Din ve PolitikaOrtadoğu

Kudüs

Kutsal mekânlarımızdan birisi olan Mescid-i Aksa’nın içerisinde bulunduğu Kudüs, son zamanlarda çok sancılı günler geçiriyor. Özellikle ABD Başkanı Donald Trump, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyacağını açıklamasından sonra gerek İslam ülkelerinden gerekse Hıristiyan Avrupa ülkelerinden pek çok tepki gelmişti. Bu karar üzerine Kudüs’te çıkan olaylarda pek çok masum Filistinli de hayatını kaybetmişti. Daha sonraki süreçte gerek Kudüs’e gerekse orada bulunan Filistinlilere sahip çıkmak üzere giden çok sayıdaki vatandaşlarımızdan birisi olan Ebru Özkan, Kudüs’e yaptığı ziyaretin ardından 11 Haziran’da Türkiye’ye gelmek için gittiği havalimanında tamamen keyfi bir gerekçe ile tutuklanmış ve 11 Temmuz gününe kadar da tutukluluğu devam etmişti.  Bu durumun kendilerini el Aksa ile özdeşleştiren Türkiye vatandaşlarını caydırmaya yönelik olduğu son derece açıktır. İsrail’in bu baskıcı tutumu gün geçtikçe maalesef daha da artmakta ve özellikle orada yaşayan Filistin halkı için hayat şartları git gide zorlaşmaktadır.

Dünyanın en kadim kentlerinden birisi olan Kudüs’te üç semavi dinin kutsal mekânları bulunuyor. Yani Kudüs, sadece Yahudiler ve Müslümanlar için değil aynı zamanda Hıristiyanlar için de çok büyük bir öneme sahiptir. Peki Kudüs gerek Yahudiler, gerek Hıristiyanlar gerekse biz Müslümanlar açısından neden bu kadar önemlidir? Dünya’daki hiçbir şehir yok ki özellikle dinler tarihi açısından Kudüs ile mukayese edilsin. Kudüs, Kur’an’ı Kerim’de adı geçen bütün peygamberlerin ayak bastığı, birçok medeniyetin kurulduğu bir yer konumundadır. Yahudiler için, Allah’ın dünyayı yaratmaya başladığı yer, vaat edilen toprakların merkezinde yer alan ve Hz Davud’un fethettiği, Hz Süleyman’ın mabet ve çeşitli yapılar kurarak yapılandırdığı bir konumdadır. Hıristiyanlar için ise Kudüs, Hz İsa’nın doğduğu ve kendisini tüm insanlık için feda ettiği, her türlü çileye katlandığı ve burada çarmıha gerilip daha sonra dirilip göğe yükseldiği, mahşerin ve dirilişin mekânı konumundadır. Biz Müslümanlar için ise Kudüs ilk kıblemiz ve Hz Peygamber (s.a.v)’in Miraç’a yükseldiği yer olması bakımından önem arz etmektedir.

Kudüs, dünyada adeta bir manevi çekim noktası olmuştur. Kur’an’ı Kerim’de adı geçen peygamberlerin hepsi oraya ayak basmışlardır. Özellikle Hz Muhammed (s.a.v)’ de Arap yarımadasına gönderilmesine rağmen Kur’an’ı Kerim’deki ifadeyle “Kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu bir gece Mescid’i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” Kudüs’e ayak basmış ve bu mekândan Miraç’a yükseltilmiştir.

Kudüs’ü diğer şehirlerden ayrı kılan özelliklerinden bir tanesi, onun her köşesinde birçok farklı medeniyetin izini taşıyor olmasıdır. Farklı medeniyetleri, dinleri ve kültürleri bünyesinde barındırdığı için birçok tarihi şahsiyetler ve devletler, bu şehirde izlerinin olmasını istemişlerdir. İşte bu özelliğinden dolayı Kudüs yeni kurulan şehirlere ilham kaynağı olmuştur. Örneğin Mekke faklı milletleri ve medeniyetleri bünyesinde fazla barındırmamasından dolayı şehir olarak yeni kurulacak yerlere örneklik teşkil etmezken, her türlü kozmopolit yapıyı bünyesinde barındıran Kudüs bu örnekliği teşkil etmektedir.

