ABDBatı Araştırmaları

F.FUKUYAMA: SAMUEL HUNTINGTON’IN MİRASI

Samuel Huntington’ın Medeniyetler Çatışması tezi, son 20 yıldır sayısız Uluslararası İlişkilere giriş dersinde benim Tarihin Sonu tezimle mukayese edildiğinden öncelikle birbirimize karşı konumumuzu ele alarak başlayabilirim. Şu an [bu mukayeselerde] Huntington kazanıyor gibi görünüyor.

Bugün dünya, bir nesli aşkın bir süredir olduğu gibi, liberal demokratik yönetim etrafında birleşmiyor. Huntington’ın bizzat şahit olduğu Üçüncü Demokratikleşme Dalgası, 1970’lerin ortalarından 2000’lerin ortalarına kadarki dönemde seçim yapılan ülke sayısının 35’ten 2008’de muhtemelen 115’e çıkmasıyla ilerleme kaydetti. Ama bu tarihten sonra dalga, Larry Diamond’ın “demokratik gerileme” olarak adlandırdığı gibi, tersine döndü.[1] Demokrasilerin sayısı kısmen de olsa azalmakla kalmadı, önemli niteliksel değişimler de meydana geldi. Rusya ve Çin gibi büyük otoriter güçler özgüven kazandı ve saldırganlaştı. Bu arada mevcut liberal demokrasiler, 2000’lerde ABD’de ve Avro Bölgesi’nde yaşanan mali krizin akabinde cazibesini büyük ölçüde yitirdi ve siyasi sistemlerinin liberal dayanağını tehdit eden popülist isyanlara maruz kaldı.

  1. yüzyıl siyasetini karakterize eden -sanayileşmiş bir ortamda sermayenin ve emeğin nisbi iktisadi gücü etrafında dönen meselelerle büyük ölçüde tanımlanan- Sol-Sağ ideolojik ayrışması yerine, şu an -çoğu dar anlamıyla ekonomiden ziyade kültürle tanımlanmış- kimlik meseleleriyle giderek daha fazla şekillenen bir siyasi yelpaze ile karşı karşıyayız. Bu değişim liberal demokrasinin sıhhati için hiç de iyiye alamet değil; bu işlevsizliğin bir numaralı örneği de Donald Trump’ın yükselişinin ülkenin denge-denetleme kurumlarına yönelik ciddi bir tehdit oluşturduğu ABD. Yükselen popülist milliyetçilik, daha evvel bu dergide[2]ve çok daha uzun bir formattaKimlik: Onur Talebi ve Kin Siyaseti /Identity: The Demand for Dignity and the Politics of Resentment başlıklı en son kitabımda incelediğim bir olgu.

Huntington, “Davos Adamı”nı herhangi bir yere güçlü bağlarla bağlanmamış, temelde kendi bireysel menfaatlerine sadık olan kozmopolit bir varlık olarak tasvir ederken oldukça ileri görüşlüymüş. Nitekim şu an Davos Adamı, popülist öfkenin hedefi olmuş durumda; tıpkı bizim küreselleşmiş dünyamızı inşa eden elitler, işçi sınıfının kaygılarından bihaber oldukları için teşhir direğinde cümle âleme rezil oldukları gibi… Ayrıca Huntington, göçün artışının popülizmi tetikleyecek temel meselelerden biri olacağını ve kitlesel göçün kültürel değişimi körükleyeceği korkularını öngörmüştü. Hakikaten de Washington Post’tan Carlos Lozada, Huntington’ı Trump çağının peygamberi olarak nitelemişti.[3]

Mevcut tartışmada hiç kimse öngöremeyeceği konu şu: Hâlihazırda yaşanan demokratik gerileme, acaba küresel siyasette alternatif bir rejim türüne doğru çok daha temel bir kaymaya işaret ederek topyekûn bir buhrana mı yol açacak, yoksa daha ziyade bir borsa düzeltmesine mi benzeyecek? Batı ülkelerindeki mevcut gerilemenin nedenleri gayet açık: Popülizm; küreselleşmenin eşit olmayan etkilerinin yanısıra, -uluslararası sınırlardan giren ve böylelikle geleneksel milli kimlik mefhumuna meydan okuyan- çok sayıda göçmene karşı bir kültürel isyanla tetiklendi.

Bununla birlikte sözkonusu [popülist]güçlerin, dünyayı iktisadi ve siyasi kurumları birbirine çok daha fazla yakınlaştırmaya sevk eden mevcut faktörleri sonunda alt edebilecek kadar güçlenirler mi, yoksa 20. yüzyılın başında yaşananlara benzer ölçekte ciddi bir jeopolitik çatışmaya mı yol açarlar konusunu merak etmek için önümüzde bir dizi neden var. Uzun vadede Çin modeli de Rusya, Türkiye veya Macaristan’ın temsil ettiği henüz filizlenmekte olan popülist-milliyetçi model de, iktisaden veya siyaseten sürdürülebilir bir alternatif olamaz. Öte yandan demokrasiler yanlışları düzeltmek için elverişli mekanizmalara sahipler ve Amerikan demokrasisi için büyük imtihan, önümüzdeki kasım ayında sandık başına gidecek Amerikalıların Donald Trump’ın başkanlığını onaylayıp onaylamamalarıyla görülecek. Ayrıca popülist desteğin ana damarı olan nüfusun kırsal ve az eğitimli kesimi, iktisadi büyüme kaydeden ülkelerde uzun vadeli düşüş seyrinde. Ancak bu noktada bu tür iddialar spekülasyondan öteye geçmiyor.

