksel siyasi partilerin bu tarz ifadeleri sosyal bilimciler tarafından Müslümanları dışlayan, ötekileştiren bir söylem tarzı olarak değerlendirilmektedir.

Horst Seehofer’in İçişleri Bakanı olarak Christchurch terör saldırısından sonra Almanya’da İslam düşmanlığı bir atmosferin tespit edilemediği açıklamasında bulundu. Aynı Seehofer İçişleri bakanlığının ismine bir de Yurt ifadesini eklemiş ve bunun dışlayıcı bir ifade olduğu uzmanlar tarafından eleştirilmişti.

Sarrazin’in yayınlanan kitabından sonra toplumda nefret açıkça söylenebilir hale geldi. Bütün bunlar Müslüman karşıtı ırkçılığın normalleşmesine sebebiyet verdi. Bu anlamda Müslümanlar ayrımcılığın veya terörün mağduru olduğunda empati yoksunluğu gündeme gelmekte. Yeni Zelanda’daki saldırılardan sonra bilhassa sözde İslam eleştirmenleri „İslamcıların Yeni Zelanda’daki terörist saldırıdan dolayı bulundukları ülkelerin kendilerine tıpkı Müslüman ülkelerdeki azınlıklara davranıldığı gibi davranılmasından korktukları gibi akla ziyan yorumlarda bulundular. Yeni Zelanda başbakanı terörist saldırıdan sonra yapmış olduğu açıklamada bunun Müslümanlara karşı bir terör saldırısı olduğunu belirtmiş ve terörist eylemin tam adını koymuştu. Aşırı sağcı terörist saldırılar gerek medyada gerekse güvenlik birimleri tarafından bireysel olarak değerlendirilmekte ve onların oldukça yaygın bir ideolojinin taşıyıcısı, yansıması olduğu hep göz ardı edilmektedir. Norveçli terörist Anders Breivik’in terör eylemi bireysel bir terör olarak ele alınmıştı. Ancak Yeni Zelanda’daki terörist yayınlamış olduğu sözde manifestosunda Anders Breivik’i rol model aldığı ortaya çıkmıştı.

Teröristin Müslüman olup olmamasında toplumsal algıda farklılık oluşmuş durumda. Herhangi bir saldırı kendi grubundan olduğunda, değerlerden sapma olarak görülmekte, yabancı olarak tesis etmiş bir grupta ise normal bir davranış olarak değerlendirilmekte. Yabancı bir gruptaki olumsuz bir davranışa kollektif bir karakter izafe edilirken, kendi grubu içerisindeki yanlış davranışta ise daha çok ilgili birey bundan sorumlu tutulmaktadır. Uzmanlar bu durumu sosyal-psikolojik bir süreç olarak değerlendirmektedir.

 

İngiliz medyasında Yeni Zelandadaki saldırıdan sonra terör eyleminin motifi olarak „white supremacist“, Beyaz Adamın Üstünlüğünü savunan sağcı olarak nitelendirdiler. Almanya’da aşırı sağcılar açık bir şekilde sözde beyaz ırkın üstünlüğünden bahsetmektedirler. Yeni sağcılar toplumun orta sınıfı ile uyumlu kalabilmek, orta sınıfa ulaşabilmek için kendilerini gizlemekte, farklı argümanlar geliştirmektedir. Daha çok “Batı Öncü Kültürü’nden, “Bizim Yaşam Tarzımız” ve daha aşağı değerde görülen  ve kendi kültürleriyle uyumlu görmedikleri “Öteki Kültür”’den söz etmektedirler. Bu açıdan bakıldığında Müslüman karşıtı ırkçı diskurs hem ulusal (milliyetçi) bir topluma hem de uluslararası “Batı” kimliği ortaya koymada etkin olmaktadır. Bu algıya göre Hristiyanlık Beyazın dini ve İslam ise Beyaz olmayanın dini olarak sahnelenmektedir.

