Selefilik Nasıl Ortaya Çıktı?
Göçmen Müslümanlar arasında aşırı dini ideolojilerin yayılabilmesinde Avrupalı politikacıların da sorumluluğu var.
Sosyolog Ruud Koopmann kisa süre önce klişe olan şu görüşü dile getirdi; ISİD tarafından esinlenen hoşgörüsüzlüğün ve buna dahil olan terörizmin kaynağı İslam dinin kendisidir.
Tarih ancak bu kadar çarpıtılabilir.
İslam’ın bugünkü dini meşrulaştırması krizi ve Selefi ideolojinin yaygınlaşması 20. yüzyıldaki Avrupa İmparatorluklarının doğrudan mirasıdır. Bu mülahaza ne ahlak topuzu ne de siyasi dürüstlük olarak anlaşılmamalı. Şayet yine aynı hataları yapmak istemiyorsak, Koopmans’ın toplumsal cinsiyetten homoseksüelliğe ve dini meşruiyetle işlenen katliamlara kadar mümkün olan her şeye kullandığı boş bir ifade olan “İslami fundamentalizmi” ve tarihinin tekerrürünü tanımamız gerekmektedir.
Şayet Koopman, neden özgür düşünürlere ve dini azınlıklara olan nefretin dünyanın hiçbir yerinde Müslüman dünyada kökleştiği kadar kökleşmediğini ve neden hoşgörülü Osmanlı İslam’ının yerini İslam’ın bu özel yorumunun aldığını bilmek istiyorsa, öncelikli olarak tarih ile meşgul olması gerekiyor. İşte o zaman Avrupalı güçlerin 1924’te Mekke ve Medine’yi de kapsayan Hicaz’ın Suudlular tarafından ele geçirilmesi ve buranın Suudlulara teslim edilmesini de içine alan bir zincirleme reaksiyona neden olduklarını da kavrayacaktır.
En Büyük Siyasi-Dini Meydan Okuma
Avrupalılar, işgal ettikleri bir bölgeden bir diğerine geleneksel İslami otorite ağı, din eğitimi konusunda kendi sömürgeleştirilmiş tebaasıyla İstanbul’daki Sultan-Halife arasındaki bağı kestiler. Yeni sömürge efendiler, Kadılar, Müftüler, Kuran okulları ve cami projelerinin Osmanlılar ile Kuzey Afrika, Ortadoğu ve Balkanlar ülkelerindeki Müslümanlar arasındaki etkileşimi ve karşılıklı alışverişi kestiler. Avrupalıların çıkarları doğrultusunda kontrol edebileceklerine inandıkları kurumların yararına, yüzyıllardır var olan vakıfları, dini lider (otorite) gibi kurumları köksüzleştirdiler.
Bundan artık hutbelerini İstanbul’daki Sultan-Halife’ye ithaf etmeyen (Hutbeleri Halife adına okutmayan) İngiliz-Hindistan ve Hollanda-Doğu Hindistan (sömürgesindeki), onun yerine İngiliz, veya Hollanda krallığı tarafından tayin edilen kişiye atfeden (Kral Hüseyin daha doğrusu Kraliçe Wilhelmina) İngiliz-Hindistan ve Hollanda’nın-Doğu Hindistan’daki sömürgelerindeki milyonlarca Müslüman etkilendi. Amsterdam, Viyana, Londra, Paris ve Roma bu kurumu zaten zayıflattıkları için Türk Milliyetçileri Osmanlı Halife’sinin dini gücünü 1924’te muhtemelen aynı nedenle sarsarak kırdı.
Günümüzün büyük siyasi-dini meydan okuması bu parçalanmış dünyanın deprem merkezini oluşturmaktadır: eski Osmanlı İmparatorluğunun Akdeniz ana merkezinde, Türkiye’de, Kuzey Afrika’da ve Doğu Akdeniz ülkelerinden Arap yarımadasına kadar olan coğrafyada.
Hilafetin ortadan kaldırılması, bütün Müslüman Hilali üzerinde bir yüzyıldan uzun bir süredir taht varislerinden ve İslamcılardan oluşan ve halen yanmakta olan büyük bir patlamayı (Süper Novayı) ateşledi. Hilafetin nihayetinde İslamcı radikalizmin şiddet patlamaları, dünya çapındaki ümmetin yolu olan Osmanlı’nın Pan-İslamcı dini diplomasisinin çizdiği ve bugünkü Bangladeş, Pakistan, Irak ve Suriye’yi de kapsayan yolu takip etmektedir. Osmanlı mirası işlevsiz hale getirildi, bu durum bugüne kadar ithal edilen dini aşırılığa karşı yerli bir direniş ümidini azaltmış odu.
