YENİ TOPLUM, GÜÇ KAYNAKLARI, VİRÜS, DİN ve YENİ TEOSTRATEJİ
Habib. C. KARTAL

Sosyoloji bilimi genç bir bilim olmasına rağmen bir bilim dalı olarak ortaya çıktığı ilk günden beri toplumla ilgili birçok problemi ele aldığı gibi farklı toplum tiplerini ve toplumların nereye doğru gittikleri sorunsalını da ele aldı. Bu konuda farklı kavramlar geliştirildi. Var olan kavram ve tanımlamalar eleştirilere tabi tutuldu. Yeni ortaya çıkan toplum, bambaşka kavramlarla tanımlanmaya çalışıldı. Toplumlar farklı biçimleriyle tanımlanırken onların vazgeçilmezi olarak bilinen dinleri de bu toplum biçimleri dahilinde ifade edildi. İlkel toplum ilkel kabile dinleriyle tarım toplumu veya sanayi toplumu dinin o toplumdaki tezahür biçimleriyle tanımlandı. Fakat en dikkat çekici kavramsallaştırmalar ‘’yasacı diye bilinen’’ sosyolojik kavramsallaştırmalar oldu. Çünkü esneklikten çok toplumların şartlar oluştuğunda aynı gelişim seyirlerine sahip olacağını varsayıyorlardı. Örneğin Comte, toplumların Teolojikten metafiziğe, metafizikten pozitif aşamaya geçeceğini varsayarken, Marks her toplumun kapitalist olacağını ve sınıfsız bir topluma evrileceğini söylüyordu.
Son 200 yıldır modern toplum ve sanayi toplumu kavramsallaştırmaları çerçevesinde toplumu ele alan sosyologlar bu 200 yılın son 50 yılı ve daha sonrası için toplum kelimesinin önüne ‘’post(sonra)’’ ön ekini koyarak toplumu açıklamaya çalıştılar. Artık Modernizmin ve Sanayi toplumunun çıkmazları ve kötü sonuçları belirginleşmişti. Bu yüzden toplum ne olduğu tam anlaşılamayan ama modern dönemin ortaya çıkardığı Post yapısal, post kolonyal, post kapital, post modern vs. gibi isimler aldı. Hatta birçok sosyolog ve başka disiplinlerden bilim insanları artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını küresel şirketlerin hükümranlığının başlayacağını teknoloji ve bilgide daha önce görülmemiş gelişmelerin yaşanacağını ifade ediyordu.
Fakat birden Covid-19 adlı bir virüs önce Çinin Wuhan Eyaletinde ortalığı kasıp kavurdu. Daha sonra tüm dünyaya yayıldı. Yaklaşık 3 aylık bir süreçte yayılma hızı, vaka sayısı ve ölümler sürekli artış gösterdi. Toplumların sağlık sistemleri ve ekonomileri birer birer çöktü. Şimdilik yaklaşık 97 ülke Uluslar Arası Para fonundan (IMF) borç istedi. Tüm bu görüntülere, virüsün 18 ay veya 3 yıl süreceğini söyleyen açıklamalar ve bilgiyi hızla dünyanın öbür ucuna yayan sosyal medya aktarımı da eklenince belirsizlik ve toplumların gelecekte nasıl bir yapıda olacağı sorunu ortaya çıktı.
Kısacası Modernizimden Post ön eki almış toplumlara doğru kayma süreci birden durdu. Covid-19 virüs yayılması sonucunda her ülkenin vatandaşlarına uyguladığı evde kal ve karantina politikası toplumsal hareketliliği tam anlamıyla durdurdu. En önemli ibadet yerleri kapatıldı. Bu yeni ilk aşamada ortaya ‘’soyutlanmış ve ayrışmış toplum’’ çıktı. Bireylerin hep birlikte evde olduklarının farkında oldukları ve iletişim teknolojileriyle haberleşmeye devam ettikleri bir toplum…
Peki ortaya çıkan böyle büyük bir problem nasıl bir toplum tipi ortaya çıkaracak? Ya da var olan bu duruma en hızlı şekilde nasıl adapte olunursa toplumlar ayakta kalma savaşından daha az yara alarak kurtulacak veya durumu fırsata çevirecek? Gibi sorular sosyolojinin ve hatta sadece sosyoloji değil birçok disiplinin cevaplaması gereken problemler olarak doğmuştur.