Irkçılık ve Müslüman Düşmanlığı

Irkçılık araştırması, Nasyonal Sosyalist suçların bir sonucu olarak “ırk” teriminin artan tabusuyla, sosyal etki gücünün azalmadığı konusunda hem fikir. Günümüzde kültürel olarak temellendirilmiş ırkçılık söz konusu olmaktadır. Bununla tıpkı daha önce genetiğin ve biyolojik niteliklerin kullandığı gibi “kültür” de determinist bir şekilde kullanılmaktadır. Böylece Müslümanlar sadece bir dini cemaat olarak değil, soy topluluğu olarak da değerlendirilmektedirler. Bu nedenle tartışmalarda Alman olmak ve Müslüman olmak birbirlerinin karşıtı olarak düşünülmektedir.

İslam düşmanlığı ve Müslüman karşıtı ırkçılık bir entellektüel çaba, din eleştirisi adı altında da yapılmaktadır. Genelleştirici nitelendirmeler ve çifte standart söz konusu olduğunda bunun normal bir eleştiri olamayacağı göz önünde bulundurulmalıdır. Aynı zamanda eleştiride hedeflenenin ne olduğu sorusu da elbetteki önem arzetmektedir. Yapıcı eleştiriler yerine, Müslümanları dışlayan, onları ötekileştiren ve bütün bunları meşrulaştıran bir eleştiride artık normal bir din eleştirisi söz konusu olmamaktadır.

Siyasilerin ve resmi makamların Müslüman düşmanlığı fenomenini açık bir şekilde dile getirmeli, toplumun geneline yayılmış olan bu sorunun çözümünde Müslümanları içinde bulundukları toplumun eşit vatandaşları olarak görmeli, kurumsal ırkçılık ve ayrımcılıkla etkin bir şekilde mücade etmelidir.

Alman İslam konferası kapsamında İslam dini cemaatlerinin ısrarlı talepleri doğrultusunda ilk defa 2017 yılında İslam düşmanlıgı saikiyle işnenen suçlar özel bir kategoride kayıt altına alınmaya başlandı. Resmi kayıtlarda İslam düşmanlığı olarak kayda geçen 1075 suçtan 50 si yaralama olarak değerlendirilmiştir. 2018 yılında dair resmi kayıtlar henüz yayınlanmadı. Sol Parti Fedral Milletvekili Christine Buchholz, Seehofer’in bu açıklamalarına eleştirerek şu açıklamada bulundu. “Müslüman karşıtı ırkçılık Almanya’da oldukça arttı. Bu çerçevede bakıldığında Seehofer’in açıklamaları İslam düşmanlığını önemsizleştirmektedir. İslam düşmanlığı saikiyle işlenen ve daha çok camileri etkileyen her gün ortalama iki eylem bildirilmektedir. Müslümanlara karşı yaralama ve eylemlerin sayısı arttı. Uzmanlar karanlıkta kalan, resmi kayıtlara girmeyen sayıların daha fazla olduğu kanaatinde.

Yeni Zelanda teröristinin savunduğu ideoloji Almanya’da ana eğilim. İslam düşmanlığı ve Müslüman düşmanlığı kanaat, toplumun yüzde 40’ı yüzde 50’si tarafından paylaşılmakta.

Avrupada aşırı sağ kendi kitlesinin de dışında ırkçı medeniyetler çatışması kavramları ve argümanlarıyla toplumda kabul görmek istiyorlar. Elbette ki bunu nedensiz yere yapmıyorlar. Zira Avrupada “Müslüman karşıtı ırkçılık başarılı bir model olarak addedilmekte. Avrupa’daki birçok ırkçı parti hedeflerini “Düşman Müslüman Algısına” daha doğrusu “Düşman İslam” algısına odaklandırmaktalar ve böylece toplumsal olarak oldukça geniş bir tabana yayılmış Müslümanlara karşı nefreti seçmenlerin rızasına dönüştürmek istemektedirler.