Selefi Vehhabilik ile Problem
Bütün bunlar neticesinde gelişen fitne, bölgenin Sünni Müslümanlarının bir zamanlar keyfini sürmüş olduğu siyasi istikrarın ve Müslüman olmayan güçlerden askeri bağımsızlığın erişilemez olmasına sebebiyet verdi. Vaktiyle İstanbul kaynaklı olan manevi liderlik günümüzde parçalanmış ve bir düzineden fazla ulus devletlere dağılmış durumda. Bütün bunların üzerine El-Kaide ve Işid gibi devlet yapısı olmayan uluslararası aktörler tarafından sorun haline getirildi. Bütün bunlar günümüzde Batı Avrupa’da yaşayan aynı coğrafi bölgeden gelen milyonlarca Müslümanın bozuk dini hayatında kendini göstermektedir.
Selefilik ve Vehhabilik ikinci nesil Avrupalı Müslümanların büyük bir kesiminde görüşlerini yerleştirmeyi nasıl başardı?
1970 ler ve 1980 li yıllarda göç ülkeleri haline gelen bu zikredilen Avrupalı güçler Suudi Arabistan’da yerleşik Müslim Liga yı ülkelerinde camii inşaa etmek, imamları finanse etmek ve serbest Kur’an Kursları inşa etmek için davet etmişlerdi. Bütün bunların hepsi petrol satışına dayanan transnasyonal ilişkilerdi.
Batı Avrupa konteksine uyan bir alternatifi oluşturmak daha çok Tunus, Türkiye ve Cezayirlilerin sunmuş olduğu hizmetlerle olmuştur. 21. Yüzyılın başlarında Avrupa’da Tunus kralının hizmetinden daha çok Suudi kralının hizmetinde olan Tunuslu İmamlar vardı. Suudi Arabistan Fransa’da bugün hala yıllık 14 imamı finanse etmektedir. Avrupalı Müslümanlar Selefi İslam eksenli bir İslam’a yol buldular, zira onların siyasi temsilcileri hiç düşünmeden aşırı ideolojilerin yayılmasında verilen milyarları karşılıyorlardı.
Avrupa Müslümanlar için hiçbir şey yapmadı
Bugün Batı Avrupa ülkeleri, Ankara, Rabat ve Cezayir’in rolüyle ilgili olarak Avrupalı Müslümanların manevi hayatı için benzer bir seçenekle karşı karşıyalar ve birçok ülke geçen yüzyılın başındaki tarihi hatayı tekrarlamak üzere. Hükümetler bir kez daha dini merkezleri kendi kaynaklarından koparmaya girişiyorlar; bunlar ise köken ülkelerinin İslam görevlileri.
11 Eylül’den sonraki on yılda, her türlü tanıma ve koordinasyon önlemleri ile alelacele Avrupalı Müslümanları Körfez bölgesinden sızan dini ideolojilerden koruma amacı ile devlet ve İslam arasındaki ilişki resmileştirmeye çalışıldı.
Bundan başka Avrupa devletleri Müslümanların dini yaşamlarını kolaylaştırmak veya onları Kilise ile Devlet arasındaki mevcut ilişki yapısına dahil etmek için neredeyse hiçbir şey yapmadı. Bütün istişare süreci köken ülkeler tarafından sunulan dini hizmetlere karşı derin kökleşmiş güvensizlik ile gölgelendi, öyle ki genç Müslümanlar aşırı ideolojilere karşı getirebileceği argümanlardan mahrum bırakıldı.
Yakın zamanda bu politika en yüksek noktasına ulaştı. Avusturya parlamentosu 2014 yılında teşkilatların Türkiye’den finansmanını ve Din görevlilerinin gönderilmesini yasaklayan bir yasa çıkardı. Bu, Avusturya-Macaristan’ın yüz yıl önce Bosna-Hersek’teki halifeliğin yerini Viyana tarafından onaylanan bir İslami lider (Şeyh el-İslam) ile değiştirme kararının uzak bir yankısıdır.
Bu yaz (2016) Belçika parlementosu benzer bir yasa çıkardı ve Alman politikacılar da aylardır Avrupa İslamına Türk etkisinin son bulması talebinde bulunuyorlar. Avrupa Birliği geçenlerde Türk kuklalarını (ajanlarını) ortaya çıkarmak için bir gazetecilik projesi finanse etti.
