AvrupaBatı AraştırmalarıDiasporaDin ve PolitikaGöç ve Mültecilikİslamofobi

‘Beyaz’ Terör

Ötekileştirme, bir bireyin yahut bir grup insanın toplumun kenarına itilerek toplumda seslerinin duyulmasına, bir yer edinmelerine, kimliklerini yaşatmalarına engel olmaktır. Ötekileştirilmiş insanlar kendilerini diğer bireylere göre daha güçsüz ve ikinci sınıf vatandaş olarak hissetmektedirler. Bu süreç ötekileştirilmiş kişilerin, toplumun geri kalanına karşı düşmanca duygu ve davranışlar sergilemesine gebedir (Syracuse University, 2019). Bu tür bir ilişkinin merkez-çevre, Doğu-Batı şeklinde ayrımlar üzerine şekillenen ve  Descartes’ten itibaren etkili olduğu söylenebilecek olan hiyerarşik ve parçalı bir hakikat anlayışı üzerinden Batı düşüncesinde daha net görünür hale geldiği ifade edilebilir (Kaya, 2017: 1980). Ötekinin konumuna dair İslam’ın söylemi ‘ontolojik öteki’ yani şer ve zulmet unsuru olarak diaspora haline getiren anlayıştan farklı olarak ‘vasıfsal öteki’ şeklinde değerlendirilir. Buna göre insanlar yaratılış itibari ile birbirlerine eşit, Yüce Yaratan’ın kulları olacak şekilde tasavvur edilir. Ancak insanların tarih içerisinde vasıfsal ötekiyi, ontolojik ötekiye evirme durumu daima var olmuştur. (Yavuz, 2006:136).

Aşağıdaki satırlarda ‘Beyaz Terörün Anatomisi’’ üzerine kaleme aldıkları ile Asne Seierstad ötekileştirmenin farklı boyutları ile teröre dönüşmesini ve terörist hareketlerin bu anlamda yek diğerinden ilham aldığını ifade etmektedir.

Seierstad, Yeni Zellanda’da onlarca kişinin ölümüne yol açan saldırıyı gerçekleştiren teröristin motivasyonunu  ‘’ 28 yaşındaki Avustralyalı Brenton Tarrant’ın, Yeni Zelanda’da 50 kişiyi öldürmeden önce 74 sayfalık “Büyük Yer Değiştirme” (The Great Replacement) adlı bir manifesto yayınladığı iddia ediliyor. Bu yazıda Tarrant sadece tek bir kişinin, 2011’de 77 kişiyi öldüren Norveçli teröristin kendisine ilham kaynağı olduğunu yazıyor. ‘’ ifadeleriyle betimlemektedir.

İlham kaynağı olan Norveçli terörist Breivik’in, hazırlıklı, donanımlı ve düşmanca duygular besleyen aynı zamanda yaptığı eylemin kutsallığına inanmış bir katil olduğu anlaşılmaktadır.

Seierstad yazısında Breivik’ten şu ifadelerle bahsetmektedir;

‘’ Her zaman şunu düşünmüşümdür ki biz onun kim olduğunu bilmeden önce, Breivik en tehlikeli halindeydi, bizim elimizdeki tek şey onun internette paylaştığı, uzun ve düzgün fizikli, elinde silah olan fotoşoplu fotoğraflarıydı.

Breivik şöhrete kavuşmak istiyordu. Oslo’daki mahkemesinde 1500 sayfalık kopyala yapıştır manifestosunun duyulmasını istiyordu. Başbakanlık ofisinin önünde patlattığı bombayı ve Utoya adasında gerçekleştirdiği katliamı “kitap tanıtımı” olarak görüyordu. Norveç’teki mahkemesinde yazdıklarının okunması için kaç kişiyi öldürmesi gerektiğini tahmin ettiğini açıklıyordu. Bir düzine insanı katletmesinin yeterli olduğunu düşünmüştü ama sonuçta 77 kişiyi öldürmüştü.

Norveç’teki katliamın ardından geçen sekiz yıllık süreçte Norveçli terörist çok değer verdiği okuyucu kitlesi tarafından takip edilmeye devam ediyor. İnternetteki aşırı sağcı forumlarda “Breivik’i takip etmek” (going Breivik) onun ortaya koyduğu nedenleri tamamen kabul etmek anlamına geliyor.

Mahkemedeki soru cevap kısmı da dâhil olmak üzere Breivik’i araştırırken hayatının tamamen utançlardan, başarısızlıklardan ve reddedilmelerden oluştuğunu gördüm. Bir çocuğun hak ettiği ilgiyi hiçbir zaman görmemiş, reddedilen ve yeterince cool (havalı) olmayan bir ergen, 20’li yaşlarının sonunda da annesi ile birlikte yaşayıp sadece video oyunları oynayan bir insan. Yalnızlaşmış ve öfkeli, ancak dark web’de yeni tanıştığı insanlara aslında nasıl birisi olabileceğini göstermek isteyen birisi. Saldırısını planlarken beyninde “izleyicilerinin” de ona eşlik ettiği muhakkak.