Aşırı Sağcıların Dünya Çapında Güçlü Bir Ağları Var

 

Aşırı sağcılar ve aşırı sağ terörizmi dünya çapında, Kuzet Amerika, Avrupa, Avustralya, Yeni Zelanda ve bunun dışında global bir şekilde oldukça iyi organize olmuş bir network konumuna gelmiş durumda. Bu iki düzeyde olmaktadır. Birincisi, sağ radikal, ırkçı ideoloji olarak, bu yeni bir durum arz etmemekte. Yeni Zelanda’lı teröristin yayınladığı manifestosunda da savunduğu yezi gibi ırkın kendi kendini yok ettiği tezi geçen yüzyılın basında Amerika’da, Almanya’da ve her yerde vardı. Bu, sözde otantik ırkın yok edilmesi, ortadan kaldırılması tezi Nasyonal Sosyalizmin en temel ideolojisi idi. Aşırı sağın dünya çapında birbirleriyle olan bu ağı, siyasi düzeyde, siyasi partilerde, hareketlerde oldukça yüksek, ancak bilhassa sosyal medya ağında, oyun kanalları ve birçok farklı aşırı sağcı forumlarda bireysel ve yapısal düzeyde oldukça ilerlemiş durumda. İnternette, sosyal medyada aşırı sağcılık oldukça yaygın olsa da dayandığı ırkçı ideoloji, kökleri aynı.

Aşırı sağın bulundukları toplumda kabul görmeleri, toplumun merkezine yerleşmeleri, siyasi partiler olarak meclislere girmeleri ve Macaristan ve İtalya’da iktidara gelmeleri, Hollanda ve Avusturya’da güçlü bir iktidar olmaları ve bu düzeyde güçlenmeleri, İslam ve Müslüman düşmanlığı üzerinden olduğunu söyleyebiliriz.

Aşırı sağın dünya çapında geniş bir ağa sahip olmaları farklı aşamalarda gerçekleşmektedir. Birincisi oldukça yüzeysel olup, sosyal medyada tıpkı bir yemek tarifi gibi herkes bütün dünyadan ve bütün dünyadan siyasi ideolojilere ulaşabilmekte ve sosyal medyalardaki algoritmalar ile birinden diğerine yönlendirilmektedir. Bu, kendi temalarında, küçük resimlerinde, sağ uçtaki aşırı içeriği taşıyan, birbirlerinden öğrenen, adapte olan ve daha sonra dünyaya yayılan küresel, uluslararası düzeyde bir ırkçı ve milliyetçi izlenimi vermektedir. Sözde eski sağ ve Donald Trump’ın etrafındaki radikal sağ bu konuda epey bir katkıda bulundu ama aynı zamanda Almanya ve Avusturya’daki sözde “Kimlik Hareketi” (Identitäre Bewegung)’de sağcı radikal çevrenin ideolojik yapısal modernleşmesinin temel direklerini oluşturmaktadır.

Ve bir aşama aşağıda kamuoyunun erişiminden uzak, düzenli sağ radikal alt kültürün hüküm sürdüğü kısmen gizli forumlar, kanallar ki şimdilerde Christchurch katliamcısını önemsizleştiren hatta yücelten paylaşımlar olmaktadır. Burada da her zaman Norveçli terörist Breivik ortaya çıkmaktadır.

İnsan ırkına dair düşünce Aydınlanma döneminde oluştu ve sömürgeciliğin kendisini gerçekleştirebildiği fikri temelleri oluşturdu.

 

Fatih ŞAHAN M.A.

İlahiyatçı/İslambilimci

Etiketler
Daha Fazla Göster

Andcenter Editör

Çankırı İli, Orta İlçesi Kalfat Kasabası’nda 1993 yılında dünyaya geldi. İlköğretimi kendi köyünde tamamladı. 2007 senesinde Tevfik İleri Anadolu İmam-Hatip lisesine kayıt oldu. 2011 senesinde Tevfik İleri Anadolu İmam-Hatip Lisesi'nden mezun oldu. Aynı sene Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesine başladı. 2016 yılında Ankara İlahiyat’tan mezun oldu. Aynı sene Ankara Sosyal Bilimler Enstitüsü Din Sosyolojisi bölümünde yüksek lisansa başladı. Yüksek Lisans eğitimini Ankara Yıldırım Beyazit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Din Sosyolojisi Bölümü’nde tamamladı. Şuan aynı enstitüde doktora eğitimine devam etnektedir. Gaziantep ili, Şahinbey ilçesinde 2017-2018 Eğitim-Öğretim yilinda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenliği görevini yaptı. Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Sosyolojisi Anabilim dalında Arş. Gör. olarak çalışti.Suan Ankara Yıldırım Beyazit Üniversitesi İslami ilimler Fakültesi'nde araştırma görevlisi olarak çalışmaya devam etmektedir.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
Kapalı