Katolik Kilisesine Karşı Savaş
20. yüzyılın başlarında Almanya ve Osmanlı İmparatorluğu arasındaki ittifak, Wilhelm Almanya’sının neredeyse bütün diğer Avrupalı güçlerden farklı olarak Halifeliği zayıflatmaya girişmediği anlamına geliyor. Ancak, geçmişte sözde yabancı ülkelerdeki “otoriter despotlar’a dair Alman sıkıntısı, hükümetin içerdeki vatandaşlarının din özgürlüğünü sınırlandırmasına sebebiyet vermişti.
İmparatorluğun kurulmasından sonra Bismarck, Papazların ve Başpiskoposların Roma’dan tayin edilmesinden dolayı Katolik kilisesine karşı bir on yıl boyunca savaşmıştı. Devlet, kendi zaviyesinden kamu düzenini tehdit eden kişilerin tayin edilmesine karşı veto koyma yetkisini elde etti ve 12 Prusya Piskoposluğundan 9’unun piskopossuz ve 1400 Papazlığın papazsız kalmasını sağlamıştı.
Sertifikalı Özel Kurslar
1880’li yılların ortasında, yeni kurulan Alman İmparatorluğundaki halkın sosyal realitesine uymayan savunulamaz bir politika olduğu için, Kültür savaşının ayrımcı yasaları -günümüzde bu tür bağı kesmek isteyen girişimlerle aynı- geri alındı. Daha sonra Weimer Anayasasına günümüze kadar var olan din ile barışık maddeler dahil edildi. Berlin şimdilerde, Alman Müslümanlarının din eğitimi ve manevi rehberliğine katkı sunan ithal imam ve öğretmende başı çekmektedir. Gerçekten de Türkiye ve Cezayir, Tunus gibi diğer devletler Avrupa’ya İslam ihracını sürekli geliştirdiler.
Bu iyileştirmeye, İmamların Avrupa’ya seyahatlerinden önce ev sahibi ülkelerin dil ve kültürlerine dair ve Avrupalı Müslümanların kendi özel konteksleri için eğitildikleri sertifikalı eğitim programları dahil edilebilir. Alman yetkililer, kendilerinin Almanya’daki İslami bilginin çok çeşitli ağı ve dini kuruluşları geliştirmek için makul planları olsa dahi Türkiye’den gelen bu kişilerin kıymetini biliyor.
Ditib Neden Önemli
Ancak şu anda İslami Fundamentalizm ve ve şahıs olarak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan üzerindeki alay etrafında koparılan yaygara, politize olma tehdidi ile karşı karşıya. Oysa bunun, gelişmesini teşvik etmek istedikleri Islamın tarzına dair klinik bir karar olması gerekir. Almanya’ya gelen bir milyondan fazla İslam arka planına sahip sığınmacılar göz önünden bulundurulduğunda, Türk-İslam çatı kuruluşu DİTİB’in Türk İslamının, din hizmetlerinin yanında vermiş olduğu diğer sayısız hizmetler ile önemli bir yer alması daha acil bir durum arz etmektedir. Bunun için, Türk hükümeti ile din politikalarına dair ilişkileri oldukça önemli olacağına dair Alman kamuoyu ikna edilmek zorunda.
DİTİB ve Almanya’daki bütün İslami Birliklerden bu ülkenin yasalarına ve kanunlarına uymalarını talep etmek yerinde, ancak ibadet alanındaki ve din öğretimi alanında personel (İmamlar konusunda) konusunda olan bağlantıyı tamamen kesmek amaca hizmet etmeyecektir. Bundan şüphesi olan Bosna Hersek’te Vehhabiliğin aktüel yükselişine bakmalı.
- yüzyılda oluşan vakumun arkasında Suudi Arabistan değil sanal bir sosyal medya evreni ile IŞİD/DAEŞ pusuda beklemektedir.
Geçen yüzyılın Avrupalı İmparatorlukları, kendi müdahalelerinin bir yüzyıl sonra dünya çapında (dünyadaki İslam’a) İslam’a nasıl bir etkisinin olacağını tahmin edemezlerdi, ama bugününü Avrupa ulus devletleri bunu daha iyi bilmeliler. Tarihi bilmeyen, tekerrürüne mahkumdur.
Yazar: Jonathan Laurence
Bosten College’de Siyaset Bilimci Profesör
Avrupa Siyaseti ve Din-Devlet İlişkileri
Tercüme: Fatih ŞAHAN M.A.
İlahiyatçı/Şarkiyat
Not: Jonathan Laurence’nin FAZ’te yayınlanan bu yazısının „Selefilik Dünyamıza (Avrupa’ya ) Nasıl Geldi?“, başlığını taşımaktadır.