Gelinen nokta, toplumlar için Kapitalizmden Kreditalizme yada Dijitalizme doğru değişen bir toplum tipi ortaya çıkacağını göstermektedir. Dijital para, steril ortamlar, daha az yan yana gelen insanlar, yoğun teknoloji kullanımı…
Fakat dikkatten kaçan bir nokta; küresel iklim değişmeleri, farklı noktalarda farklı yoğunlukta devam eden savaşların çevreye olumsuz etkisi, nüfus artışı, yeni tip virüslerin ortaya çıkma olasılığının artması vs. gibi birçok nedenden, toplumların tekrar tarım toplumuna benzer yapılanmalara girmeleri gerekliliğidir. Toplumların hızlıca tarım toplumu modeline geçmesi gerektiği varsayımı, çok fazla parası ve altını olan toplumların değil yerli ve organik tohumlarla üretilmiş her nevi sebze ve meyve yetiştirip satabilen toplumların bu süreçten güçlü çıkacağı iddiasına dayanmaktadır. Bu konu kapsamında Türkiye ele alınacak olursa, Türkiye’deki insanlar hızlı bir şekilde tekrar bağ bahçe işlerine ve hayvancılığa yönlendirildiği gibi Devlet de bizzat büyük plantasyonlarda her nevi sebze ve meyve üretimine hız verebilir. Çünkü ne kadar paranız olursa olsun, bu paranın alabileceği domates, patates, buğday, meyve, hayvan kıtlığı vs. yaşanılan bir ortamda tarım ve hayvancılık ve hatta su en önemli kaynak haline gelecektir. Kanaatimizce, Türkiye hem son zamanlardaki teknolojik atılımlarla hem de potansiyel tarım ve hayvancılık gücüyle gelecekte ortaya çıkması muhtemel topluma en hızlı adapte olacak ülkelerdendir.
Uluslararası ilişkiler disiplininde tanımı tam olarak yapılamayan güç kavramı için ortak olan özelliklerden birisi, gücün kuvveden fiile geçmiş haline güç denildiğidir. Türkiye her ne kadar tarım ve hayvancılık konusunda potansiyeli güçlü bir ülke olsa da bunu şimdiden görüp ivedi kararlarla önlem almazsa bir güç kaynağını daha sonra fark etmesi güçler mücadelesinde etkili bir aktör olarak piyasaya çıkmasını engelleyecektir. Tarihte güç kaynakları dönemsel olarak kimi zaman toprak, coğrafya, tıp, sanayi, teknoloji bilim olmuş kimi zaman da petrol, doğalgaz, diplomasi vs. olmuştur. Fakat esas önemli olan güç kaynaklarına sahip olmaktan çok onların farkına varmak olmuştur. Örneğin Petrol bir güç kaynağı olmasına rağmen Arabistan dünyanın güçlü ülkelerinden birisi değildir. Hatta petrolü ve doğalgazı olan birçok devlet için bu durum onların sonunu hazırlayan etken olmuştur. Bu yüzden Türkiye’nin, kanaatimizce yeni dönem güç kaynağı olma ihtimali çok yüksek olan Teknoloji, tarım ve hayvancılık ve su alanlarında acil kararlar alması Wallerstein’nin güç mücadelesinde ortaya çıkan toplum tiplerinden olan merkez ülke olması ihtimali bir hayli kuvvetlendirebilir. Aksi takdirde toplumun kendini belirsizliğin ve gidişatın kucağına bırakması yine onun deyimiyle bizi çevre ya da yarı çevre pozisyonundan kurtaramayacaktır. Bu durumda hem tüm disiplinlerdeki söz sahiplerine hem de ülke politikasındaki karar alıcılara çok önemli görevler düşmektedir.
Dikkat edilirse Covid-19 virüsü sonrası tüm dünyada ibadet yerleri kapandı. Bu durum insanlar hatta dine gündelik hayatlarında yer vermeyen insanlarda bile dinin ve yaratıcı için, inandıkları için ibadet etmenin ne kadar önemli olduğu algısını güçlendirdi. Ayrıştırılmış toplumda yaşayan insanların iletişim aracı olan sosyal medyada ‘’bu virüs bir sene devam ederse dünya insanı hacı olur’’ gibi espriler kullanılmaya başlandı. İsrail’de namaz kılan Müslümanla birlikte dua eden Yahudi görüntüleri, Netflix’de her dinin kardeş olduğunu ve tanrının insanların birleşmesini istediğini söyleyen Messiah adlı dizideki mesih karakteriyle verilen mesajlar, Yüzyıllar sonra İspanya’daki Endülüs camilerinden okunan ezanlar, Almanya’da Müslüman cemaatin içinde mini eteğiyle namaz kılmaya çalışan kadınlar ve bundan sonra tam bu minval üzere göreceğimiz ya da görme ihtimalimiz olan birçok dini davranışlar ortaya çıktı. Bu yüzden Virisün Biyolojik mi olduğu yoksa kendinden mi ürediği tam olarak bilinmemekle birlikte ABD Başkanı Trump’ın Covid-19 virüsüne Çin virüsü demesi bir sonraki hamlenin Teo- stratejik bir hamle mi olacağı konusunda şüphe uyandırmaktadır. Eğer virüs sonrası dönemde ifşaat yoluyla virüsün Çin tarafından ortaya çıkarıldığı ve bunun amacının dünyadaki tüm dinleri bitirmek olduğu gibi bir iddia diğer nedenlerin yanında Batı bloğu ve Müslüman ülkelerdeki insanlar adına dillendirilmeye başlanırsa Haçlı seferleri gibi asıl amacın din kamuflajıyla gölgelendiği de iddia edilebilir. Kısacası bir Tanrılılar/Tanrısızlar savaşı pek tabi virüs sonrası dönemde kullanılabilir. Bu yüzden Türkiye bu döneme, hem güç kaynakları açısından hem de Teo-stratejik kurgu açısından bakmalı, stratejisini oluştururken mutlaka bu faktörleri de yeni stratejiye eklemelidir.