Breivik ile ilgili yazdığım kitap basıldıktan sonra sıkça şu soruya maruz kaldım: “Neden onun metotlarını ve sözlerini yayınladın?” Onun hisleri ortaya çıkartıldığı zaman ilham kaynağı olarak daha az ve sembol olarak daha tehlikeli olacağını düşündüm. Tutuklandıktan sonra kahvenin ılık olmasından ve nemlendirici bulunmamasından şikâyet ederken PlayStation 4 oynayamadığı için de mızmızlanıyordu.

Onun takipçileri gazeteciler tarafından ortaya konulan eleştirel metinleri görmezden gelerek, sadece Breivik’in yazdığı manifestoya odaklandılar. ABD Sahil Güvenliği’nde teğmen olarak görev yapan ve kendini “beyaz milliyetçi” olarak tanımlayan ve bir ırk savaşı başlatmak isteyen Christopher Hasson da Norveçliden etkilenenler arasındaydı.’’

Yeni Zellanda saldırısı faili Tarrant’ın biyografisi ve amaçları da bu anlamda Breivik ile banzerlik göstermektedir.

‘’ Tarrant’ın yazdıkları Breivik’in manifestosunun biraz daha ılımlısı gibi. Kısa anlatılara ve internet şakalarına yer verse de içerik, yapı ve ton bakımından benzer. İkisi de metinlerini saldırıdan önce internette yayınladılar. Ancak Breivik yaptığı saldırıyı YouTube’dan canlı yayınlamak isteyip başaramazken yetkililerin söylediğine göre Tarrant saldırıyı Facebook’dan canlı olarak yayınladı.

İkisi de kendilerine acıyan insanlar. Kendilerini kurban olarak görüyorlar ve Avrupa’nın ve beyaz ırkın yıkılmasından anladıkları şeyleri “kitlesel göç”, “beyaz soykırımı” ve “işgal” gibi kavramlarla açıklıyorlar. Avustralyalı saldırgan da Norveçli saldırgan da kendi yurtlarından nadiren bahsediyorlar ve bunun yerine Avrupa ve ABD’ye odaklanmayı tercih ediyorlar. Tarrant Yeni Zelanda ve Avustralya’daki beyazları Avrupalılar olarak görüyor.

2017’de Fransa’yı ziyaret edip Avrupalı Fransızların nasıl beyaz olmayanlarla değiştirildiklerini gördükten sonra manifestosunun başlığını koyuyor: “Büyük Yer Değiştirme” (The Great Replacement).

Tıpkı Norveçli gibi, Tarrant da doğum oranlarına kafayı takmış durumda. Avrupa’yı yaşlılığın ve zayıflığın her geçen gün arttığı bir yer olarak görüyor. Norveçli terörist devletin kontrol ettiği doğum klinikleri istiyordu. Burada sarışın ve mavi gözlü annelerden her biri düzinelerce çocuk doğuracaktı. Tarrant da “geleneksel aile değerleri” dediği olguyu iyileştirmek istiyor.

Tarrant’ın manifestosu dark web’deki takipçileri için uyarlanmış olsa da kendi çapında bir normallik durumu inşa etmek için Rudyard Kipling’in şiirlerine ve bazen de ana akım sağ siyasî görüşten insanların fikirlerine de yazılarında yer veriyordu. Benzer şekilde Breivik de Thomas Jefferson’dan alıntılar yapıyordu, sanki onun fikirlerinin meşru varisiymiş gibi.

Öncelikli ajandaları ise aynıydı: Müslüman göçüne darbe indirmek. Tarrant “topraklarımızda yaşayan işgalcileri defetmek” istiyordu. Breivik ise her Müslüman’a, Hıristiyanlığa geçme ve bir Hıristiyan ismi alma hakkı tanınması gerektiğini öneriyordu. Bunu yapmayanlar ise ya sınır dışı ya da idam edilmelidir. Cami de dâhil İslamiyet’i temsil eden bütün eserler yıkılmalı; Urduca, Arapça, Farsça ve Somali dilleri yasaklanmalıdır.

Yeni Zelanda’da hedef alınan camilerden birinin bulunduğu yerde önceden bir kilise vardı. Tarrant hedeflerini direkt seçerken Breivik “vatan hainlerini” de öldürmek istiyordu ki bunların arasında liberal kesimden insanlar ve Müslümanları ülkeye kabul eden iktidardaki İşçi Partisi de vardı.

İki insan da çok büyük bir amaç uğruna kendilerini feda ettiklerini yazarken “muhafazakâr devrim”lerin bütün dünyaya yayılmasının ardından takipçileri tarafından hapishanelerden kurtarılacaklarını söylüyorlardı.