Müslümanlar için tarihi gerçeklikler açısından Kudüs, adaletiyle tarihe nam salmış Hz Ömer’in, kölesi bir deve üzerinde kendisi ise yayan bir şekilde Kudüs’e girip, Mescid-i Aksa’nın anahtarlarını teslim aldığı ve şehrin ismini İlya’dan Kudüs’e çevirdiği bir yer konumundadır. Selahaddin Eyyubi’nin İslam’ın şan ve şerefini göstererek teslim olan haçlılara dokunmadan, onlara hoşgörülü bir şekilde davranarak ele geçirdiği bir yerdir Kudüs. Osmanlı Dönemi’nde Yavuz Sultan Selim’in topraklarına kattığı ve daha sonra orada her türlü hizmetin gerçekleştirildiği bir yer konumundadır. Yahudileri, Hıristiyanları ve Müslümanları dört yüz yıl boyunca iyi bir siyasi stratejiyle, herhangi bir huzursuzluğa mahal vermeden yönetilen yerin adıdır Kudüs.

Osmanlı zamanındaki Kudüs’ten bahsedeceksek II. Abdülhamid Han’dan bahsetmeden eksik kalır anlattıklarımız. Kendisine Osmanlı’nın bütün borçlarını ödemeyi teklif eden Siyonist lider Theodor Herzl’a vermiş olduğu tarihi cevap, bizler için çok büyük bir öneme sahiptir: “Bu yerler bana ait değil milletime aittir. Bu yerlerin her karış toprağı için şehit verilmiştir. Ben canlı vücut üzerinde paylaştırma yapamam. Filistin’e ancak cesetlerimiz üzerinde girilebilir. Böyle bir teklif yapan bir adam, bir adım daha atmasın ve memleketi terk etsin.” diye söyleyerek, bizler için vatan toprağının ve Kudüs’ün ne kadar kıymetli olduğunu göstermiştir.

Tarihi kaynakları incelediğimizde, Osmanlı Devleti’nin 1917’de Kudüs’ten çekilmek zorunda kalmasından sonra Kudüs’teki hoşgörü ortamından eser kalmadığını gördüm. İlk olarak İngilizlerin mandasına giren Kudüs’te planlı bir şekilde Yahudilerin yerleştirildiği ortadadır. 1948 yılına gelindiğinde ise İngilizler oradan çekilerek yerini İsrail Devleti’ne bırakmış ve şehir son derece gergin bir hale gelmiştir. İsrail, kentin doğusunu 1967 yılında işgal etmiş ve 1980 yılında tamamını başkent ilan etmişti. Ancak bugüne kadar Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyan hiçbir devlet olmadı. İsrail, her geçen gün şiddetini biraz daha arttırarak orada bulunan masum Müslüman halka zulüm ediyor. Oradaki hâkimiyeti tamamen eline almak ve Müslümanları o coğrafyadan uzaklaştırmanın peşinde olan İsrail, maalesef bugünde oradaki zulmünü arttırarak sürdürüyor. Bu durumu gören Türkiye’de bazı yazarlarımız gönüllerindeki Kudüs sevdasını ve oradaki Müslümanların görmüş olduğu eziyetler karşısında hissetmiş oldukları duygularını kaleme almışlar ve şiirsel bir dille bunları ifade etmişlerdir. Bu yazarlarımızdan ben özellikle Nuri Pakdil ve Mehmet Akif İnan’a değinmek istiyorum. Nuri Pakdil bir şiirinde “Tur Dağı’nı yaşa ki bilesin nerde Kudüs. Ben Kudüs’ü kol saati gibi taşıyorum. Ayarlanmadan Kudüs’e boşuna vakit geçirirsin, buz tutar, gözün görmez olur. Gel, anne ol çünkü anne, bir çocuktan bir Kudüs yapar. Adam baba olunca içinde bir Kudüs canlanır. Yürü kardeşim, ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin.” ve daha sonra şu sözleri de ekler Pakdil “Kalbimin bir yarısı Mekke’dir, yarısı Medine. Üzerinde bir tül gibi Kudüs vardır.” Mehmet Akif İnan ise “ Mescid-i Aksa’yı gördüm düşümde, götür Müslümana selam diyordu. Dayanamıyorum bu ayrılığa, kucaklasın beni İslâm diyordu.” şeklinde duygularını ifade etmiştir.