SONUÇ ve ÖNERİLER
Her ne kadar Sosyoloji biliminde yasacı diye bilinen yaklaşımlar, toplumların bir seyir üzerine gittiklerini varsaysalar da Covid-19 adı verilen global bir virüs saldırısıyla yasacılarla beraber hem mikro hem de makro toplum varsayımları yeni tip güç kaynaklarının önem kazanması ve iklimdeki değişimlerle teknolojiyle beraber eski tip tarım toplumu toprak uygulamalarını da önemli hale getirmiştir. Bu bağlamda Türkiye için önerilerimiz şunlardır:
– Türkiye bu döneme, hem yeni güç kaynakları açısından hem de Teo-stratejik kurgu açısından bakmalı, stratejisini oluştururken mutlaka bu faktörleri de yeni stratejiye eklemelidir.
– Covid-19 virüsü, güvenlik kavramının tüm kurumlara eklemlenerek düşülmesi gerektiğini açıkça göstermiştir. Örneğin bir ulaştırma bakanlığı, Dış işleri Bakanlığı ve ya Diyanet işleri Bakanlığında var olan durumu daha önceden ön görüp çok erken hamleler yapılabilirdi. Bu durum virüsten etkilenme oranını minimuma indirecekti. Oysa bu bakanlıklar güvenlikle alakalı olarak İç işleri ya da bu konuda karar alıcıları beklemek zorunda kaldı.
– Covid-19 virüsü savaş kavramının sadece sert güç unsurlarıyla olmadığını ve toplumun bu konuda eğitimin her kademesinde bilinçlendirilmesi gerektiğini bir kez daha güçlü bir şekilde ortaya çıkardı. Bu yüzden eğitim sistemin her kademesinde savaşın gerçekte Biyo-Sosyolojik, Teo-sosyolojik, Eko-sosyolojik, Etno-sosyolojik savaş gibi türleri olduğu ve bizim savaş diye bildiğimiz savaşın aslında bir sonuç olduğu öğretilmelidir.
– Karar alıcılar ve uzmanlar yerli tip tohumla ekimi ülke geneline yaymalı, meyve, sebze ve hayvancılığa her zamankinden daha fazla önem vermelidir. Tarım, hayvancılık ve su kaynakları bir ülkenin petrole, doğalgaz, altın ve paraya sahip olmasından çok daha önemli hale gelmiştir. Çünkü altın ve para ne kadar fazla olursa olsun, yeteri miktarda ürün bulunmaması ‘’sosyolojik müdahaleye’’ maruz kalınması anlamına gelecektir. Oysa hem ülke içi hem de yurt dışı tarım ürünleri üretiminin fazla olması çok büyük bir güç kaynağı yaratacak yeteri miktarda paranın hazineye gelmesini sağlayacaktır.
-Disiplinler arası çalışmalar artırılmalıdır.
KAYNAKÇA
Baudrillard, J. (2012). Neden Her Şey Hala Yok Olup Gitmedi. (Oğuz Adanır, Çev.). İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi.
Cevizci, A. (2018). Felsefe Tarihi Thales’ten Baudrillard’a. (8. Baskı). İstanbul: Say Yayınları.
Çınar, B. (1997). Devlet Güvenliği, İstihbarat ve Terör. Ankara: SAM Yayınları.
Dedeoğlu, B. (2018). Uluslararası Güvenlik ve Strateji. İstanbul: Yeniyüzyıl Yayınları.
Doğan, İ. (2016). Sosyoloji Kavramlar ve Sorunlar. (14. Baskı). Ankara: Pegem Akademi.
Eslen, N. (2017). Küresel Güç Mücadelesi 21. Yüzyılda Jeostrateji. İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayıncılık.
Eslen, N. (2018). Tarih Boyunca Savaş ve Strateji. (5.Baskı). İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayıncılık.
Kurtoğlu, R. (2018). Biyo-Politik Savaşlar İklim-Su-Gıda-Gdo-Sağlık İstihbaratı. İstanbul: Destek Yayınları.
Macit, N. (2016). İmparatorluk Politikalarında Teo-Stratejiler ve Türkiye. Ankara: Ay Yayınları.
Nye, S. J. (2017). Yumuşak Güç. (Rayhan İnan Aydın, Çev.). (2. Baskı). Ankara: BB101 Yayınları.