Breivik’e mahkemedeki psikiyatrlar, narsistik kişilik bozukluğu teşhisi koymuşlardı. Tarrant da benzer kişilik özellikleri gösteriyor. Tarrant yazdığı manifestoda sadece serbest kalmayı umduğunu değil, Nobel Barış Ödülüne layık görülmeyi de beklediğini yazıyor. 27 sene sonra serbest kalması gerektiğini yazıyor, tıpkı Nelson Mandela gibi, aynı suçtan dolayı…

Breivik’in manifestosu terör eyleminin kitapçığı gibi okunsa da bu aynı zamanda bir çağrı niteliği taşıyor. Tarrant da aynı çağrıyı tekrarlıyor: “Sen bir sinyal beklerken, insanların da seni bekliyor.”  İkisi de kendilerini faşist olarak tanımlarken cinayetlerini meşrulaştırmak için savaş metaforunu kullanıyorlar.’’

Sonuç olarak Seierstad yazısını şöyle sonlandırmaktadır;

‘’ Biz bu faşistler hakkında yazarak onların işledikleri suçlara iştirak etmiş mi oluyoruz? Tabii ki hayır. Radikalizm ilk ve öncelikli olarak internette meydana geliyor. Şiddet yanlısı aşırıcılar burada birbirleriyle tanışıp birbirlerini dolduruşa getiriyorlar. İzlerinin aranması ve takip edilmesi gereken yer de aynı platform olmalı.

Bütün bunları görmezden gelemeyiz. Terörizmle savaşmak için bireylerin nasıl terörist haline geldiklerini araştırmamız lazım. Faşist düşünceleri ve şiddeti hem ifşa hem de analiz etmeliyiz.

Breivik ve Tarrant, efsaneleri ve komploları sanki gerçekmiş gibi sunuyorlar. Okunmak için silah kullanıyorlar. Düşünceleri karanlıkta yayılıyor ve yeraltı topluluklarına uygun hale getiriliyor. Bu üstünlük yanlısı beyazların hayatlarını ve düşüncelerini ifşa etmemiz gerekiyor. Ancak o zaman onları düzgünce irdeleyebiliriz.’’ (Yücel, 2019).

Not: Asne Seierstad’ın Yeni Zelanda katliamının ardından yazdığı ve 18 Mart 2019’da New York Times’ta çıkan yazıyı Okan Yücel çevirdi.Kaynak İçin Tıklayınız

Kaya, İ. (2017). Sosyolojik Düşüncede Avrupa-merkezcilik, Ötekileştirme ve Oryantalist Söylem Üzerine Post-kolonyal Bir Okuma ve Eleştirisi . Cumhuriyet İlahiyat Dergisi, 1973- 2008.

Syracuse University. (2019, Mart,20). http://counselingcenter.syr.edu. Syracuse University: http://counselingcenter.syr.edu/social-justice/impact-of-marginalization.html adresinden alınmıştır

Yavuz, Ş. (2006). İslam’ın Ötekileştirmeye Meydan Okuması veya ‘Ontolojik Öteki’den ‘Vasıfsal Öteki’ne İntikalin Mecrası. Marife , 135-136.

Yücel, O. (2019, Mart 20). medyascope. medyascope.tv: https://medyascope.tv/2019/03/19/asne-seierstad-yazdi-beyaz-terorun-anatomisi/ adresinden alınmıştır

 

 

Yoluyla
https://medyascope.tv/2019/03/19/asne-seierstad-yazdi-beyaz-terorun-anatomisi/
Kaynak
https://medyascope.tv/2019/03/19/asne-seierstad-yazdi-beyaz-terorun-anatomisi/
Etiketler
Daha Fazla Göster

Andcenter Editör

Çankırı İli, Orta İlçesi Kalfat Kasabası’nda 1993 yılında dünyaya geldi. İlköğretimi kendi köyünde tamamladı. 2007 senesinde Tevfik İleri Anadolu İmam-Hatip lisesine kayıt oldu. 2011 senesinde Tevfik İleri Anadolu İmam-Hatip Lisesi'nden mezun oldu. Aynı sene Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesine başladı. 2016 yılında Ankara İlahiyat’tan mezun oldu. Aynı sene Ankara Sosyal Bilimler Enstitüsü Din Sosyolojisi bölümünde yüksek lisansa başladı. Yüksek Lisans eğitimini Ankara Yıldırım Beyazit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Din Sosyolojisi Bölümü’nde tamamladı. Şuan aynı enstitüde doktora eğitimine devam etnektedir. Gaziantep ili, Şahinbey ilçesinde 2017-2018 Eğitim-Öğretim yilinda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenliği görevini yaptı. Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Sosyolojisi Anabilim dalında Arş. Gör. olarak çalışti.Suan Ankara Yıldırım Beyazit Üniversitesi İslami ilimler Fakültesi'nde araştırma görevlisi olarak çalışmaya devam etmektedir.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
Kapalı