Bugün, Türkiye’de Kudüs’e karşı olan ilginin artarak devam ettiğini görüyorum. İnsanlarımızın bilinçlenmesiyle beraber yüz sene öncesinde bulunmuş olduğumuz o coğrafyaya gönül bağımızla tekrardan bağlanıyor gibiyiz. Oraya ziyaretlerimizi daha sık bir şekilde yapmamız ve oradaki kardeşlerimizi İsrail zulmü karşısında yalnız bırakmamamız gerekiyor. Maalesef Kudüs’e giden yakın çevremden öğrendiğim kadarıyla daha havalimanında iken Müslümanları bir yıldırma amacına dönük olarak sorguladıklarını ve sebepsiz yere saatlerce beklettiklerini duydum. Filistinli birçok kimsenin ise Mescid’i Aksa’ya girmelerinin yasak olduğunu yani insanları kendi topraklarında mazlum bir hale getirdiklerini, ayrıca Filistinlilerin de aralarına nifak tohumları serperek onların da kendi aralarında ayrılmalarına sebebiyet verdiklerini öğrendim. Bu beni ziyadesiyle üzdü. Hâlbuki Dünya’nın her yerinde parya muamelesi gören, özellikle İspanya Endülüs’te her türlü eziyetleri görmelerine rağmen onlara kucak açıp ülkemize kabul eden biz Müslümanlardık. Bernard Lewis, tarihte Yahudilere yardım etme noktasında, dünyada tek milletin Türkler olduğunu ve Türkler dışında Yahudilere adalet gösterebilecek bir milletin olmadığını ifade etmiştir. Şimdi bunu unutarak yüz sene önce o toprakları bizden kopardılar ve oradaki Müslüman halka gün geçtikçe ağır zulümlerini sürdürüyorlar. Elbette bunların bir hesabı vardır. Bu durumda bizlerin üstüne büyük sorumluluklar düşmektedir. İlk olarak oradaki Filistinli kardeşlerimizin aralarındaki ayrılıkların telafi edilmesi gerekiyor. Bunu da sağlayacak olan, orayı dört yüz yıl boyunca hoşgörüyle idare etmiş bizlere düşüyor. Bu vizyon bizlerde var.

Hazırlayan: Mahmut Kökver

Etiketler
Daha Fazla Göster

Andcenter Editör

Çankırı İli, Orta İlçesi Kalfat Kasabası’nda 1993 yılında dünyaya geldi. İlköğretimi kendi köyünde tamamladı. 2007 senesinde Tevfik İleri Anadolu İmam-Hatip lisesine kayıt oldu. 2011 senesinde Tevfik İleri Anadolu İmam-Hatip Lisesi'nden mezun oldu. Aynı sene Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesine başladı. 2016 yılında Ankara İlahiyat’tan mezun oldu. Aynı sene Ankara Sosyal Bilimler Enstitüsü Din Sosyolojisi bölümünde yüksek lisansa başladı. Yüksek Lisans eğitimini Ankara Yıldırım Beyazit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Din Sosyolojisi Bölümü’nde tamamladı. Şuan aynı enstitüde doktora eğitimine devam etnektedir. Gaziantep ili, Şahinbey ilçesinde 2017-2018 Eğitim-Öğretim yilinda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenliği görevini yaptı. Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Sosyolojisi Anabilim dalında Arş. Gör. olarak çalışti.Suan Ankara Yıldırım Beyazit Üniversitesi İslami ilimler Fakültesi'nde araştırma görevlisi olarak çalışmaya devam etmektedir.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
Kapalı