Kültür önemlidir

1996’da “Medeniyetler Çatışması” tezine karşı the Wall Street Journal  gazetesi için kaleme aldığım “Hala Tehlikeli Bir Yer / Still a Dangerous Place” başlıklı eleştiri yazıma geri dönerek Huntington’ın argümanını çok daha spesifik şekilde analiz edelim.

Sadece Medeniyetler Çatışması’nda değil, aynı zamanda Biz Kimiz? / Who Are We? (2004), Kültür Önemlidir / Culture Matters  (Lawrence Harrison’la birlikte editörlüğünü yaptığı, benim de katkıda bulunduğum 2001’de basılmış bir kitap), Bir Küre Binbir Küreselleşme [adıyla Türkçeye çevrilen] Many Globalizations (Peter L. Berger’le birlikte editörlüğünü yaptığı eser) ve hatta Üçüncü Dalga / The Third Wave (1991) da dahil Huntington’ın daha sonraki tüm çalışmalarında geçen ortak bir tema var. O da kültür. Huntington’a göre, insanların siyasi davranışı büyük ölçüde kültürle şekilleniyor ve bu kültürel olarak tanımlanan tercihler, sosyoekonomik modernleşme karşısında dirençli olup sonunda modern iktisadın tanımladığı rasyonel bireysel menfaate baskın çıkacak.

Mesela son kitabı Biz Kimiz?’de Amerikan kimliğine odaklandı ve ABD’nin bir ulus olarak başarısını, çok büyük ölçüde, Kuzey Amerika’da “Anglo-Protestan” olarak nitelediği kesimlerin yerleşmesi olgusuna bağladı:

  1. ve 18. yüzyılda İngiliz Protestanlar değil de Fransız, İspanyol veya Portekizli Katolikler yerleşseydi acaba ABD bugünkü ABD olabilir miydi? Cevap, hayır. O, bugünkü Amerika olmayacaktı; Quebec, Meksika veya Brezilya da olmayacaktı.[4]

Üçüncü Dalga kitabında Berlin Duvarı’nın çöküşünün ardından dünyada liberal demokrasilerin yükselişinin tarihini yazdı. Ancak burada da kültürel bir argüman satır aralarına örtülü de olsa yerleşikti: Huntington’a göre, sözkonusu demokratik dalga, demokrasi çerçevesinde bir dizi evrensel değerin geniş kabulüne değil, Latin Amerika ve Avrupa’daki yeni demokrasilerin Hristiyan -aslında çoğunlukla Katolik- bir kültürel arka plana sahip olma olgusuna dayanıyordu. Değişen şey, -Macaristan’dan Polonya’ya, Arjantin’den Brezilya’ya demokrasiyi bir yönetim biçimi olarak kabul etmesine izin veren- Katolik Kilisesi’nin II. Vatikan [Konsili]sonrası modern demokrasilerle uzlaşmasıydı.

Devamı için lütfen Tıklayınız

Yoluyla
http://ortadogugunlugu.blogspot.com/2018/08/ffukuyama-samuel-huntingtonin-mirasi.html?m=1
Kaynak
http://ortadogugunlugu.blogspot.com/2018/08/ffukuyama-samuel-huntingtonin-mirasi.html?m=1
Etiketler
Daha Fazla Göster

Andcenter Editör

Çankırı İli, Orta İlçesi Kalfat Kasabası’nda 1993 yılında dünyaya geldi. İlköğretimi kendi köyünde tamamladı. 2007 senesinde Tevfik İleri Anadolu İmam-Hatip lisesine kayıt oldu. 2011 senesinde Tevfik İleri Anadolu İmam-Hatip Lisesi'nden mezun oldu. Aynı sene Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesine başladı. 2016 yılında Ankara İlahiyat’tan mezun oldu. Aynı sene Ankara Sosyal Bilimler Enstitüsü Din Sosyolojisi bölümünde yüksek lisansa başladı. Yüksek Lisans eğitimini Ankara Yıldırım Beyazit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Din Sosyolojisi Bölümü’nde tamamladı. Şuan aynı enstitüde doktora eğitimine devam etnektedir. Gaziantep ili, Şahinbey ilçesinde 2017-2018 Eğitim-Öğretim yilinda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenliği görevini yaptı. Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Sosyolojisi Anabilim dalında Arş. Gör. olarak çalışti.Suan Ankara Yıldırım Beyazit Üniversitesi İslami ilimler Fakültesi'nde araştırma görevlisi olarak çalışmaya devam etmektedir.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
Kapalı